- 1704 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Eylül gibi
Biri ekmeğimizi çaldı gözelerden geçmiş fırtınalara eğilirdi başım, hiçbir zaman beni ben yapan yazgıların peşinde dolaşmadı dilim…
Dilim ökse otuna sarılmış kenger kanamış/başımda dönen dumanların süzgecinde büyümüşüm bir serçe çığlığının kanadında ilk adımlarım… Mayasıl bir yazın ortasında sökemezsin sevdanı alaca çam düzlerinden öyle çoktu eskiden peşlere doldurulan karayemiş sofraları böğürtlenin yanaktaki aşk dansı…
Artık şiirlere katılan dilin mayası bozuk/saçları tarumar peri kızının gözlerine kan oturmamış işçi kardeşin ve tarlada çapsız genç kızlar her şeyin güllük gülistanlık sayıldığı zaman burgaçları bu sözüme dökülen…
Sorgu dağlarına kar yağmış saçlarında yeleken beyazlıklar var Eylülün/hazan rüzgârlarına uçmuyor serçeler turnalar göçü bırakmış ağır ve hantal bedenleriyle tembelliğe terkedilmiş…
Şimdi; kara kara üzüm hasatları var ruhumda dönmek bir zamana ve içmek kana kana aşk şaraplarını bir teneke ceviz doldurmak geçmiş anılar niyetinde buz gibi sularından banmak dili dudağı…
Öyle olmuşluğun var mıydı senin ey yüzüne dolaştığım adam/taştan heykeller yapardın dudağı tütün yanığı gözleri çipil…
Ellerinde uyuşuk zaman güğümleri güzellikler eserdi omuz başlarından yılgın dağ çınarları gibi gölgen koca köyü beslerdi gün ışığından…
Anaların elleri kekik kokardı babaların lahana pürçeği/hiç kaçmış lığın var mıydı evden karşı kapının sürgüsü şopar çocuk… Dilinde yabancı sözcüklerin acısı birikir…
Peki Eylül!
Senin hiç kırığın var mıydı güçlü dallarından
Sevda bakışlarına…
“Bana bir şarkı söyle içinde Eylül olsun…”