- 1071 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
DEVENİN TEFEKKÜR EDİLMESİ
أَفَلَا يَنْظُرُونَ اِلَى الْاِ بِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ
“(İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına, bakmazlar mı?” (1)
Evet, Kur’an’ın indirildiği 7. asırda Kur’an’ın ilk muhatabı Arapların en çok iştigal ettiği hayvanlardan biri deveydi. Binaenaleyh Arapların deveye bakmamış, onu görmemiş olması mümkün değildi. Ancak burada bir nükte var ki Kur’an lisan-ı hikmetle der: “Ey insanlar! Artık deveye sadece kaşlarınız altında bulunan gözlerle bakmayı bırakınız! Ona bir de akıl gözüyle, tefekkür gözüyle bakınız ki gözünüz eseri ve sanatı gördüğünde kalp gözünüz de sür’at-i intikal ile Müessiri’ni ve Sâni’ini görebilsin.
Burada gaye; bakılmaya, görülmeye alışılmış ve pek sıradan gibi görünen her şeyin hilkatte ilginç hikmetlerle dolu bulunduğunu ilân etmek, insanları gafletten uyandırmaktır. Ayrıca devenin gerçekten hikmetli yaratılışı ile birlikte Arapların ilk önce gözlerine çarpması gerektiği düşünülürse, bunun yaratılışının tüm kâinatı tefekkür etmek için ilk bakılacak yer edinilmesi en muvafık hareket olmakla birlikte tüm âlemlerin yaratılışını ve Hâlık-ı Hakîm’in ilim, irade, hikmet ve kudretini düşünmeyip de dünyayı ahirete tercih eden gafil insanlara bakmazlar mı, o gözleri önündeki etinden, sütünden, yününden, derisinden ve hakeza faydalandıkları deveye? “Nasıl da hikmetle halk edilmiş!” şeklinde tefekküre sevk eden bir ifade yöneltiliyor.
Neam ey insan! Devenin hilkatteki iri cüssesi ile nihayet derecede kuvvetli halk edilmesi, acayip görünüşü ve şekli, başka hayvanların yetinmediği kadar az miktarda yem ve dikenli otlaklarla iktifa ederek ağır yüklerle uzun süren yolculuklara ve hörgüçlerinde depoladıkları yağ ile uzun süre açlığa, midelerinde depoladıkları su ile günlerce susuzluğa dayanan fıtratı, uzun bacakları ve yumuşak ayakları ile karda ve kumda kolayca yürüyebilmeleri, ısıya dayanıklı kürkleri ile yazın aşırı sıcağına, kışın aşırı soğuğuna karşı dayanıklı olmaları, ihsan edilen uzun ve birbiri içine geçebilen kirpikleri sayesinde kum fırtınalarından korunması, çökmesiyle üzerine kolaylıkla binilmesi ve
yük yüklenmesi ve o cüssesi ve kuvvetiyle birlikte en zayıf bir hay-vandan daha ziyade ve hatta bir çocukla dahi güdülebilecek derecede itaatkârlığı ile insanların emrine verilerek istihdam edilmesi ve gittiği bir yolu kuvvetli hafızası ile unutmaması, birçok insandan daha iyi bir şekilde öğrenip çıkarması ve hakeza ahvali ile hayret vericidir.
Şimdi ey insan! Hâlık-ı Hakîm’in bu ve bunun gibi güzel hayvanatı hikmetli bir şekilde halk ederek senin hizmetine vermesi; sana olan rahmetinin ve muhabbetinin mücessem bir tecellisidir. Sen dahi O’nu eserleriyle tanımalı ve itaatinle sevdiğini göstermelisin. Ta ki bu rah-met ve muhabbet ebeden devam etsin! Eğer O’nu tanımazsan ve bil-mezsen ve itaatinle sevmezsen bil ki ey insan, O zaten Âlemlerin Rab-bi’dir hiçbir şeye muhtaç olmadığı gibi senin tanımana, itaatine ve ibadetlerine de muhtaç değildir. Ancak tüm mahlûkat olduğu gibi sen dahi O’na muhtaçsın. Âciz ve alîlsin! Evet, bir hasta kendisine reçete yazan doktora ne ihtiyacın var ki bana beş tane ilaç yazmışsın diye-meyeceği gibi gaflet illetine müptela insan da: (hâşâ) “Allah’ın benim ibadetlerime ne ihtiyacı var ki?” diyemez. Zira hasta olan, her şeye ve ilaç-ı hidayet kullanmaya muhtaç olan da kendisidir. Şâfi-i Hakîm-i Samed ancak Âlemlerin Rabbi Allah’tır.
(1) Ğâşiye Sûresi, 88/17
Kaynak: Şair’ül İslam Yunus Kokan, Kitabu’t-Tefekkür, Tilki Kitap Yayınevi, s. 70-72
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.