- 1506 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ölümünün 4. Yılında Âşık Şeref Taşlıova
M. NİHAT MALKOÇ
Yüreklerimize ışık olan gönül dostları birer birer terk-i dünya edince, yüreğimizin ışığı kısılıyor; gönül lambamız puslanıyor. Ruhumuzun gökkuşağı, o capcanlı renklerini kaybediyor. Canımız, tarifi imkânsız derecede acıyor. Yitirdiğimiz gönül erlerini birebir görüp tanımasak, onlarla konuşmasak da eserlerini vesile kılarak onlarla ünsiyet kuşmuşuz bir kere. Onlar duygu ve düşüncelerimize tercüman olarak gönüllerimizin başköşesinde oturmuşlar.
İster şair, isterse yazar olsun; kalem erbabı insanlar bu hayatta bizi en iyi anlayan, en iyi anlatan ve gönül telimize dokunan insanlardır. Onların varlığı yaşama gücümüze güç katarken, yoklukları hayatla olan bağlarımızı zayıflatarak kopma noktasına getiriyor. Zira onlar umut fidanlarımıza cansuyu ve aşı oluyorlar. Onlar ölümün öldüğü kutlu diyara göç ederek ebedileşseler de, geride hüzün tortuları bırakıyorlar. Lezzetleri acılaştıran ölüm, ağzımızın tadını kekremsi hüzne bırakıyor. Vaveylalar havayı adeta buz kesiyor.
Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de “Külli nefsin zâikatü’l-mevt”, yani “Her nefis ölümü tadacaktır.”(Âl-i İmran: 3/185; Enbiyâ: 21/35; Ankebut: 29/57) buyurmaktadır. Bu ayetin mucibince ölüm, hiç kimseyi ıskalamıyor hayatta. Sayılı nefesler tükenince hayat pınarları kuruyor. Makamı, mevkii, şöhreti, zenginliği her ne olursa olsun; vakti gelen, ölüm(süzlük) yoluna revan oluyor. Toprak, fani bedenimize yorgan oluyor. Hoş bir seda bırakanlar, gönüllerde yaşamaya devam ederken, bed bir seda bırakanlar nisyan çöplüğünde kayboluyor. Esamileri bir daha okunmuyor. Zaman onları bir anlamda cezalandırıyor.
Derviş Yunus, ta sekiz asır evvelinden “Ölümden ne korkarsın, korkma ebedî varsın” diye haykırsa da ölüme tebessümle bakmayı bir türlü beceremiyoruz. Ölümün bir ceza değil, bir lütuf ve armağan olabileceğini akledemiyoruz. Başa gelen ölümü metanetle karşılayamıyoruz. Ölümün kıyısında dolaştığımızı, ölmek için yaşadığımızı düşünemiyoruz. Yine aynı Yunus’un “Ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez” veciz sözünü içselleştiremiyoruz. Oysa Yunusça bir deyişle ifade etmek istersek “Cânın terketmeyen, maşukun bulmaz” Maşukumuzu bulmak için, ruhu ten kafesinden kurtarmalı, ona ebedî hürriyet yolunu açmalıyız.
Dünyaya gelmek, ölüm kapısını aralamaktır bir anlamda. Zira Âşık Veysel’in deyimiyle “iki kapılı bir han”da gidiyoruz gündüz gece. Bu kapılardan biri doğumsa, öteki de mutlak hakikat olan ölümdür. Cenap Şahabettin ne güzel söylemiş “Hepimiz ölümün nişanlısıyız” diye. Bence hayata geliş gayemizi unutarak, uçurumun eşiğinde yalpalamak ölmekten daha beterdir. Amaçsız yaşamak, hakikatte yaşamak değil, nefes alıp vermektir.
Geçenlerde son dönemlerin usta şairi Bekir Sıtkı Erdoğan’ı ötelere uğurlamış, hicran acısıyla derdest olmuştuk. Ona dair acıları ifade eden yazımızın henüz mürekkebi kurumadan Halk şiirimizin büyük üstadı, “Yaşayan İnsan Hazinesi” Âşık Şeref Taşlıova’yı kaybettik. Üzülmekten başka yapacak bir şey yok doğrusu. Ölüm kervanı hiçbir zaman durmadı ki bugün dursun. Bunu bilerek ve Rabbimizin her türlü tasarruflarına teslim olarak yaşıyoruz.
“Âşık Şeref Taşlıova da kimdi(r)?” diyeninizin çıkacağını doğrusu düşünmüyorum. Zira onlarca asırlık köklü ve zengin bir geleneği olan halk şiirine aşınalığı olup da Şeref Taşlıova’yı bilmemek abestir. Hatta az çok mürekkep yalamış herkes, onun adını mutlaka duymuştur. Çünkü o, radyo ve televizyonlarda sıkça boy gösteren popüler bir halk şairiydi.
Son dönemlerde kısmen zayıflasa da, çok güçlü ve temeli sağlam bir âşıklık geleneğimiz var. Bu gelenek içerisinde usta-çırak ilişkisine dayalı nice ozanlar yetişmiştir. Âşık Veysel’in başını çektiği bu âşıklar kervanından kimler geçmedi ki... Âşık Reyhani, Murat Çobanoğlu, Âşık Mahzunî Şerif, Âşık Sefil Selimî, Davut Sulari, Muharrem Ertaş, Neşet Ertaş, Bayburtlu Hüznî, Abdülvahap Kocaman ve daha niceleri... İşte bu geleneğin temsilcilerinden biri de serhat şehri Kars’ın güçlü seslerinden Âşık Şeref Taşlıova’dır.
Şeref Taşlıova, unutulmaya yüz tutan halk şiirini geniş kitlelere tanıtan ve sevdiren söz ve saz ustasıydı. Başta Feyzi Halıcı’nın tertiplediğ Konya Âşıklar Şöleni olmak üzere, yurdun dört bir yanındaki âşıklar şölenleri onunla bilinir, onunla şerefyâb olurdu. Bu şölenlerde şeref misafiri sayılırdı. Sazıyla ve sözüyle o mekânlara tarifi imkansız güzellikler katardı.
Geleneksel halk şiiri zincirinin son büyük halkası olan Âşık Şeref Taşlıova, 10 Nisan 1938’de Ardahan’ın Çıldır ilçesine bağlı Gülyüzü(Pekreşen) Köyü’nde Hacı’yla Nergis’in biricik evladı olarak dünyaya gelmişti(r). Babasının soyu Kafkasya Borçalı’dan gelmektedir. Aile kökleri meşhur Azeri şair Samed Vurgun’un da köyü olan Salahlı’ya dayanır.Kars’ta “Terekeme” olarak bilinirler. Küçük Şeref, yedi yaşında babasını kaybederek acıların en büyüğünü yaşamıştır. Bir erkek ve iki kız kardeşle birlikte hayata tutunma mücadelesi vermiştir. Bu süreçte annesini şefkat ve merhamet elini hep üzerinde hissetmiştir.
Şeref Taşlıova, babasının yokluğundan dolayı çok da düzenli olmayan, sancılı bir eğitim öğretim hayatı geçirmiştir. İlkokulu köyünde okumuştur. Âşıklık hevesi ilkokulun henüz üçüncü sınıfındanken bir kor misali yüreğine düşmüştür. Öğretmeni Hasan Kartarı, onun âşık(ozan) olmasında en büyük rolü oynamış, onu bu konuda fazlasıyla teşvik etmiştir.
Halk şiirimizin parlak yıldızlarından olan Şeref Taşlıova’nın dedesinin dedelerinden Halil Efendi’nin de iyi bir âşık olduğu söylenir. Yani âşıklığın ona soydan(ırsi) intikal ettiğini söylersek yanlış olmaz. Fakat o âşıklık geleneğinde başarı çıtasını en tepeye yükseltmiştir.
Âşık Şeref Taşlıova, ilkokulun ardından, bir süre Köy Enstitüsü’nde okumuştu. O sıralarda erkek kardeşini kaybetmiş, evin tek erkeği olarak kendisi kalmıştı. Annesi de bu durumdan dolayı onu bir daha okumaya göndermemiş, köy işlerinde çalıştırmıştı.
Şeref Taşlıova bağlama çalmayı da bu dönemlerde öğrenmiş, son nefesini verene kadar da bağlamasını elinden, o güzel şiirlerini dilinden düşürmemiştir. Daha sonra Âşık Şenlik’in oğlu Âşık Kasım’a çıraklık yaparak bu yola iyice girmiştir. Henüz on yaşında iken şiir yazmaya başlamıştır. Bağlamaya ve şiire yatkın olduğu için kısa zamanda kendini geliştirmiş, bu sahada adından sıkça söz edilen bir isim olmuştur. 1966 yılında Kars Radyosu’na girmiştir. Orada on sene boyunca birbirinden güzel âşıklık programları yaparak birçok değerin günyüzüne çıkmasını sağlamıştır, böylelikle de âşıklık geleneğine hizmet etmiştir.
Âşıklık geleneğinin son dönemdeki tartışmasız en büyük temsilcisi olan Âşık Şeref Taşlıova, bir aşk ve gönül adamıydı. İnsanla birlikte var olan ve her daim var olmaya devam edecek olan aşk şiirlerinin öznesiydi o. Bunun yanında “sevgi, gurbet, sıla, hüzün, hasret, gönül, Anadolu” gibi temaları şiirlerinde işlemiştir. Şiirlerinde 8 ve 11’li ölçüleri tercih etmiş, semai, koşma, türkü ve destanlar söylemiştir. Şiirlerinde “Şeref” mahlasını kullanmıştır.
Her şeyini saza ve söze döken Âşık Şeref Taşlıova, bir şiirinde kendisine dair biyografik bilgiler veriyor: “Bin dokuz yüz otuz sekiz,/Nisan doğum ayım benim./Taşlıova soy adımız,/Salihgiller soyum benim.//Doğuda Serhat Kars ili,/Meşhurdur Çıldır’ın gölü,/Tabiat nakışlı halı,/Gülyüzü’dür köyüm benim//Anam Nergiz, babam Hacı,/Üç kardeşiz, iki bacı,/ŞEREF der konuşmam acı,/Yumuşaktır huyum benim/Bir doksan bir boyum benim”
Şeref Taşlıova, bir şiirinde kendisini “Sevgi pınarından çağlayan suyum/Sevmek ve sevilmek inancım,huyum/Anadolu yurdum, yüce Türk soyum/Karslı Âşık Şeref Taşlıova’yım” şeklinde ifade ediyor. Merhum Taşlıova, Türkiye’yi Evliya Çelebi misali adım adım dolaşmıştır. Gurbet, onun hayatında çok önemli bir yer teşkil etmiştir. “Kurumaz âşığın gözünde yaşı,/Gurbet ellerinde, han köşesinde./İçinden tükenmez âhı, ateşi,/Gurbet ellerinde, han köşesinde.//Bu aşk ile âh çekerim, inlerim/Bir söylerim, iki durup dinlerim,/Şeref der ki böyle geçti günlerim,/Gurbet ellerinde, han köşesinde.” şiirinde bunun yansımalarını görürüz.
Dünyaya gönül gözüyle bakan, güzel görüp güzel düşünerek hayatından lezzet alan Şeref Taşlıova, hayatın hep olumlu yanlarını görmüş, aktif görme alanını olumsuzluklara kapamıştır. Hayata bakış açısını “Güzel Görünür” adlı şiirinde şöyle dile getirmiştir. “Arzu iplik, sevgi nakış/Ördükçe güzel görünür/Gönül gözü ile bakış/Gördükçe güzel görünür”
Halk şiirimizin mümtaz şahsiyetlerinden Âşık Şeref Taşlıova, yaşadığı süre içerisinde kıymeti bilinen ve farkına varılan ender sanatçılardan biriydi. Bunun en büyük delili de yaşarken aldığı onlarca ödüldür. Birçok kültür-sanat kuruluşu onu yılın sanatçısı ilan etmiştir. Dünyanın en büyük kültür teşkilatı olan UNESCO tarafından “Yaşayan İnsan Hazinesi” ödülüne layık görülmüştür. Bu ödül görkenli bir törenle kendisine verilmiştir. Taşlıova, katıldığı yarışma ve festivallerde adeta ödül yağmuruna tutulmuştur. Bu kapsamda 15’i altın olmak üzere 145 madalya, 120 plaket ve şilt,180 takdirname ve teşekkürname almıştır. O, aynı zamanda yaşarken heykeli dikilen ender insanlardan biriydi. Yine hakkında mezuniyet ve yüksek lisans tezleri hazırlanmıştır. Kısacası hak ettiği ilgiyi ve vefayı hayattayken görmüştür. Bu bizim kültür hayatımızda örneğine ender rastlanan müstesna bir durumdur.
Şeref Taşlıova, çok gezen ve çok yazan velût bir simaydı. Yaşadığı süre içerisinde birbirinden güzel ve özgün binlerce şiir kaleme almıştır. Fakat yazdıkları çalakalem değildi. Eserlerinin yarınlara intikal edeceğini bildiği için, şiirlerinde güçlü bir yapı kurmuştur. Şiirleri ve yazıları “Kars Eli, Türk Edebiyatı, Çağrı, Millî Kültür, Pınar, Kemalist Atılım, Türk Dili, İnanç, Güneysu, Maya, Tarla, Gülpınar, Çoruh, Türk Folklor Araştırmaları, Halk Evleri, Meşale, Erciyes, Yeni Çizgi, Köz, Türk Folkloru, Kök, Ana” gibi dergilerle yayımlandı.
Ebediyete uğurladığımız Şeref Taşlıova, bağlamaya son derece hakimdi. Sazından özgün ezgiler çıkararak müzik dünyasına armağan etmiştir. Taşlıova’nın Türkiye’de ve Avrupa’da kırka yakın plağı ve ses kaseti yapılmıştır. Şeref Taşlıova, Türk folklorüne ciddi hizmetlerde bulunmuştur. Türkiye’de ve dünyada çok sayıda üniversitede âşıklık geleneğine dair seminerler vermiştir. Bu kadim geleneği hep gündemde tutmaya çalışmıştır.
Halk edebiyatımızın gönüllü hizmetkârı olan Âşık Şeref Taşlıova iyi bir halk ozanı olduğu gibi, çok iyi de bir halk hikâye anlatıcısıydı. Çok geniş bir halk hikayesi dağarcığı mevcuttu. Halk edebiyatımıza birçok hikaye kazandırmıştır. 157 tane âşık makamı bildiği söylenir. Duyarlılığıyla halk hikayelerimizin yitip gitmesine engel olmuştur. Hikaye anlatımında vurgu ve tonlama gibi dilin bütün imkânlarından yararlanmıştır. “Âşık Şeref Taşlıova’nın Tasnif Ettiği Hikâyeler” adlı kıymetli kitap Prof. Dr. Fikret Türkmen ve Nail Tan tarafından hazırlanarak bu alana ilgi duyanların istifadesine sunulmuştur.
Kültür dünyamızın engin birikime sahip ender tanıklarından biri olan Şeref Taşlıova, ülkemizi birçok kez dünya ölçeğinde temsil etti, tanıttı. Bu çerçevede Hollanda, Belçika, Lüksemburg, Fransa, İsviçre, Avusturya, Danimarka, Almanya, İngiltere, Singapur, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kırgızistan, Türkmenistan, ABD ve Japonya gibi ülkelere gitti. Oralarda sazını konuşturdu. Sevgi, saygı, hoşgörü ve aşk içerikli şiirleriyle gönülleri adeta fethetti. Girdiği her ortamda hoş sedalar bıraktı. Aynı zamanda UNESCO’nun düzenlediği “Dünya Sanat Dizisi” etkinliğinde ülkemizi başarıyla ve onurla temsil etti.
Âşıklık geleneğinin yaşayan en büyük temsilcisi olan Âşık Şeref Taşlıova, on parmağında on marifet olan ender şahsiyetlerdendi. Sözcüklere hakim bir insandı. Hitabeti çok düzgün ve etkiliydi. Karşısındaki insanları etkilemeyi çok iyi beceriyordu. Taşlıova, Kültür Bakanlığı Türk Halk Müziği Korosu sanatçısıydı. En önemlisi de devlet sanatçısıydı. Bu onun için en büyük dünyevî payelerden biriydi. Şeref Taşlıova, Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliğinin (MESAM) kurucu üyesi ve Teknik Bilim Kurulu Başkanıydı.
Âşıklık geleneğinin bugünlere dek gelmesinde, yaşatılmasında ve geniş kitlelerce tanınıp sevilmesinde büyük katkıları olan Şeref Taşlıova, birbirinden güzel şiirlerini saz eşliğinde irticalen(hazırlıksız) söylerdi. Şiir söylemesi için kendisine bir ayak verilmesi yeterliydi. Onun her zaman yedeğinde birkaç şiiri vardı. Şiirle yatar, şiirle kalkardı. Şiir onun mütevazı haytının öznesiydi. Ruhunun gıdası şiirdi. Şiir onu hayal edemeyeceği noktalara taşımıştı. Dile ve tele getirdiği şiirlerle bir marka; yani Şeref Taşlıova olmuştu.
UNESCO’nun evrensel anlamda “Yaşayan İnsan Hazinesi” olarak vasıflandırdığı Şeref Taşlıova da her fani gibi bu dünyadan gelip geçti. Hayatın tabiî kanunu gereğince onu da sonsuzluğun bağrına yolcu ettik. O şimdi Ankara’nın Bağlum Mezarlığında kıyamete dek sürecek olan sonsuzluk uykusunu uyumakta... O, maddeden aramızdan ayrılsa da sazıyla ve sözüyle sevenlerinin gönlünde hep yaşayacaktır. Şiirleri ve nağmeleri onu sonsuza dek unutturmayacaktır. Bize bıraktığı güzel şiirlerden dolayı ona müteşekkiriz. Ruhu şâd olsun.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.