NİSAN YAĞMURU... (3)
NİSAN YAĞMURU... (3)
Çamların gölgesinde serin havanın esintilerinde piknik yapmanın huzuru her alanda hissediliyordu. Hıdırlık hayli kalabalıktı. Mesire alanına dönüştürülen alan, çamlar altında kız çocukları ve yetişkin kızlar ip atlıyor, gençler birdir bir oynuyorlar, saz çalanlar sazları ile yanık sevda türküleri döktürüyorlardı. Anneler eşleri ile kimi mangal yakmaya uğraşıyor, kimleri de yemek yapmak için sebzeleri yıkıyor, doğruyorlardı. Biraz yaşını almış anneler ellerindeki şişlerle torunlarına örgüler örüyorlardı. Hafta sonunu iyi değerlendirmeye çalışanlar genelde öğrenciler, öğretmenler, memurlar ve çalışmayan anne, babalardı. Çalışan kesimin ancak bir pazarı vardı. Genelde ev işleri ile uğraşanlar pikniğe yılda ancak bir iki kez geliyorlardı. Doksan bin nüfuslu Akşehir’de zenginlik oranı da o kadar yüksek değildi. Fazla gelir kaynakları olmayan şehir halkı dışarıya çok göç vermiş, ekmeğini bulduğu şehirler memleketi olmuştu. Gurbete gidenlerin dönüşleri de pek olmuyordu şehire. Her ne kadar turistik, tarihi özellikleri olsa da; Akşehir’in yabancıları kendisine çekecek cazipliği oluşturamamıştı. Değerlendirilmiş olsaydı; Nasrettin Hoca’sı, Seyit Mahmut Hayrani’si, Yağlı Dede’si Nimatullah Nahçivanı hazretleri, tarihi arastası, evleri, hamamları, camileri, müzeleri yeterliydi dışarıdan turist kafilelerini bağrına basacak önemli özellikler. barındırıyordu toprağında... Hele Hıdırlığın en tepelerine çıkıldığında Akşehir’e kuş bakışı bakıldığında her şey mükemmel güzellikler gözlerinizin önüne seriliyordu. Alabildiğine düz alanların yemyeşilliği göz kamaştırıyordu. Az ileride, iki dağ arasındaki dar vadi içine kondurulmuş tarihi Tekke köyü, Nasrettin Hocanın maya çaldığı Akşehir gölü, Atsız köyü, Yunak yolu üzerinde ilk gelen Karabulut köyünün ihtişamı ile gönüllere taht kuran, huzur ile sade bir sevgiyi barındırıyordu bağrında. Arnavut taşı döşenmiş yolarında tek arabaların çan sesleri, faytonların şehir turu ömre bedeldi. Bir de Sultan Dağlarından gelen doğal su kaynaklarını birleşmesinden oluşan ve şehir içinden geçen, Nasrettin hoca türbesine sesi ile her gün selamlaşan çayın düzenlemesi ile sandal sefası yapılacak hale getirilmesi şehre ayrı bir çekicilik getirecekti. Tarihi Akşehir kurtuluş savaşında Mutafa Kemal’e kucak açmış, Yunanlılara karşı taaruz hareketinin tüm plan ve projelerinin yapıldığı müzenin apayrı bir değeri ile özelik katıyordu.
Çay suyu kaynayınca Ayla demledi çayı. Kilim üzerine koyduğu tabaklara kurabiyeleri, meyveleri,çikolataları yerleştirdi. Ayla gitarını kılıfından çıkararak oturdu kilim üzerine. Gitarın tellerine hafiften dokundu. Altay onu izliyor ve hangi türküyü dillendirecek diye bekliyordu. Ayla gitarın akortunu bitirince saniyelik düşündü ve o arada Altayla göz göze geldiler.
__ Ne istersin, hangi türkü beğendikleri arasındadır Altay.
__ Ben duygulu, yürekten yazılmış güfteleri ve güzel yorumcuların seslerinde hayat bulduğunda türküler, kendimden geçerim. Ama sen neyi arzuluyorsan söyle dinlerim.
__ Peki!.. Kendi bestemi söylemek istiyorum, ne dersin? dediğinde Ayla, Altay’ın memnuniyeti gözlerinden okunuyordu.
__ Harika olur Ayla. Demiştin ya son besteni bana dinletmek için. İstersen onu söyle...
__ Hay hay Altay’cığım, demesiyle Altay’ın yüzünde kızarmalar, utanma, çekinme duygusu kendini belli etmişti. Ayla’nın ’Altay’cığım’ demesi, onun kendisine ’neden böyle dedi ki?’ sorusunu kendine soramadan edemedi ve çok şaşırmıştı şaşırmasına da, onun kendisine beslediği sevgiyi aslında farkındaydı.
Bir an derin sesizlik. Öylece birbirlerine baka kaldılar.Dilleri lâllaştı, ne diyeceklerini unutular. Söze ilk giren Ayla oldu.
__ Hani sana dediğim bestemin sözlerini önce okuyayım sana şiir gibi, ardından türküsünü söyleriz olmaz mı?
Altay kalbine hakimsiz dilinden birden çıkıverdi sözleri:
__ Ayla’cığım tamam dediğin gibi yap, titrek bir sesle söyleyebildi. Ayla’ya baktı; o da bu hitabına gülümsemeyle karşılık verdi.
__ Türkü yaptığım bu güfteyi geçen gafta yazdım. Hele okuyayım da şiir olarak notunu verirsin. Şiir okuma kabiliyetim pek yok, mazur gör beni Altay’cığım. Artık samimiyet duyguları iyiden iyiye pişiyordu.
Ayla sağına soluna bakındı, yutkundu ve şiirine başladı gitarın büyülü tellerine dokunarak.
GÖZÜMÜN NURU
Çok bekledim seni senelerce
Rüyamda misafir ettim sevince
Düşlerim, hayallerim gecelerce
O bakışlarında mıhlanıp kaldım!..
Oy benim sevdalım başım ne halde
Sevdiğim yâr kimbilir şimdi hangi elde...
Gel haydi doğsan kara bahtıma
Mutluluklarım dolsun sefama
Çiçek çiçek açsan da baharıma
Mutluluk yağmurlarında ıslanayım!..
Oy benim sevdalım başım ne halde
Sevdiğim yâr kimbilir şimdi hangi elde...
Ayla sustu. Gözlerinin parıltısı ile Altay’ın göz yuvalarına nişan alırcasına baktı kaldı. Altay, şiirin bitiminde derin soluklanmasının ardından tek kelime etmeyen Ayla’nın kirpiklerini kırpmadan ona bakışlarına yutkunarak, yüzünde alevlenen pembeleşmeyle utanarak:
__ Müthiş!.. Şiirin yüreğe yüklediği duygular o kadar içten ki; ne desem? Bayıldım! Bestes kadife sesinde kimbilir nasıl yankılanacak ruhumun derinliklerinde? Ben beğendiğime göre bu şarkın kesin tutar, benden demesi Ayla’cığım! Yüzündeki çocuk mahcupluğunun verdiği terleri mendili ile silerken Ayla:
__ Ciddi misin sen ya? Nasıl mutlu oldum bilsen! Çok teşekkür ederim canım! Bir kaç saniye durdu, duraksadı ve sözüne kısık sesle devam etti. Altay’cığım, kusuruma bakma biranda ağzımdan çıktı samimiyetimizden dolayı sana ’Canım’ dedim. Arkadaşlığımızdan dolayı. Kusuruma bakma, olur mu?
__ Yapma Allah aşkına Ayla! Öyle şey olur mu, ne kusuru? Sende benim canımsın! Bir birimize olan samimiyet, içten gelen bir sevgi söyletiyor bunu ve inan çok mutlu oldum bende. Ama bir başkasının yanında dersek, başka yöne çekebilirler canım arkadaşım. Biz birbirimize içimizden geldiğince hitap edelim. Birbirimize doğal halimiz ile hitap etmek en candan duygulardır. Onu boşver de; senin parmakların şimdi dokunsun gitarın tellerine ve bu şiirin şarkısını da söyle, dedi ve sıcacık bir gülümseme yolladı Ayla’nın yüreğine. O da içtenliği ile tebessüm etti iki gözönü çocuksu tavırlarla kırparak.
__ Çok teşekkür ederim Altay’cığım. İnan, canımsın sen benim. Başlıyorum şarkıma. Bakalım buna ne not vereceksin? der demez narin parmakları dokundu Gitarın tellerine.
Ayla şarkıya başladığı sırada rüzgar hafiften esiyordu. Aylanın omuzlarına kadar dökülen tel tel saçlarını dalgalandırıyor nazlı nazlı, deniz dalgaları gibi duyguları kıyıya vuruyordu. Kadife sesi coşuyor, Altay’da huşu ile onu dinlerken farkında olmadan kendinden geçiyordu. Mavi düşlerde yüzer gibiydi. Duyguları kabarıyor, yanar dağların volkaniğinden fışkıran alevler yüreğinden gönlüne akıyordu aşka yoğrulan sevgiler yumağında. Ayla’nın kalp kapısından içeri kendini atmak istiyordu. O denli yoğun duygular onun aklını başından alacak noktaya getirmiş görünüyordu. Ayla’da durumu sezmiş olacak ki; sesinin tonunu daha bir gizemli hale getiriyordu. Ara sıra gözlerini dokunduruyordu Altay’ın masum bakışlarına... Onun da duyguları kabarmış, gitarı bırakıp Altay’ın kollarına atılıp boynuna sarılmak istiyordu. Sevda ateşi her saniye korlaşıyor, bitirmek istedikleri yalnızlıklara son noktayı koymanın sancılarını yaşıyorlardı!.. Çok çabuk alevlenen aşk ateşi her ikisininde heyecanlandırıyor ve biraz da korkutuyordu.
Baharın Nisan ay’ı aşk solumaya başlamıştı yalnız yüreklerde. Beyazlı yelken çıkmıştı aşk yolculuğuna Okyanus’a. Çam dallarına konan serçeler çoktan seranete başlamışları bile...
Devam edecek...
Zafer Direniş
Lahey
YORUMLAR
kalemine yüregine saglık üstadım
gecenin ruhu tarafından 9/10/2018 5:58:04 PM zamanında düzenlenmiştir.
direniş
selam ve saygılar uzaklardan