- 366 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sermayemiz beklentisizliğimizdir
Bazı ayetlerin ne denli önemli şeylere dikkat çektiğini anlamamız için başka uyarıcıların dikkatlerimizi onlara/manalarına çekmesi gerekiyor. İşte onlardan birisi. Kasas sûresinin 86. ayetinde kısa bir mealiyle buyruluyor ki: "Sana kitap verileceğini aslında sen hiç ummuyordun."
Lesley Hazleton’un meşhur bir TED sunumu var. İzleyenler hemen anımsayacaktır. Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın aldığı ilk vahiyle yaşadığı halet-i ruhiyenin ’vuruculuğunu’ anlatıyor. Uzun sunumundan bir miktar alıntı yapmamız gerekirse seçeceğimiz cümleler şunlar belki: "Kısacası ’kendisine tepki göstermeyi kolaylaştıracak’ hiçbirşey yapmadı. Bu vahiy tecrübesini ’dünyevî kişisel hırslarını gizlemek için icat etmiş’ diye eleştirebileceğimiz hiçbirşey yapmadı. Tam tersi. İlk başta başına gelen şeylerin gerçek olamayacağına ikna olmuştu."
Evet. Biz, çeşitli siyer kaynaklarından da biliyoruz ki, Aleyhissalatuvesselam, ilk vahyi aldığında kendisine olan şey hakkında endişeliydi. Bu endişesini muhterem zevcesi Hz. Hatice annemize de açtı. Varaka b. Nevfel gibi başka danıştıkları da oldu. Çünkü nübüvveti hakikaten beklemiyordu. Böyle birşeyi ummuyordu. Ve aslında tam da bu ’beklentisizliği’ onun ihlasının bir deliliydi. Aynı noktaya Bediüzzaman da bir eserinde şöyle dikkat çekiyor:
"Kur’ân-ı Hakîm vahye istinad ediyor ve vahiydir. (...) Ve münzel-i aleyh olan Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın bidâyet-i vahiydeki telâşı ve nüzul-ü vahiy vaktindeki vaziyet-i bîhuşu ve herkesten ziyade Kur’ân’a karşı ihlâs ve hürmeti gösteriyor ki, vahiy olup ezelden geliyor, ona misafir oluyor."
Evet. Öyledir. Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın ’bidayet-i vahiyde/vahyin başlangıcında’ ve ’nüzul-u vahiy vaktinde/kendisine vahiy inerken’ yaşadığı haletler de Kur’an’ın vahiy ve kendisinin hak nebi olduğunun delilleridir. Çünkü bu tür burhanlar da sözün asıl sahibinin o olmadığını gösterir. Hatta, kendi adıma söylemem gerekirse, Kur’an-ı Hakîm’in bu yönü beni ayrıca etkiler. Çünkü o, ilk nakledeninden itibaren, kendisine hürmet eden dillerde taşınmıştır. Beklentisizlerin omuzlarında yükselmiştir. Ve, ilk nazil oluşundan beri bu iklimi sevdiği için, talebelerinden de ’beklentisizliği’ ister. Belki de ihlas, işte bu ilk günde, Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın sahip olduğu beklentisizliği taklidimizin adıdır. Biz elbette onun gibi olamıyoruz. Ama en azından ’istemeli’ değil miyiz?
Evet. Öyledir. Kur’an’la başka birşey istenmez. Ancak Allah’ın rızası istenir. İkinci birşey umulmaz. Ancak Allah’ın rızası umulur. Hatta şu da var: Bediüzzaman’ın, Emirdağ Lahikası’ndaki bir mektubunda, Risale-i Nur’un İttihad-ı İslam siyasetine alet edilmesine dair duyduğu endişe belki de böyle bir ihlas kaygısından besleniyor. Düşünsenize! Bu zamanda en büyük farz vazife olarak gördüğü şey: İttihad-ı İslam. Herşeyden çok önemsediği bu gayeye dahi alet edilmesini istemiyor telif ettiği Kur’an tefsirinin. Şaşırtıcı değil mi?
Yani, Kur’an nuruyla, elbette çok büyük toplumsal faydalar, siyaset-i İslamiyeye yararlar, ümmet adına hasenatlar vücud bulabilir. Fakat bunlar Kur’an’ın ilk amacı olamaz. Kur’an tefsirinin de ilk amacı olamaz. Kur’an talebesinin de amacı olamaz. İlletimiz olamaz. Bizim gücümüz dünya ve kendimiz adına ’beklentisiz olmak’tadır. Beklenti yoldan çıkarır. Şaşırtır. Söndürür bizi. Sekülerleşme de zaten ’fayda’ların ’illet’ yerine geçmesiyle başlamaz mı?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.