- 552 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GEÇMİŞ ZAMAN(YAYLAYA GÖÇ ANNEMİN AĞZINDAN)
GEÇMİŞ ZAMAN (Yaylaya göç, annemin ağızından)
-Anne eskiden yaylalar nasıldı?
-Efendime söyleyeyim, , saat dörtte kalkardık, çayımızı demlerdik, çay nerde? yoktu ki çay dediğimiz ıhlamur. İneklerimizi güzelce püsküller, başlarına da canları takardık. En güçlü ineğin birisine sarardık battaniyeyi dırmaçla bağlardık, yükümüze yardımcı olsun diye. Yiyeceklerimizi alır etrafı kontrol ettikten sonra evin kapılarını kilitler çıkardık yola. İneklere ”gel oğlum geh geh” can sesi”cangırt cangırt.” Yorulurduk yağmur, çise içinde gelirdik Saz Alanına, inekleri bağlardık bizde doruğun altında oturup dinlenirdik. İneklerimizi sağardık, etraftan çalı çırpı toplar ateş yakardık. Sonra sütü kaynatıp yer içerdik. Sabah Tasımızı tarağımızı toplar yola koyulurduk yeniden, git babam git, yol bir türlü bitmezdi. Edibali’nde bir mola verip bir çay içip beklemeden yolumuza devam ederdik. Belki de vardı üç yüz inek, can sesi ortalığı tutardı. Herkesin ineği sahibini tanırdı gel değince gelirdi. Bir huzur, bir neşe, bir sağlık, o coşku , o şenlik, sorma gitsin. Şimdi nerede, inekler bile arabayla gidiyor yaylaya. Dağlar, o çiçekler , o çiçeklerin kokusu bambaşkaydı.
-Yaylaya yaklaştın, o duyguyu anlatır mısın?
-Obaya varmanın sevinciyle içimiz bir hoş olurdu, anlatamam. Öyle herkes ayrı ayrı obaya giremez, bir yede toplanılırdı, bekçi düdüğü çaldığı anda hep beraber hareket edilirdi.
- Evler nasıldı?
-Kara taştan yapma çatısı hartamaydı. Şiddetli yağmurlarda evin içine akardı, birde akan yerin altına meşrebe koyardık. Akşamdan yatmadan önce yer ateşine yumruk kadar odun, onun üstüne sönmemiş köz, onun üstünü de kül ile örterdik. Sabah erken kalkınca o külü azıcık açar üstüne çalı çırpı koyup üfleyince ocak yanıp tütmeye başlardı. Bu arada inekler sağıp sütü kaynatmak için ocağın üzerlerine koyardık. Yoğurdu yayığa döker bir yanda yayarken öbür yanda süt taşmasın diye gözümüzle sütü kollardık.
Yayık olduktan sonra küleğe boşaltır yağını ayırdıktan sonra ayranın bir kısmını ayırır çoğunu kaynatıp kesmesini beklerdik. Onun da süzmesini beyaz torbalara koyup çökelek yapardık.
Yüksek sesle karşıdan karşıya bağırarak konuşurduk bazen kadınlar arasında.
-Bu gün ne yaptın bacı?
-Ne yapacağım yalluk biçmeye gittim ormana, yoruldum hışırım çıktı. Altınki düzlükten yukardaki düzlüğe kadar üç defa oturdum!
-Yayladan dönüş nasıl olurdu?
- Erken gelenlerde olurdu, geç gelenlerde, birisi vardı ki hiç yayladan ayrılmazdı.
Dudaklarımız çatlamış, yaylanın tatlı güneşi yeni kızarmaya başlayan elma gibi ,yanaklarımızı al al olmuş bir vaziyette köye dönerdik…
Yusuf Yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.