- 732 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
Çünkü ellerimiz küçük
"Sonra onu tesviye edib içine ruhundan nefh buyurdu ve sizin için o işitmeyi, o görmeleri ve gönülleri yaptı, siz pek az şükrediyorsunuz." (Secde sûresi, 9)
Hicr sûresinin 22. ayetinde zikredilen ’rüzgârların aşılayıcılığı’ hakikati bana pekçok açıdan ’gönül huzuru’ veriyor. Nasıl anlatmalı? Belki biraz şöyle: Bir ümit alıyorum. Demek Rabbimin kanunu böyle. Neşeleniyorum. Kendi hayatımdaki rüzgârlara bakarken de bir ’aşılayıcılık’ umuyorum. Bekliyorum. Ve sıklıkla görüyorum. Hakikaten, Allah, hayatımızdan birini veya hayatın içinde birimizi veyahut hayatımızı bir yerden bir yere ittiğinde aşılanmak vakti gelmiş oluyor. Bir bereket yaklaşıyor. Gökten bir su inecek. Belli. Rabb-i Rahimimiz bizden birşeyler yeşertecek. Toprağımızdan bir ekin bitirilecek. Bütün bunları rüzgârdan anlıyorum. Esmeye başlamışsa birşeyler ’ol’acaktır.
’Kün’ yolculuğu kâf’tan nun’a giderek başlar. O vakit değişenlere üzülmek değil sevinmek gerek. Eğer bu değişim olmasa, sınırlı aynalarımıza, sınırsızın sonsuz isimleri nasıl yansıyacaktı? Bir tasın denizi taşıması ancak dolup boşalmasıyla olur. Bir deniz bir tastan ancak değişimle geçer. Ben de değişiyorum. Hayat da değişiyor. Zaman da. Herbirimiz aynası olmak için yaratıldığımız şeylerden bu şekilde müstefid oluyoruz. Ya hiç değişmeseydik? O zaman ne olurdu? O zaman ölürdük. Çünkü ölüler değişmez. Hayır, bir saniye, değişir. Ölüler de değişir. Değişmeyen tek şey yokluktur. Mahlukattan olan, varlık sahasına bir kez gelen, herşey değişir. ’Şey’ olmak yeter değişmek için.
Sınırlı olanın sonsuz olanın aynalığına ödediği bedeldir değişim. Rüzgârlar bizi aşılar. Yağmurun habercisidir. Toprağımız sulanır. Hatta hafifçecik esintiler, hafifçecik tohumları taşıyarak omuzlarında, toprakları aşılarlar. Polenler çiçekten çiçeğe gezerek meyveyi aşılarlar. İteklendikçe gelişir hayat. İteklendikçe güçlenir ayna. Ayna bazen kırılsa da yaşadıklarına, kesinlikle eskisinden fazlasıdır, acısı hayatının derinliğini arttırır. Hiç rüzgâr esmeseydi ne olurdu halimiz? Yelkenler dolmasaydı insan tohumu ile dünyanın herbir köşesi aşılanabilir miydi? Kokular nasıl dağılırdı? Hava nasıl olurdu? Serinlik nasıl gelirdi? Toprak nasıl yeşerirdi?
İtekleniyorsun arkadaşım. Farkındayım. Bundan hayır bekle. Çünkü itekleniyorsan senden başka birşeye dönüşmen bekleniyor. Bir kaderî yağmur yaklaşıyor. Onu kaçırmamak için Hicr sûresinin 22. ayetine kulak ver: "Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderip yukarıdan su indirerek sizi onunla suladık. Onu toplayıp depolayan da siz değilsiniz." Evet. Ne toplayan biziz ne depolayan. Biz tasımızı sonsuzluk denizinde gezdirmekle meşgulüz. Dolduruyoruz. Boşaltıyoruz. Böylece yeni yeni sularla, sûretlerle, hislerle, tadışlarla, dokunuşlarla, sevişlerle, düşünüşlerle, bilişlerle, sezişlerle, görüşlerle, fikirlerle... tanışıyoruz. Birşeyleri arkamızda bırakmaya mecburuz. Çünkü ellerimiz küçük.
YORUMLAR
Ödünç verilmeyen tek şey yokluk'tur... Bunun için sırtımızda yaşasak da ölsek de taşıyacağımız tek büyük yüktür galiba.Küçükken anneme:" Allah diyorsun onu sevdiğini söylüyorsun, aşk ile bağlan ömrünce diyorsun ama yok ki O , ben göremiyorum demiştim . "Annem : " Aşk= yokluk; duyularına göre yokken kalbinle kabul etmeyi bildiğin " demişti. "Gerçekten aşık olunca" anlarsın diye de eklemişti. Otuz beş yaşımdan sonra aşık olunca anladım söylediğini de; niye avuçlarım açık dua ediyorum onu şimdi anladım yazınızı okuyunca.( birşeyleri arkamızda bırakmaya mecburuz, çünkü ellerimiz küçük)
Saygılarımla