- 1200 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kestane Kabuğu Misali...
Yıllar önce bir yazı okumuştum. Çekirdek Aile parçalanmasına örnek olarak kestaneyi kaleme almıştı yazar. Kestane kabuğu içinde olgunlaşınca kabuğuna sığmazmış. Çıkınca da kabuğa girmezmiş. El yermiş. Bu nedenle evlat ve torun bal gibi tatlı geliyordu bizlere?
Anne ve baba yaşlandığında tıpkı kestane kabuğuna, evlatları kestane içine benzer, diyordu yazar...
Nerden geldiyse bu kestane sözcüğü usumdan yuvarlaıvermişti, o insanı gördüğümde...
Marketten çıktığımda gördüm, poşetleri birbiri ile takasa etmekte olan kadını. Eğer poşetlerinin yırtılmış veya içindekileri dökülmekten korumak amaçlı olduğunu düşünseydim, durup onu öylece izlemeyecektim. Hatta ve hatta onu hiç farketmeyecektim bile...
Yaşını 60-65 olduğunu tahmin ettiğim kadın spor giyimliydi. Başında beyaz ketenden şapka, üzerinde açık mavi kısa kollu şile bezinden dikilmiş şık bir bluz ve beyaz şort vardı.
Bir iki metre yakınında dikilip onu izlediğimi farkedince biraz mahcup, biraz da çekimser kalmıştım:
" Durun size yardım edeyim hanımefendi."
O da benzer bir yüz ifadesiyle gülümseyip teşekkür etti.
" Şeyy, mahalleye Bim’in poşetlerini göstermek istemiyorum. Malum yeşil sermaye...N’yapalım? Bizde geçim derdine düştük...Diğer marketler ateş pahası. El değmiyor ki..."
Boğazıma bir kılçık takılırdı böyle beklenmedik anlarımda. Kadın konuşmasını sürdürürken bende ona yardım etmek için poşetine uzanmıştım. Her iki yana gerdiğim Migros poşetini, geniş tutarak diğer marketin poşetini geçirmesini bekledim. Yardım ettiğim hanımefendi de belki utancından, belki de kızgınlığından konuşmasını sürdürmekteydi.
" Önceden lokma aslanın ağzında derdik. Özal yönetiminde; midede dedik. Şimdi kırıntısı da yok. Aslan hazmetmiş lokmayı..."
Eşinin emekli maaşıyla geçiniyormuş. Annesinden miras kalan evde yaşayıp gidiyormuş. Ya evi de olmasaymış! Sürünürmüş.
Evlât mı kaç tane?
"O konuyu hiç açmayalım...3’ü de evli, eşlerinin koynundalar.
Bayramdan bayrama telefonuma kutlama mesajları atarlar. Arada açarlar, nasılsın, derler. Bende iyiyim, derim. Eh işte ona da şükür!"
Acıma duygularım yerini endişeye bırakmıştı.
Bizi ileride nasıl bir gelecek bekliyor? Sorusunu hiç düşünmeden evlatlarımızın geleceklerini çalışıp didinmiştik.
Adının Neşe olduğunu öğrendiğim hanımefendi evine doğru giderken son sözcükleri kulak zarımı deler gibi geçmişti.
" İki bayram birleşince onlar da fırsat bu fırsat Bayramı, Avrupa’da geçirmek için tatile gittiler."
Sol yanımı buran neydi? Darbeli matkap mıydı yoksa?
Bir anne, evlada neden fazla gelir ki insana? Annelerini de yanlarına alıp götürselerdi ya!
Öylece kalakalmıştım yaz sıcağının tam da ortasında. Gözlerim nemli nemli evime doğru ilerlerken; yüzlerini görmediğim torunlarımı düşünüp durdum.
Bizler artık bir kestane kabuğuyduk ha!?.
Emine Pişiren/ Altınoluk
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.