- 1748 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
CENAZEDE YEMEK YEDİRME-ÖLEN KİŞİYE DEVİR VE ISKAT MESELESİ ÜZERİNE..
’’Ölen bir cenazenin arkasından biz öyle bir hale geldik ki ;acımızı yaşayamıyoruz.Gelene gidene hizmet edip, ölenin nasıl öldüğünü anlatmaktan.. Hatta iki ara bir derede iki gıybetin belini kıran ve uzun zamandır birbirini görmeyip cenaze günü inceden ince sohbet kaynatan akrabadan..
Yanyana izdihamla oturup cenaze kalkmadan ikram bekleyen komşulardan..Dert ettiğinden değil de, sırf merakından tatmin için cenaze sahibini konuşturanlar.. Ahhh o pideler, illa kıymalı olmalı helva öyle kavrulmaz! İçine çam fıstığı da atılmalı..
Ölenin kıyameti kopmuş arkada dulu yetimi kalmış kimin umurunda?.. İlk perşembesi, yedisi, kırkı, elli ikisi.
40’ı okutulurken bi sarma sarılmazsa konu komşu ne der?.. Tavuk yerine kırmızı et koyulursa bir de aman aman.. O tabaklar nasıl gururla taşınır!..
Sübhanallah, hanımlar ve beyler! ne kadar çirkinleştik farkında mısınız.Bir de son moda olarak kokulu taş tespih mıknatıslı magnet dağıtma çılgınlığı başladı ki, dağıtmayanı dövüyorlar desem abartmış olmam.Yahu insan ölmüş insan..!!Belki kabirde kemikleri birbirine geçti azaptan, sen onun adına kokulu taş dağıtarak sevap mı umuyorsun ey kardeşim..
Kim soktu bu çirkin işleri bizim fıtratımıza.Biz ahireti bilen, kabrin ve sorgu sualin dayanılmaz zorluğunu bilen bir ümmet olarak, nasıl ölüm gibi ciddi bir işi şaklabanlık malzemesi haline getiririz?..
Hele mevlid kreasyonu şıklık yarışına hiç girmiyorum. Nerde ne altını varsa takmış evin içinde topuklu terlikle geziyor bir de elinde gülsuyu..Yahu adam ölmüş adam! Diriden utanmazsın da Allah’tan da mı korkmazsın; Sen de öleceksin!
Cenazelerinizi festivale döndürdünüz farkında değilsiniz.
Eğer ölümü bir dakikacık tefekkür edebilseydi, bu toplum bir kaşık pilav
yiyemeyecek hale gelirdi. Bakın ne samimiyetimiz kaldı, ne ciddiyetimiz ne edebimiz, ne de Allah ve ölüm
korkumuz!..
Kaldi ki, nerde cenaze sahibine saygı duymak ve insanları rahat bırakmak?Evden ölüden önce pide lahmacun yemek kokuları çıkıyor..Cenaze sahipleri uyuşmuş bir vaziyette gelenlere tabak taşıyıp hizmet ediyor.. Ben bunu kabul edemiyorum dostlar! Bu işleri siz başlattınız, bitirecek olan da yine sizlersiniz.
Kim ne derse desin, reddedin bu bid’atleri. Allah cc.ne der kaygısıyla yaşayın, bırakın kul ne derse desin.
Ölümü ölüm gibi yaşayın. Resûlullah /Sav. evlatlarının arkasından, Fatıma’tüz- Zehra anne babasının arkasından ne yaptıysa siz de onu yapın.’’ Alıntı..
Günümüzde maalesef İslam dinini yaşamak oldukça zorlaşmaktadır.Her geçen gün son yıllarda cenaze sahibi evlerde farklı bir adetler ortaya çıkmaya başladı. Anadolu’nun bazı küçük illerinde bile cenazenin ilk günlerinde bazen üç gün boyunca çadırlar kurulup pideler dağıtılıyor.
Bir çok Anadolu köylerinde adam ölen ana babası için tefeciden faizciden veya bankadan kredi parası alarak şatafatlı cenaze yemekleri hazırlatıp gelen davetlilere ikram etmektedirler.Ben bu türden yedisi kırkı elli ikisi kabilinden bu tür cenaze yemeğine katılmak durumunda kaldım.
Buraya kadar ortada problem yokmuş gibi görünüyor. Ama dikkat edilince insanların yeni bir hurafeye doğru gittiği endişesi de bazı çevreleri ürkütmüyor değil. Öncelikle dinimizde, sünnette bu çadır tutma ve pide dağıtma geleneğinin yeri var mı sorusunun cevabını araştırdım.
Bu konuda Din İşleri Yüksek Kurulu’nun kararı şu şekilde: Hz. Peygamber, ölünün kendi ailesinin yemek hazırlayıp gelenlere ikram etmesini hoş karşılamamıştır.
Cenazede hangi para ile yemek dağıtmak helal değildir.Ölen kişinin mirasçıları fakir iseler veya aralarında buluğ çağına erişmemiş çocuk var ise, geriye bıraktığı maldan yemek yapılarak cenazeye gelenlere verilmesi helal değildir. Buna karşılık Peygamberimiz, komşu ve akrabalarının ölü sahiplerine yemek getirmelerini tavsiye etmiştir (İbn Mace, Cenaiz, 59).
Anadolu’nun küçük şirin bir şehrinde görüştüğümüz kişiler cenaze evlerinde çadır kurulmaz, pide dağıtılmaz ise bunun artık çok ayıp karşılandığını belirttiler.
Cenazesi olup acısı taze olan ölü yakınlarının bir de kendilerine gelen ziyaretçileri tabiri caiz ise düğün merasimi gibi ağırlama yükü yüklendiğini söylediler. Tabi ki halktan aldığımız duyumlara göre cenaze sonrasında yapılan yorumlarda insanlar üzerinde mahalle baskısının oluşmaya başladığı anlaşılıyor.
Ölü yakınlarının çadır kurması, pide dağıtması da yetmiyor. ’Pidenin yanında içecek dağıtılmış mı, o kadar insan cenazeye gelmiş fıstıksız kuru bir helva mı ikram edilir? ’ gibi çok çirkin dedikodular en az on-beş gün boyunca sağda solda konuşulduğu aktarılıyor.
Orada okunan Kur’an ve ölümü tefekkür ise bu konuşmaların gölgesinde ’tabi hepimizin başına gelecek’ ifadeleri ile çay yudumlarken geçiştirildiği anlaşılıyor.
Bu konuyu ciddiye alıp herkesin cenazesini sünnet ölçülerince uğurlaması oldukça yerinde bir karar olacak. İçinde birçok hayırı barından şu nebevi tavsiyeyi ihya edersek kazanacağımız sevap da o derece büyük olur galiba.
Abdullah b. Cafer’den… Demiştir ki: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cafer’in ev halkına yemek hazırlayınız. Çünkü onların başına kendilerini meşgul eden bir iş gelmiştir.” (Ebu Davud, Cenâiz, 25-26; Tirmizî, Cenaiz 21; İbn Mace, Cenaiz 59; Ahmed b. Hanbel, 6/380)
Bu hadis sebebiyle cenaze sahiplerinin kendilerine taziye için gelen misafirlerine yemek hazırlaması mekruh kabul edilmiştir.
Hatta Cerir b. Abdullah el-Becelî radıyallahu anh tarafından söylenen “Biz ölünün ailesi yanında toplanmayı ve onların yemek hazırlamasını onun üzerine feryad-ü figan ederek ağlamaya denk (bir günah) olarak görürdük.” (İbn Mace, Cenâiz, 60) rivayeti de dikkate şayandır.
Fakat uzaktan gelip de geceyi ölü evinde geçirmek mecburiyetinde kalan kimselere, ölünün ev halkı tarafından yemek hazırlanması bazı ulema tarafından caiz görülmüştür ki bizce de bu doğrudur.
***
ISGATI SALAT-ISGATI SAVUM-ISGATI YEMİN VE DEVİR..
Gelelim Iskat ve Devir meselesine.Kimi Hocalara göre ıskat ta yoktur devirde yoktur.Anadolu’da eskiden beri yapılagelen bu uygulamaya günümüz İlahiyatçıları karşı çıkmakta İslamda böyle bir uygulamanın olmadığını yazılarında ve televizyon proğramlarında söylemektedirler.
Halbuki Ömer Nasuhi Bilmen Hocanın Büyük İslam İlmihalinde ıskat konusu başlı başına bir bölüm olarak yer almakta idi.Sonraki en son baskılarda ıskat ve devir gibi pek çok konu bu kitaplardan çıkarılmıştır.
Peki işin doğrusu nedir buyrun İlim ehli zatın makalesinden beraber okuyalım:
"Iskat” lûgatte, düşürmek demektir. “Devir” de, döndürmek, çevirmek manalarınadır.
Dinî ilimler ıstılahında ise, kişinin sağlığında edâ edemediği namaz, oruç, kurban, adak, keffâret gibi ibadetlerinin, vefatından sonra fakirlere fidye ödenerek düşürülmesine ıskat tabir edilmekte... Ve bu maksatla ayrılan meblağın yeterli olmaması durumunda uygulanan yönteme de devir denmektedir.
Vefat eden bir mü’minin kazaya kalmış beş vakit farz namazları ile vitir namazlarının affedilmesi (uhdesinden düşürülüp manevî sorumluluğundan kurtulması), umuduyla verilen fidyeye (bedele) yani yapılan tasadduk işlemine ise “ıskat-ı salât” (namazı düşürmek) denir.
Cenab-ı Hak Kur’ân-ı Kerimde şöyle buyurmuştur: “Ey İnananlar! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız (takva sahibi olasınız) diye, size sayılı günlerde farz kılındı. İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutar. Oruca dayanamayanlar, bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir. Kim gönülden (fidyenin dışında fazladan bir) iyilik yaparsa o iyilik kendisinedir...
Ayet-i celilede görüldüğü üzere oruç tutmaya gücü yetmeyen çok ihtiyar veya iyileşme umudu kalmayan hastaların, fidye vermeleri gerektiğine dair açık hüküm bulunmaktadır. İslâm âlimlerinin çoğunluğu, bu âyetten hareketle, mazeretli veya mazeretsiz orucunu tutmamış ve kaza etmeden vefat etmiş olan kimselerin oruç borçları için fidye ödenebileceğini ifade etmişler; oruç borcu olan kişilerin ölmeden önce bu hususta vasiyette bulunmalarını tavsiye etmişlerdir.
Çünkü ölenin bu noktada vasiyetinin bulunması, bu kıyas (ölümden sonraki durumu hayattaki durumuna kıyas) hükmünü daha da kuvvetlendirecektir. Böyle bir vasiyette bulunulmuşsa; defin masrafı, varsa borçları düşüldükten sonra, terikenin üçte birinden bu vasiyetin yerine getirilmesi gerekir.
Vasiyet yoksa; mirasçılar isterlerse miras malından, miras bırakmamış veya bıraktıkları yeterli değilse, kendi mallarından teberru’ (bağış) olarak da verebilirler. Keza yabancı bir kimse tarafından, ölen adına yapılacak tasaddukun sevabı da o mü’mine ulaşır.
Gelelim “ıskat-ı salât” meselesine… Yani namazla alakalı fidye mevzuuna…
Hasta ölmüş, başı ile ima/işaret ederek de olsa kılamadığı namazları varsa, bu namazların kazası için herhangi bir vasiyette bulunması gerekmez.
Ancak işaret yoluyla da olsa kılmaya gücü yettiği halde kılmadığı/borçlu olduğu namazlar varsa, ölen kimsenin bu namazların sorumluluğundan kurtulabilmesi ümidiyle, adına tasadduk yapılabilmesi için malının üçte birinden vasiyette bulunması gerekir.
Bu takdirde terikesinin (ölenin geride miras olarak bıraktığı malının) 1/3’ünden, hesaplanacak her farz namaz ve vitir namazı sayısınca namaz fidyesi verilerek, affedilmesi için Cenâb-ı Hakk’a niyazda bulunulur.
Bu fidyenin miktarı oruç fidyesi kadar olup, bu da yarım sâ’ buğdaydan ibarettir. Ancak esasta bir fidye, bir yoksulun günlük yeme-içme masrafına denk bulunmalı; kısacası verilecek fidye miktarında temel ölçü bu olmalıdır.
Ve yine ölen kimse, oruçta olduğu gibi ıskat-ı salât için de bir şey vasiyet etmemiş ise, mükellef mirasçılardan birisinin veya birkaçının teberru’ olarak vereceği mal yahut para ile de ıskat-ı salât muamelesi yapılabilir.
Bir kimse hayatta iken namaz için fidye veremez. Çünkü bu namazları kaza etme/edebilme ihtimali vardır. Fakat bunları kaza edemeyeceğini dikkate alarak vasiyette bulunursa, bu vasiyet ölümünden sonra mirasçıları varsa terikenin üçte birinden, mirasçısı yoksa malının tamamından yerine getirilir.
Namaz fidyesi için ayrılan para yeterli olmazsa, bu işlem, devir yoluyla on fakire veya yine bu yolla bir yahut birkaç fakire verilebilir. Yani bir miktar para fidye olarak fakire/fakirlere verilir, o da bunu alıp kabul ettikten sonra tekrar iade eder, aynı para tekrar fakire fidye olarak verilir ve bu işlem fidye meblağına ulaşıncaya kadar devam eder.
Öteden beri yapılagelen devir usûlü budur. Dileyen kabul eder, dileyen etmez. Ona bir diyeceğimiz olamaz. Biz meseleyi imkânlarımız-vüs’atimiz nisbetinde ilmi bir çerçevede enine-boyuna ele almaya çalıştık. Sonrası okuyanların bileceği iştir.
Dilerseniz bunu bir misalle açmaya-anlatmaya çalışalım. Mesela bir yıllık namaz borcu olan kimse ölse, bir aylık namazı vitirle birlikte 180 vakit, bir yıllık namazı ise 2160 vakit eder. O yılın fidyesini 6 lira kabul edersek bir aylık namaz fidyesi, 1.080 lira olur. Iskât-ı salât için de mesela yalnız 1.506 lira ayrılmışsa, bu meblağ on fakire 108’er lira olarak hibe edilir.
"Fakirler de aynı parayı tekrar, ölünün mirasçısına hibe ederler. Bu hibeleşme 10 defa devir edildiğinde, bir yıllık namazın toplam fidye tutarına ulaşılır. Ancak kişinin ne kadar kaza borcu olduğu genelde bilinemeyeceğinden, ihtiyaten mükellef olduğu bütün yıllar hesaba katılarak devir yapılır. Şöyle ki:
Ölen kişi erkek ise on iki, kadın ise dokuz yaşından sonraki yaşadığı yıl hesap edilir Bu zaman içinde namazlarını kılmış olsa bile, bunların kılınmasında noksanlar bulunacağı düşüncesi ile bütün bu müddet içindeki namazları için fidye verilmesi tercih edilir. Mesela, ölen bir erkeğin ömrü yetmiş yıl olsa, bunun elli sekiz senesi için her namaz karşılığında bir fitre miktarı fidye verilir, ya da devir yapılır.
Namaz fidyesinden sonra; oruç, kurban ve yemin keffâreti için ayrıca para ayrılıp hesaba katılmamışsa, bunlar için de tekrar “devir” yapılır. Nafile olarak başlanıp bozulduktan sonra kaza edilmemiş namazlar, adanmış fakat kılınmamış namazlar ve yine adanmış ama kesilmemiş kurbanlar için de bir miktar devir yapılır. Hatta yapılmamış tilavet secdesi de bir vakit namaz sayılarak bundan dolayı da fidye verilir.
Namaz fidyesinin tamamını bir fakire bir günde vermek caizdir. Fakat oruç ve yemin keffâretleri böyle değildir. Bu fidyeler bir günde bir şahsa ancak bir tane verilebilir, toptan verilemez. Ya da ayrı-ayrı kişilere verilir. (keffâretlerle ilgili daha geniş bilgi için “Keffâret nedir, kaç kısma ayrılır?” başlıklı yazımıza bakılabilir.)
Namaz için fidye vermeye dair açık bir delil ve icma’ yoktur. Ayrıca bu usûl, delille sabit olan oruç fidyesine kıyas yolu ile de kabul edilmiş değildir. Bu bir ihtiyat işidir; hassas-dikkatli-ölçülü, güzel, tedbire dayalı bir davranıştır.
Fidye ile oruç borcunun düşeceği nass (ayetle, kesin delil) ile sabittir.
Nitekim bazı Hanefî âlimleri edille-i fer’iyye’den istihsan deliline dayanarak bu işi güzel bulmuşlar ve bu noktada namazı oruca benzetmişlerdir.
Hatta namaz oruçtan daha önemlidir; bu yüzden kazasına imkân bulunmayan namazlar için fidye vererek, Cenâb-ı Hakk’tan af dilemek bir ihtiyattır, demişlerdir. Mesela bu cümleden olarak İmam Muhammed eş-Şeybanî (rh.) “Ziyâdât” adlı eserinde “namaz fidyesi, namaz borcu için ’İnşaallah kifayet eder/yeterli olur” demiştir.
Zira fidye ile namaz borcunun düşeceği nassa veya kıyasa dayansaydı, daha kesin bir üslup kullanılması gerekirdi. Meselenin Allah’ın meşiyyetine/dilemesine bırakılması, bunun bir ümit olduğunu gösterir. Mü’min ise zaten “korku ve ümit arasında olan kişi” değil midir? Allah’ın rahmetinden, af ve mağfiretinden de ümit kesilmeyeceğine göre, bu da güzel bir uygulamadır, diyebiliriz.
Fahru’l-İslâm İmam Pezdevi (rh) Usûl’ünde şöyle diyor: “Namaz hakkında fidyenin cevazına (yeterli olacağına), oruç hakkında hükmettiğimiz gibi hüküm veremeyiz. Ancak namaz hakkında fidyenin lütfen kabulünü Allah tarafından bir ihsan olarak isteriz."
Diğer yandan İmam İbnü’l-Hümâm (rh.) gibi içtihad etme derecesini kazanmış bir zatın da, “Fethu’l-Kadir” adlı eserinde; Hanefi imamlarının istihsânına göre, namazın oruca benzediği, oruçla fidye arasındaki alakanın, namazla fidye arasında da sabit olduğu ifade edilmiştir.
Eğer bu benzerlik sabit olursa maksat hasıl olmuş, netice elde edilmiş olur. Değilse, namaz fidyesi bir birr u ihsan/iyilik ve ikram kabilinden olur. Birr ve ihsan ise kötülükleri yok eder. Nitekim bir âyet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: “Şüphesiz iyilikler kötülükleri yok eder.”
Keza temel fıkıh kitaplarımızdan Kuhistanî’de de şöyle deniliyor: "Eğer ölü, namaz için fidye verilmesini vasiyet etmemiş ise, velisinin bağış yapması caizdir. Bunun müstahsen (güzel) bir iş olduğu görüşünde ihtilaf/ayrılık-gayrılık yoktur. Bunun sevabı ölüye ulaşır."
Gelenek diye her gün İslam’ın bir hükmünü kaldırmaya çalışıyorlar. İskata bid’at diyen sapıklar vardır.
Halbuki iskat, Kitap ve Sünnet ile, kıyas-ı fukaha ile sabittir. Kur’an-ı kerimde namazların nasıl kılınacağını açıkça anlamamıza imkan yoktur.
Kur’an-ı kerimde namazın nasıl kılınacağı bildirilmemiş diye, namaz kılma şekli inkâr edilebilir mi? Her husus Kur’an-ı kerimde açıkça anlatılmamıştır.
Bunlar, diğer delillerle bildirilmiştir. Dinimizde dört delil vardır: Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas. Bu dört delile Edille-i şeriyye denir.
Âlimler, Kitap ve Sünnete dayanarak iskatın hükmünü bildirmişlerdir. Mesela Nur-ül-izah, Haşiye-i Tahtavi, Halebi, Dürr-ül-muhtar, Mülteka, Dürr-ül münteka, Vikaye, Dürer, Cevhere ve Birgivi Vasiyetnamesi Şerhi gibi kıymetli kitaplarda, ölü için iskat ve devrin gerektiği bildirilmektedir.
Tahtavi haşiyesinde buyuruluyor ki:
(Bir kimsenin, kaza edemediği namazlarının iskatının yapılması için bütün âlimlerin sözbirliği (icma) vardır. Namazın iskatı olmaz demek çok yanlıştır.
Çünkü bu hususta mezheplerin sözbirliği vardır. [Nesai’deki] hadis-i şerifte (Bir kimse, başkası yerine oruç tutamaz ve namaz kılamaz.
Ama onun orucu ve namazı için fakir doyurur) buyuruldu.) [s.356] Nimet-i İslam’daki bu hadis-i şerif, Dürer’de de mevcuttur.
Görüldüğü gibi, iskat Kitap ve Sünnette vardır. Ancak, iskatın hükmü Kur’an-ı kerimden açıkça anlaşılmadığı için, âlimler, istinbat yolu ile çıkarmışlardır.
Âlimlerin bu yol ile çıkardığı hükümlere Kıyas-ı fukaha denir. Kıyas-ı fukahayı inkâr edene mezhepsiz denir.
Mecmaul-enhür’da diyor ki:
(Nefsine ve şeytana uyarak namazlarını kılmamış, ömrünün sonuna doğru buna pişman olup kılmaya ve kaza etmeye başlayan kimsenin, kaza edemediği namazlarının iskatının yapılması için vasiyet etmesi caizdir.) (Müstasfa)
Oruç, namaz, zekât borcundan başka, kul hakları, ödenecek borçlar, emanet, hırsızlık, dövmek, sövmek, alay, iftira, gıybet gibi hakların da iskatı yapılır. (Cila-ül-kulub)
Bazı din cahilleri, iskatı kabul ediyorlar, fakat iskat devri için, (Parayı, bir başka fakire hediye etmekle iskat nasıl yapılır, kim kandırılıyor?) diyorlar.
İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki: (Bir kimse, zekâtını fakire verse, fakir de zekâtı aldıktan sonra, getirip zengine hediye etse, zekât verilmiş olur.) [Zekât bahsi]
İskat işinde de, fakirin parayı, gönlü ile hediye etmesi gerekir. Gönlü ile hediye ederse, (Kimi kandırıyor?) denilemez.
Herkes mülkünü dilediğine hediye edebilir.
(Hidaye)
***
CENAZEDE ISGATI SALATVE DEVİR KONUSU..
Iskat-ı Salat için meyyitin miladi yıl olarak hayatı esas alınır ve erkeğin 12, kadının ise 9 yaşından sonraki yaşadığı yıl tesbit edilir.
Bu müddet zarfında namazlarını kılmış olsa bile bunların edası esnasında noksanlıklar olabileceği mülahazasıyla namazlarının tamamı için fidye vermesi tercih olunur.
Mesela vefat eden erkek 62 yaşında ise 50 senelik ömrü için (vitir namazı ile beraber günlük 6 vakit olarak hesaplanıp) her namazının mukabili bir fitre mikdarı fidye verilir.
Fitrenin 30 lira olduğunu kabul ederek hesaplayacak olsak bir günlük namazı için 180 lira, bir aylık namazı için ise 5.400 lira, elli senede 600 ay olduğundan, 5.400 x 600 = 3.240.000 lira fidye verilmesi lazımdır.
Eğer fidye olarak ayrılan para namazlara mukabil olmuyorsa bu para devir yapılarak ıskat yerine getirilir. Usulü ise şöyledir: Misalimizdeki meyyitin ıskatı için bir aylık namaz fidyesine mukabil olan 5.400 (180 x 30 =5.400) lira ayrılmış olsa bir aylık devir yapılır.
Yani 50 senede 600 ay vardır bu 5.400 lira 600 defa devir yapılır. Eğer fidye olarak 10.800 lira ayrılmış ise 300 defa eğer 21.600 lira ayrılmış ise 150 defa devir yapılır.
Bu minval üzere devrin sayısı ayrılan para mikdarı ile ters orantılı olarak değişir. Fidyenin devri yapılırken acele edilmemelidir. Şöyle ki: Meyyitin velisi fidyeyi “Falan oğlu falanın namaz keffareti olmak üzere şu meblağı sana hibe ettim ” deyip parayı fakire verecek.
Fakir de “ Kabul ettim ” deyip aldıktan sonra kendi rızası ile o meblağı geri veliye hibe ve teslim edecek. Veli hibeyi kabul edip aldıktan sonra yine yukarıdaki minval üzere fakire tekrar hibe edecek.
Böylece belirlenen devir mikdarı tamamlanıncaya kadar devem edilecek. Kendileri ile devir yapılacak fakirler arasında çocuk, bunak, deli, zengin ve gayri müslim olmamasına dikkat edilmelidir.
Devri velinin kendisinin yapması daha münasiptir ama kendisi yapamazsa yerine başka bir kimseyi vekil tayin edip devri yaptırabilir.
Vekil olan kişi veli adına yukarıda ki paragrafta tarif edildiği üzere parayı fakire hibe edip yine fakirden geriye bir aracı vasfı ile alıp kabul etmelidir.
Namaz için yapılan devirden sonra oruç keffareti ( ki buna ıskat-ı savm denir ve her günlük oruç için bir fidye olarak hesaplanır.), kurban keffareti , yemin keffareti için devir yapılır.
Bununla beraber nafile olarak başlanıp ta bozulduktan sonra kaza edilmemiş namazlar, adanmış fakat yerine getirilmemiş namazlar ve kurbanlar, hatta yapılmayan tilavet secdeleri (her biri bir namaz olarak kabul edilip) ve sair hukuku hak ve ıbad için de zan ve tahmin edilen mikdara tekabül edinceye kadar bir mikdar devir yapılır.
Iskat-ı Salatın meyyit defnedilmeden önce yapılması daha münasibdir ama definden sonra yapılmasında da bir beis yoktur...www.incemeseleler.com/.../800-iskat-salat-meselesi...
***
ISKÂT-I SALÂT VE DEVİR NASIL YAPILIR?
Bir Müslüman namazlarını îmâ ile olsun edâ veya kazâya gücü yeter iken edâ ve kazâ etmeden vefât etse bunların âhiretteki mesûliyetinden kurtulabilmesi ümidiyle ıskât yapılabilmesi için malının üçte birinden vasiyette bulunmuş olması lazımdır.
Iskât-ı salâtı için bir şey vasiyet etmemiş olan bir ölünün mükellef olan vârislerinden biri tarafından teberruan (bağış olarak) verilecek bir bedel ile de ıskât yapılabilir.
Başkası tarafından verilen bir bedel ile yapılsa sevaptan hâlî olmaz.
Namaz fidyesi için ayrılan para, muayyen müddet için kâfî gelmezse bu para devir suretiyle (zekât verilebilen sınıflardan herhangi) bir fakire veya birkaç fakire de verilebilir.
Devir yapılırken aceleye getirilmez, usûlüne uyarak şöyle yapılır: Ölünün velîsi, yâni vârisi veya vekil tâyin ettiği bir kimse fidyeyi fakîre verirken “Filân oğlu filânın namaz fidyesi olmak üzere bunu al” deyip fakîre -hakîkaten malı olmak üzere- vermeli, fakîr de bunu “kabul ettim” deyip aldıktan sonra kendi rızâsıyla ona hibe ve teslim etmeli, o da hibeyi kabul edip aldıktan sonra yine bu minval üzere o fakîre veya başka bir fakîre tespit edilen adet miktarınca vererek devri bitirmelidir.
Mesela: Altmış iki yaşında vefat eden bir zâtın 12 yıllık çocukluk devri çıkarılınca 50 yıllık hayatının namazı için devir şöyle yapılır: Fitre miktarı 5 lira olsa, elimizdeki fidye parası 900 lira olsa bu para bir ayın fidyesi olur. Bir fitre için verdiğiniz meblağ bir fidye olur. Bir fitre 5 lira ise bir ayda vitirle beraber 6 vakit x 30: 180 vakit namaz vardır.
180 x 5 = 900 lira. Bir aylık namazın fidyesi olur. 50 yılda (50 x 12=) 600 ay olduğuna göre 900 lira 600 kere devrederse 50 yıllık namaz ıskatı yapılmış olur.
Namaz fidyesinden sonra oruç keffareti, kurban keffareti sonra yemin keffâreti için tekrar devir yapılır.
Bozulup kazâ edilmemiş nâfile namazlar ile nezredilip de edâ edilmemiş nezir namazları ve kurbanları için de bir miktar devir yapılır.
Hatta yapılmamış tilâvet secdesi de bir vakit namaz gibi sayılarak bundan dolayı da fidye verilir. Namaz fidyelerinin tamamı bir kerede bir fakire verilebilir, ama yemin ve oruç keffâretleri verilemez.
(Ö. N. Bilmen, Büyük İslam İlmihali..)
***
Bu usûl, bazılarının sandığı gibi, sonradan İmam Birgivî hazretleri tarafından ileri sürülmüş bir şey değildir. Doğrusu; bu mesele, yukarıda da açıklamaya çalıştığımız üzere, Hanefî fıkhı üzere yazılmış en eski eserlerde de bu şekilde mevcuttur.
İşin hakikati; bizler hiç bir zaman namaz fidyesi ile namaz borçlarımızın ödenmiş olacağını ileri sürmeyiz-süremeyiz. Fakat tarafımızdan âcizane verilecek sadakalar, yapılacak hayırlar vesilesiyle de, Allah’ın lûtfuna-fazl u ihsanına kavuşmaktan ümidimizi kesmeyiz. Halis bir niyetle yapılan hiçbir hayır ve iyilik Allah yanında boşa gitmez. Verilen sadakalardan ve yapılan vakıflardan dolayı mü’minin amel defterine daima sevab yazılır durur.
Şunun da bilinmesi gerekir ki; bir ölü vasiyet etmediği takdirde, onun varisleri, geriye bırakmış olduğu maldan fidye vermek zorunda değildir. Hele varisler fakr u zaruret içerisinde iseler, bir gelenek ve iyilik düşüncesi ile bu fakir varisleri fidye vermeye yöneltmek uygun bir davranış olmaz. Bilhassa varisler arasında çocuklar ve yetimler de varsa, bunların hisselerinden fidye verilmesi asla caiz olmaz.
Bir de kendileri ile devir yapılacak kişiler arasında çocuk, bunak, deli, zengin ve gayr-i müslim bulunmamalı... Bu hususlara mutlaka dikkat edilmelidir.
Ayrıca; namaz, oruç, yemin ve adak gibi borçlar için, kişinin ölümünden sonra verilen bu fidyelerin bir esbâb-ı mucibesi (gerekçesi) olması gerekir. O bakımdan mü’min, ölümünden önce bu gibi yerine getiremediği farz ve vacip ibadetleri tesbit ederek mümkünse sağlığında kaza ve telâfi etmeye gayret göstermeli...
Bu mümkün olmadığı takdirde servetinin üçte birine kadar olan kısmını, vasiyetnâme düzenleyerek bu iş için tahsis etmelidir. Eğer ayrılan servet bu borçları karşılamazsa, bundan sonra Cenâb-ı Hakk’ın, kişinin gücünü aşan bu fazlalığı mağfiret etmesi/bağışlaması umulur.
Oruç keffâretinde Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.) yoksul sahabeye gösterdiği kolaylığı burada bir kez daha hatırlayarak mevzumuzu noktalayabiliriz.
Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Bir adam Rasûlüllah’a (s.a.v.) gelerek;
- “Mahvoldum” dedi. Rasûlüllah; - “Seni mahveden şey nedir?” buyurdu. Adam: - “Ramazanda eşimle cinsel ilişkide bulundum” dedi. Rasûl-i Ekrem; - “Bir köle azad et” buyurdu. Adam;
- “Köle bulamam” dedi. Rasûlüllah (s.a.v.); - “Peşpeşe iki ay oruç tut” buyurdu. Adam;
- “Buna da gücüm yetmez” deyince, Rasûl-i zî-şân (s.a.v.); - “Altmış yoksulu doyur” buyurdu.
Buna da gücü yetmeyince, bir sepet içinde hurma getirildi. Allah’ın Rasûlü ona, bunları yoksullara tasadduk etmesini söyledi. Adam, Medine’de kendilerinden fakir kimse olmadığını söyleyince, Rasûlüllah (s.a.v.) gülümsedi ve şöyle buyurdu: - “Git; bunları aile ne yedir.” Halis Ece..
Rabbim dinimizi doğru anlayıp mucibince amel etmeyi nasip eylesin.Dine sonradan sokulan her bidat bir sünneti ortadan kaldırmaktadır.
Cenazede yemek vermek bidattir ama Hak olan ıskat ve deviri ortadan kaldırmak da bir sünneti ortadan kaldırmaktır.
Hayırla kalın Hoşça kalın...
14.09.2018//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.