- 544 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
HİSLERİN DİLİ TÜRKÇE
HİSLERİN DİLİ TÜRKÇE
Kültür; bir toplum bilimi terimi olarak “tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan her türlü maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresinde egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü” olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımlamada iki kavram hayati önem taşımaktadır: değer ve egemenlik. Bir milletin sahip olduğu en önemli değer ve egemenliğinin en belirgin özelliği dildir. Yani kültür eşittir dildir. Dil ise egemenliğimizin ve kültürümüzün korunmasında, sonraki kuşaklara aktarılmasında en büyük teminatımızdır. Nitekim Konfüçyüs “ Bir milleti yok etmek istiyorsanız önce dil ile başlayın.” demiştir. Tarihte olduğu gibi bugün de Türk milletini yıkmak isteyenlerin onun önce dilini ve dinini, sonra da vatan ve ecdat sevgisini yok etmek istemeleri şaşılacak bir durum değildir. Çünkü bunlar bilirler ki Türk milleti tarih boyunca kazandığı zaferlerde hep bu kaynaklardan beslenmiştir. Ve yine bilirler ki, I. Murat’ın Kosova Savaşı’ndan önce askerlerine yaptığı muhteşem konuşmasında söylediği “Bugün erlik zamanı ve mertlik demidir.” sözünün savaşın kazanılmasında payı büyüktür. İstanbul’un fethinden önce Fatih Sultan Mehmet’in, Bizans elçisine hitaben yaptığı konuşmada “ Benim gücümün eriştiği yere imparatorunuzun hayalleri bile yetişemez.” derken dilin insan psikolojisi üzerindeki etkisini çok iyi kullandığını görürüz. Türk dilinin muhteşem hitabet örneklerine Göktürk Kitabeleri’nden başlamak üzere, tarihin hemen hemen her sayfasında rastlayabiliriz.
Bugün, bu kadar köklü bir geçmişe sahip olan dilimizin yapısı, sesi, mimarisi, ezgisi -özellikle medya yayın organları eliyle- tahrip edilerek önce insanımızın millî dil hafızası uyuşturuluyor; daha sonra da dilin uzuvları yavaş yavaş ana damarlarından koparılıyor. Zaten uyuşmuş olan millî hafıza bunun farkına varamıyor. Ve televizyonda izlediği “on yüz bin milyon baloncuk (!)” arasında kaybolup gidiyor. O halde Türkçemizin yaşayan bir varlık olarak uzuvlarından kayıplar vermeden; doğru, güzel ve kurallara uygun olarak kullanılması için her şeyden evvel, bu dili kullanan fertlerde millî şuur oluşturulması gerekir.
Millî şuur öncelikle çocuklara çok küçük yaşlardan itibaren kazandırılmalıdır. Türk dilinin çok varsıl ve her türlü kavramı ifade etmeye yeterli bir dil olduğu olgusu eğitimin en önemli kazanımlarından biri olmalıdır. Yahya Kemâl "Bugünkü Türkçe" başlıklı makalesinde "Vatan fikri bizde daima vardı; fakat Namık Kemâl’in, bu fikri kalbimizde yeni bir nefesle uyandırdığı günden beri daha uyanığız. Onun vatan fikrini uyandırdığı gibi, bir diğer Türk şairi çıkıp da lisan fikrinin kutsiliğini uyandırsaydı, bize gösterseydi ki: Bizi ezelden ebede kadar bir millet halinde koruyan, birbirimize bağlayan bu Türkçedir, bu bağ öyle metin bir bağdır ki vatanın hudutları koptuğu zaman bile kopmaz, hudutlar aşırı yine bizi birbirimize bağlı tutar; Türkçenin çekilmediği yerler vatandır." demiştir. Fakat ne yazık ki bugün on üç-on dört yaşına gelmiş çocuklarımız, Türkçe derslerinde, ne bu fikirler doğrultusunda eserler veren Yahya Kemâl’le ne de “vatan şairi” olarak anılan Namık Kemâl’le tanışıyorlar.
Türkçe gerçekten zengin bir dildir. Somut ve soyut tüm kavramları karşılayan müthiş bir söz varlığına sahiptir. Türkçe sözcük ve deyimlerin günümüzde unutulmuş olanlarını bir araya toplayan Tarama Sözlüğü, sekiz büyük ciltten oluşmaktadır. Anadolu ağızlarının söz varlığını içeren Derleme Sözlüğü ise on iki cildi bulmuştur. Bu kadar zengin bir sözcük varlığına sahip olan Türkçemizin bu güçlü yanı, özellikle ders kitaplarında somut örneklerle vurgulanmalıdır. Örneğin, “ teyze, hala, yenge” gibi farklı sözcüklerle akrabalıkları ifade etme gücüne sahip olan Türkçeye karşılık, İngilizcede sadece “aunt” sözcüğünün kullanıldığı çocuğa belletilmelidir. Bunun yanında bir sözcüğün farklı bölgelerde, farklı ağızlarla söylenmesi de Türkçenin varsıllığındandır. Domatese Güney ve Güneydoğu Anadolu’da “banadura”, Batı Karadeniz’de “maniye”, Ege’de “domat” denilmesi de yine bu zenginliğin binlerce örneğinden sadece biridir. Bu farklı ağız özelliklerinin kullanılmasının, dilimizin çok geniş bir hazineye sahip olmasından kaynaklandığı, bunun da gurur duyulması gereken bir özellik olduğu çocuğa hissettirilmelidir.
Yunus Emre’nin “Bana seni gerek seni” diye yalvardığı, Karacaoğlan’ın “ Gönül gurbet ele varma” diyerek hasretini dile getirdiği, Dadaloğlu’nun “Alırım kız seni komam illere” sözüyle Avşar güzeline seslendiği, Pir Sultan Abdal’ın “Geçti dost kervanı, eyleme beni” deyişiyle geniş halk kitlelerine duru ve yalın bir seda seslendiği bir dilin yoksul olamayacağı kesindir. Türkçe aynı zamanda, bir hisler dilidir. Yahya Kemâl’e göre “Her halk, kendi ikliminin lisanını söyler.” Bu nedenledir ki aşk ikliminin insanı olan Türk milleti de sevdasını, bir aşk dili olan Türkçe ile dile getirmesini bilmiştir. Büyük “arif” Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî “Aşk beni arif etti/ İnceltti zarif etti/ Ben aşkı bilmez idim/ O beni tarif etti” derken dilin en “zarif” ve ince ezgilerini kullanarak aşkı “tarif” etmiştir. Bir birey olarak duygu ve düşüncelerimize başka hiçbir dil Türkçe kadar ses veremez. Bu fikirler dâhilinde hareket ederek millî şuurunu elde etmiş bir millet, dilinin yabancı dillerin esiri olmasına da izin vermeyecek, kendi millî iradesini ortaya koyacaktır.
Bu şuurun bir diğer ayağı ise dilde sadeleşmedir. Yabancı dillerden dilimize sızmaya henüz başlamış sözcüklerin karşılıkları, bu sözcükler gündelik hayata girmeden bulunmalı, milletin sesine ve mimarisine sunulmalıdır. Fakat bunu yaparken Türkçe sözlükteki en güzel yerini almış, milletin bilincinde şekillenip kalıplaşmış sözcüklerden bahsetmiyoruz. “ Kalem” kelimesinin Arapça kökenli olduğunu düşünürsek Türk milleti bu sözcüğü almış, millî değerleriyle yoğurmuş ve ortaya “kalem çalmak, kaleme gelmemek, eli kalem tutmak, kaleme kâğıda sarılmak, kalem kırmak, kalem eri, kalem oynatmak, kaleminden çıkmak, kalem sahibi, kaleme almak…” gibi daha nice incelikler içinde kullanmış; sevgilisini, yârini “kalem kaşlı, kalem parmaklı” diye sevmiştir. Bundan dolayı kalem kelimesini sırf Arapça kökenli diye dilimizden atamayız. Kalem kelimesiyle birlikte nice mecazların, mana inceliklerinin de üstüne kalem çekmiş oluruz.
Türkçenin millî kalıplardan ayrılmadan bir ilim ve medeniyet dili olarak dünya dilleri arasında hak ettiği yerde olmasını istiyorsak, bilim alanındaki çalışmalarda da takip eden değil, takip edilen olmak zorundayız. Örneğin, İskoç asıllı Amerikalı Graham Bell, telefonu icat etmiş ve ona kökü Eski Yunancaya kadar uzanan “telephone” (têlos “uzak”, phone “ses”) adını vermiştir. Amerikalı bir matematik mühendisi olan Vinton Cerf’in de geliştirdiği İnternet için İngilizce bir ad kullandığını söylemek mümkündür. Bu ve bunun gibi pek çok icat ile birlikte dilimize “ televizyon, teleskop, radyo, tren, fotoğraf makinesi, video, dvd, teyp, klima, kamera, hoparlör…” gibi kökü genellikle Fransızcaya ve Eski Yunancaya dayanan sözcükler girmiştir. Oysaki telefonu bir Türk mucit icat etmiş olsaydı, kuvvetle muhtemel ki ona Türkçe bir isim verecek, bütün dünya dillerinde Türkçe bir sözcük yer edecek ve Türkçe bir ilim dili olma yolunda önemli bir aşama kaydedecekti. Fakat ne yazık ki neverd-i bam’ da gösterdiğimiz şuuru İnternet’te gösteremedik. Farsça kökenli olan “neverd-i bam” sözcüğü Türkçenin bağrında yoğrularak ellisine merdiven dayamış Haşim’in şiirinde “ağır ağır çıkılan bir merdiven” haline gelmiştir. Oysa halkın derin dil zevkinde yer edememiş olan İnternet sözcüğü için aynısını söylemek mümkün değildir. Bu sözcük ile ilgili hiçbir mecaz ve söz sanatı yapılmamış, dilin karakteri bu ve bunun gibi sözcükleri hep merdiven altına itmiştir. Unutulmamalıdır ki dile zoraki giren sözcükler, hiçbir zaman halk tarafından kabul görmemiş, hiçbir deyim ve atasözünde kullanılmamıştır.
Türk milleti olarak her şeyden evvel, dilimizin var oluş davası içinde, onun bir sanat ve mecazlar dili olduğunu, mana zenginliğini, her türlü terim ve kavramı karşılamaya gücünün olduğunu bilmeliyiz. Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde Türkçe için “ üç dilden mürekkep karmaşık bir dil” olgusunun, millî bilinci yok etmek gayesi taşıdığının da farkına varmak gerekir. Yüzyıllar boyunca üç kıtada egemen olmuş bir millet elbette farklı dillerle karşılaşacak ve bu dillerle temas halinde olacaktır. Nitekim dil bilimci Şemsettin Sami “Millî lisanımız olan Türkçe, dünyanın en güzel lisanı değilse, en güzel lisanlarından biri olduğu şüphesizdir.” demiştir. Şemsettin Sami’nin dile getirdiği bu gerçek ışığında dilimize yaklaşmak, Türkçenin ilim dili ve millî bir dil olma yolundaki hareketinin durdurulamaz olduğunu; bunun da Türkçenin güçlü yapısından kaynaklandığını bilmek gerekir.
Türk dilini kendi millî vasıfları ve millî değerleri içinde yükseltmek, sanatımızı Avrupalılaştırma tutkusuyla kendinden geçenleri de Anadolu’nun topraklarından yükselen millî ses ile uyandırmak zorundayız. Türk dili, ciddi bir çalışma ile kendisine yapılmak istenen korkunç yıkımı önleyecek güçtedir. Yeter ki bu yıkımın kimler aracılığı ile neden ve hangi amaçlarla yapıldığının farkına varılsın…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.