12
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
1095
Okunma

Miyuki’den mektup vaaar!..
Bu ses, müjde gibiydi...
Genç kız sitenin köşesinden dönüp de evini gördüğünde ablası onu elinde salladığı bir zarfla bekliyor ve bir taraftan sesleniyorsa.... O gün evde Miyuki var demektir!... ))
Bir Japon kız arkadaşı vardı genç kızın, aynı yaşlardaydılar... Bir süredir dilini geliştirmek için onuna yazışıyordu. Aynı yaşlardaydılar, genç kızın bir ablası ve bir erkek kardeşi vardı. Babası serbest iş sahibi, annesi ev hanımıydı. Miyuki’nin de bir kız kardeşi vardı. Babası doktordu, annesi üniversite mezunuydu ama çalışmıyordu, sosyal etkinliklerde yer alıyordu.
Hayata bakış açıları, gelecekten beklentileri o kadar benziyordu ki birbirlerine, bazen düşünüyordu genç kız. Dünyanın bir ucunda bu kadar benzer hayatlar... İlginç!...
Genç kız zarfı eline aldığında çok şaşırdı. İpekimsi bir dokuya renksiz kabartmayla desenlerin basıldığı zarfın kapağını ışığa tuttuğunuzda da içinden çok hoş çizimler görünüyordu. Hiç böyle bir şey görmemişti!..
Şimdiye kadar gelen her mektup buna benzer ilginçliklerle bezeliydi ama bu gerçekten çok özeldi. Mektubu alırken içinden bir fotoğraf düştü. Miyuki, kimonosu ve ayağında tokyosuyla evinde bir fotoğraf çektirmişti. Kız çok heyecanlandı. Bu akşam Miyuki gerçekten evdeydi!...
Mektuba cevap yazarken o da bir fotoğrafını gönderdi!...:)))
O yıllarda bir gençlik dergisinin ‘mektuplaşmak isteyenler’ sayfasından bulmuştu arkadaşını genç kız. Kısacık bir notla ‘yetti yetmedi dili’yle kendini tanıtmıştı sadece. Sonraki yıllarda öğrendi ki Miyuki bu çağrıyı dünyanın birçok ülkesindeki gençlik dergilerine göndermiş, gelen üç yüzden fazla cevap içinden beş arkadaş belirlemişti. Türkiye’den de kendisini...
Birbirlerine ailelerinden, kültürlerine kadar birçok şey anlatıyorlardı. Japoncayla Türkçenin akraba dil oluşundan, benzer kültürlerinden dolayı iki kültürün Orta Asya kökenli geçmişlerine, kültürel benzerlik ve farklarına kadar her konuda yazışıyorlardı...
Genç kız Japon kültürünü anlatan birden çok kitap almış arkadaşının çevresini tarafsızca öğrenmek istemişti. Aile fotoğraflarına ve mektuplarıyla ilgili aile yorumlarına kadar gelişmişti ilişki. Kargoyla gönderilen hediyeler başlamıştı. Herkes çok memnundu. Üç yıl aralıksız sürdü bu yazışma...
O yıl ikisi de liseden mezun oluyorlardı. Genç kızın babası, üniversitenin birinci yılı bitince Miyuki’yi Türkiye’ye davet etmeyi ve onları çok güvendiği bir arkadaşının düzenlediği ülke turuyla geziye göndermeyi teklif etti. Büyük coşku yarattı bu teklif. Duyguları çok kontrollü Miyuki bile cevapta sevinçten çıldırdığını, ailesinin de buna çok sevindiğini, bu teklifi kabul ettiklerini ve bir sonraki yıl da kendilerinin böyle bir daveti yapmaya karar verdiklerini yazdı. Her şey harikaydı!..
Genç kız liseyi bitirdiği gibi üniversite sonuçlarını bekleyinceye kadar çalışmaya başladı... İletişim kurumunda çalışıyordu... Yıllar sonra bu kurumun içinde olup da neden bir kez Miyuki’yi aramadığını, onun sesini duymadığını, bu iletişimin yolunu açmadığı çok düşündü... Artık çok geçti tabii!...
Bir akşam üzerine masasındaki telefon ona beklemediği bir haberi ulaştırdı.... Genç kızın babası iş yerinde aniden rahatsızlanmıştı. Ona haber geldiğinde babası bir özel hastaneye yatırılmıştı bile... Yapılan kontroller ve çekimlerde her şey yolunda görünüyordu... ‘Biz de şaşkınız!...’ diyordu doktorlar. ‘geldiği tablo kalp kriziydi ama çekimler çok temiz!’.... Sporcu bir geçmişi olduğu için zaten bu yaşananları kabullenemeyen baba, ‘gördünüz mü benim bir şeyim yok, olsa bulurlardı’ diyerek imza attı ve çıktı hastaneden!..
Ama sıkıntı bitmemişti. Terlemeleri, kol uyuşmaları artarak devam ediyordu. Üç ay sürdü bu durum... Kimse onu bir doktora gitmeye ikna edemiyordu...
Bu sırada unutulan Miyuki’den bir mektup geldi. Aynı günlerde onun da babası rahatsızlanmış, beyninin bir bölümünde hasar oluştuğu için tümüyle düzelmesi mümkün görülmüyormuş. Bilinci yerinde olan baba, tıp araştırmalarına denek olarak kullanılmayı kabul etmiş. ‘Babamın bedeninin yarısına robot takıldı, sesle komut veriyor, kolu bardağı alıp ağzına götürüyor.’ diye yazıyordu arkadaşı. Yazılanları yanlış çevirdiğini düşündü genç kız. İngilizce öğretmenine ulaştı. Çeviri doğruydu!... Mektupta öyle diyordu Miyuki...
Öğretmeniyle genç kız şaşkınlıkla ve hiç konuşmadan bir süre bakıştılar!...
Cevap yazdı genç kız. Önce geçmiş olsun dedi, öyle bir teknoloji ülkesinde olmadığı için yazdıklarını tam anlayamadığını da belirtti. Ardından kendi yaşadıklarını yazdı, hâlâ devam eden olumsuzlukları da... uzun uzun...
Kızlar kendi yaşamlarının gerçeklerine ve acılarına daldılar ve yazışmanın arası uzadı!... Tam altı ay!...
Babası, rahatsızlıktan üç ay sonra iş çevresindeki arkadaşların eşleriyle katıldıkları bir Avrupa gezisine kayıtlarını yaptırdığını söyledi annesine bir akşam yemekte. Anne dondu kaldı!.. Eşinin durumun ciddiyetini kabul etmek istemediğinin farkındaydı, bu arada onu bir başka doktora götürmeye ikna etmeye çalışıyordu. Bu gezi neden çıkmıştı şimdi!... Aynı grupla bir önceki yıl farklı ülkeleri kara yoluyla gezmişler, çok da memnun dönmüşlerdi ama bu gezi uçaklaydı!.. Eşi bu basıncı kaldıramazdı!.. Program gereği hem de kısa süre içinde birkaç kez yaşanacaktı ...
Fırtına öncesi bir sessizlik vardı masada!..
Babayı vazgeçmesi için ikna etmek mümkün olmadı. Oysa çok mantıklı ve söylenen her sözü dinleyip değerlendirdikten sonra karar veren, laf olsun diye hiçbir şeyi kabul ya da reddetmeyen biriydi. Bu sefer durum çok farklıydı ve aile çok şaşkındı!.. ‘Hayatımda hiçbir şey beni bu kadar çekmedi hiçbir şeyi bu kadar istemedim’ diyordu her itirazında. Vazgeçer ümidiyle her işi yavaştan alıyordu annesi, valizleri bile son gece hazırlamıştı. Çünkü babası o gün ‘sen gelmeyeceksen, benim valizimi hazırla ben gideceğim!...’ demişti.
Sabaha karşı bir taksi geldi onları almak için... Her zaman çok hareketli, şakacı, güçlü kuvvetli babası valizleri kaldıramadı!.. Şoförden yardım istendi!.. Anneyle baba sanki geziye gitmiyorlardı da mecburi bir gidişe katlanmak zorundaymış hissini veriyorlardı. Akıl alacak gibi değildi.
Duygusal gösterileri hiç sevmeyen babası aileyle vedalaştıktan sonra eşi önde merdivenleri inmeye başladı. Kısa bir süre durdu basamaklarda... Ardında bıraktığı üç evladına ve anasına baktı. Geri döndü, bir kez daha sıkı sıkı sarıldı hepsine... Sımsıkı!... ... Genç kız, kemiklerinin birbirine geçtiğini zannetti... Baba bir daha onlara hiç bakmadı, arkasına da dönmedi... Ağlıyordu!..
O yıllarda insanlar attıkları postalardan önce geliyorlardı bazen... Bu sefer de öyle olmuştu... Babasının Fransa’dan attığı kart da bir hafta sonra geldi. O gün babasının cenazesi kaldırıldığının üçüncü günüydü!...
Onlar bu arada İngiltere’ye geçmişler ve üst üste yaşanan basınç nedeniyle babasının kalbi sıkışmıştı. Londra’ya indiklerinin ilk akşamı da tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak vefat etmişti... Daha kırk dokuz yaşında!..
O gün kendini iyi hissetmediği için tur programına katılmamış, eşine: ‘Sen git, bir kez geldik buralara bir daha da gelebilir miyiz Allah bilir!...’ demişti. Eşi kabul etmeyince ikisi nehir kenarında kısa bir gezinti yapmışlardı. Bu sürede baba çevresine hayretle bakıyor ve her seferinde dönüp eşine : “Ben buraları tanıyorum, hiç yabancı değil bana.” diyordu. Hatta tarifle veriyor, eşi önden gidip de köşeden sokağı görünce inanamayan gözlerle ona bakıyor, o da ‘ben demedim mi!..’ der gibi başını sallıyordu...
Bu büyük ve beklenmedik acı bütün aileyi, sülaleyi, sevenleri çökertti. O, herkesin derdinin dermanı gibiydi. Cenazede herkes ‘ben sensiz n’aparım’ diye kendine ağlıyordu. BABA, yoktu artık!...
Üç ay sonra Miyuki’den bir mektup geldi. Genç kız acısından arkadaşını ve ona mektup yazmayı unutmuştu. Babasını anlatıyordu. Üç ay önce (benzer günlerde) babasını kaybettiğini, o ruh haliyle mektup yazamadığını belirtiyor, ‘sen bari yazsaydın’ demeye getiriyordu.
Mektup düştü, kızın elinden. Uzun süre sadece düşündü... Dünyanın farklı bölgelerine birbirine benzer ne kadar çok yaşam vardı kim bilir... İşte bir örnek!... Devekuşu gibi kafamızı kuma gömdüğümüz için ‘kendimizi ve yaşadıklarımızı’ çok fazla önemsiyor, sadece bizim başımıza geliyor sanıyorduk!... Kurgulanmış gibi bir yaşanmışlıklar duruyordu şu anda karşısında sanki!...
Masaya geçti genç kız... ‘Sevgili Miyuki...’ diye başladı mektubuna... Uzun uzun bütün yaşananları yazdı, kaderlerinin benzerliğinden de hayretle söz ederek...
Miyuki, babam hastalandı demişti...
Genç kız ‘Benim babam da...’ diye başlayan mektup yazmıştı...
Altı ay sonra ‘babam öldü!’ demişti Miyuki.
Genç kız ‘benim babam da...! demişti...
Ya yazılanlara inanmamış ve ‘bu kadar tesadüf olmaz’ diye düşünmüştü ya da yazamayacak kadar acı şeyler yaşamıştı o da...
Miyuki’den hiç cevap gelmedi!..
Bir daha kimse genç kıza bu müjdeyi veremedi!... :
‘Miyuki’den mektup vaaar!.’
26.08.2017 Serap IRKÖRÜCÜ
’Günün Yazısı’ olarak anı/öykümü taltif eden Seçici Kurula çok teşekkür ederim... Saygılarımla...