- 904 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HAYATINIZI YARINLARA ERTELEMEYİN - öykü
Hayatınızı Yarınlara Ertelemeyin!
Yıl 2012, günlerden bir cumartesiydi, büyük bir mutlulukla gün ışığına kavuşmuştu gözlerim; sevinçle bakınırken etrafıma, evimizin telefonu birden çalmaya başladı, uzun süre görmediğim Tunç arıyordu. Merhaba Müjgan derken, yüreğinin acısını hissettiriyordu. İçime “derin kramplar” girdi o an, Tunç okulumuzun başarılı öğrencilerinden biriydi. Benim gibi hedefinde tıp vardı, onu hep gözlerdim, o gün okulumuzun bahçesinde buluştuk, acılı bakışları yüreğimi derinden incitiyordu. Müjgan sana bir şey söylemek istiyorum dedi! Dün gece yaşlı gözlerle karanlığı izlerken, adeta nefesim kesilir gibi oldu ve ben o an gözlerimi yumdum, gittim uzak diyarlara. Gözlerimi açtığımda kendimi bir evin içinde buldum. Sessizliğin hakim olduğu, kuşların sessizleştiği, akarsu sesi işitiyordum. Garipsediğim bir şey vardı ki, o anda senin sesin neden yüreğime hapsolduğu idi? İçim yıkık bir gemi enkazı gibi, huzursuzluğun moduna girmişti. Tunç anlattıkça anlatıyordu hücrelerinde gezen iç yakan zehirleri. Birden duraksadı, gözyaşları akmaya başladı. Ben neden hüzün içindeyim derken, cevapsız bırakıyordu tüm soruları. “İçinde büyük hüzünler taşıdığı belliydi.” Ailesine bağlılığı ilgimi fazlasıyla çekiyordu. Maddiyat problemi yaşayan Tunç başarılarına başarı katıyordu, hedefini on ikiden vurarak “tıp bölümünü” kazanmıştı. Ben de tıp kazanmıştım. İkimiz artık aynı bölümdeydik. Ben Marmara, O’da Hacettepe Üniversitesini kazanmıştı.
Ayrı şehirlerde olmamız, derslerin yoğunluğu ve yalnızlığın vermiş olduğu azimle günlerim soluk nefeslerle geçiyordu.
Zaman su gibi geçiyordu, kendi sorumluluğumuzun içinde kendimizi kaybetmişken, uzun bir süre de uzak kalmıştık birbirimizden, bu yıllara tekabül ediyordu.
Bir gün ortak arkadaşlarımızdan Irmak’la Beşiktaş’ta buluştuk. Onunla sohbet koyuydu. Gün boyu beraberdik. Kahve içerken, Tunç nasıl biri diye sordu? Ben de hiç bilmiyorum derken, Irmak şaşkın bakışlar içinde, nasıl bilmezsin? "Tunç sana hayran olan bir insandı. “Ayrı şehirlerde olmamız aramıza mesafeler koymuştu” dedim. Irmak sana sus diyorum dedi ve kızgın bir ifadeyle, sen Tunç’u hiç aradın mı diye sorarken, yerinde duramaz hale geldi? Biliyor musun? Sen çok bencilsin Müjgan dedi bana. Seni seven, sana bağlılığını her defasında dile getiren bir insandan nasıl uzak durursun? O beni hiç aramadı ki dedim ona? Irmak! Sevgi de asla gurur olmaz, ikiniz beklenti içine girmişsiniz, birinizin çekingen davranmaması gerekli ve şimdi arama sırası sen de hırçın bir ifadeyle deyiverdi. Çekingen halimle deli gibi dolanmaya başladım, içime “heyecan krampları” girmişti. Onu aramak için numarasını çevirmeye başlarken bile, içim tir tir titriyordu, hiç böyle bir duruma sürüklenmemiştim. İçimde tuhaf tuhaf duygular birikmişti. Tunç derken bile ayaklarım yerden kesilmiş oldu. Artık Tunç’un sesini işitiyordum. Tunç’a ilk kelimem iyi misin demekle başladı? Sesi çıkmıyor gibiydi! Küçük bir serçenin kanatları altına girerek ona akmak istedi içimin yalnızlıkları. Müjgan neredesin diyordu? Neredesin Müjgan? Ben buradayım, ya sen neredesin Tunç dedim. Kısık ses tonuyla beni benden alıyordu. Şaşkındım ve titriyordum. Tunç bu kadar zamandır sessiz kalarak, beni neden hiç aramadın? İncinen bir ruh haline getirdin ve uykusuz geceleri hediye ettin. İnsan sevmeli ve yaşam sürmeli diyordu ve ekliyordu. Duy beni Müjgan artık, senin giz dolu ruhunda, yaşamak isteyen biri var bu memlekette deyip kapattı telefonu. İçimdeki yalnızlıklarımı bir anda eritip gitti ve içimi huzur rüzgârları bastı. Minicik bir çocuğun çığlıkları gibi sevinmeye başladım. Artık, gündüzüm gecelerime karışmadan geçiyordu. O günden sonra, güneşin ışınlarından korkmaz oldum. Diyorlardı ya, sevmek gibisi yoktur diye; gerçekten de sevmek yüreklerin birbirine mühürlenmesi ve insanın sevdayla dünya ya bakması ne güzelmiş.
Tunç’a kavuşma günüydü, takvimler yıl 2018, nisanın yirmi yedisini gösterirken, ablam gibi sevdiğim Şair dostum Nuran Dündar Şeyhoğlu ile Ankara havalimanında karşılaşmanın mutluluğu yaşadım. Onu ilk defa görmüştüm. O gün, güzel rastlantının şokunu üzerimden atlatamamıştım! Bu kadar büyük bir tesadüf olur mu? Dercesine geçti gecem, mutluyduk ve gözlerimizin ışıl ışıl parladığının farkındaydı yüreğim, vedalaşırken birbirimize sıkı sıkı sarıldık, o an hüzün değmişti içime. Hayatın dolu dolu rastlantılarla olduğunu görmek ve yaşamak muhteşemdi.
Benim için İstanbul yolculuğu başlamıştı. Sevdiğim erkeğe kavuşmanın heyecanı her bir yanımı sarmıştı. Gözlerim alev alev, yüreğim de kıpır kıpır olmuştu. Uçaktan inerken, kalbim yerinden fırlayacakmış gibiydi. Çıkış kapısında yüzü kızarmış Tunç duruyordu. Var gücümüzle sardık birbirimizi. Bu mutluluğun tarifi yoktu! Gecemiz rengârenkti. İlk hafta sonumuzu piknik yaparak anılar kitabımıza yazmaya karar verdik. Bir sürenin ardından, dışarıda meleyen kuzular belirdi ve gülümsemeye başladım. İçime bir serinlik serpmişti, içimde büyüyen telaşlı hüzün her bir yanımdan akarken, güneşin ışıldayan rengi içimi “beyazlıklara” boyuyordu.
Işıklar tek tek kapanırken, içimden kopan bir fırtınanın sesiyle irkilmişti bedenim. Tunç hıçkırıklarla ağlıyordu. Ne oldu? Neden ağlıyorsun dedim? Küçük bir kız çocuğu, okul kıyafeti giymediğinden dolayı, sınıfına alınmadan evine geri gönderildiğini öğrenen baba, canına kıymış! Tunç isyan da, minicik bir evlâdın daha hayallerinin yıkıldığını ve umutlarının tükendiğini söylerken, kelimeler boğazında düğüm düğüm olmuştu. Ben çok zorluklar çektim Müjgan, bu güne kadar, yokluklarla dolu dolu bir hayat sürdüm. Firari geceler peşimi hiç bırakmadı, elimden kimse tutmadı! Maddiyat için hep çabaladım ve direndim her zorluğa ama babamın ölümü beni çok üzdü dedi ve ekledi. İnsanoğlu çok acımasız, sorgulamadan hemen hüküm veriyor ve yüreklerdeki acı feryatları duymazlıktan geliyor. Acının rengine boyanan bedenler, güne başlamadan karartılıyor derken Tunç’un gözyaşları dinmek bilmiyordu.
Üç hafta aradan sonra:
Bir cumartesi sabahına uyanmıştık, güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra sahile gidip kahvelerimizi orada içmeye karar verdik. Çok güzel bir gün geçirmiştik. “Anılar defterinize yazacağımız daha nice güzel günlerimiz olacaktı.”
Bir kış günüydü;
Tunç ağır hastalanmıştı ve bir anda vücudunu ateşler sarıvermişti. Hemen ambulans çağırarak, apar topar hastaneye gittik. Hastaneye ulaştığımızda Tunç bedenini hissetmediğini söyleyerek çığlıklar atıyordu. Doktorların büyük çabası onu kurtarmaya yetmedi! Tunç beyin felci geçirmiş ve farkında olmadan benden vazgeçmişti! Bir anda hayat bizi büyük sevginin içinden, kocaman derin bir kuyuya atmıştı. İçimin derinliklerinde isyana dönüşen, yaşama sevincim yok olmuştu. Bu zamana dek içimde biriken hüzünler hiç silinmedi! Şimdi biten hayata isyan etmem bile fayda etmiyor.
Ey insanlar, anınızı iyi değerlendirmek elinizde! Sakın hayatınızı “yarınlara” ertelemeyin, hayat çok ama çok kısa. İnsan sevdiğini kaybedince bunu daha anlıyor!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.