KURBAN
Yıllar önce, Van İlimizi gezmiştim.
Van’daki kahvaltı salonları, hala aklımdadır.
Van’da; Cadde ve sokaklara serilip satılan halıları, kilimleri çok beğenmiştim.
Van Müzesi’nde gördüğüm bir adak taşı ve kurban edilen bir keçinin postu ve boynuzları.
Adak taşı üzerinde kurban edilen hayvanların kan izleri. Hala, gözümün önünde.
Van Gölü ve çevresinde müthiş bir uygarlık kuran “Urartular.”
Van Kalesi.
MÖ birinci bin yılın başında kurulduğu bilinen uygarlıktan günümüze kadar gelenler.
Van Kalesi.
Sunak ve adak taşı.
Çeşitli yazıtlar.
Akıtılan kanın, taş üzerinde bıraktığı kırmızı kan rengi.
Yüzlerce yıl önceden gelen, bir inanışın izleri.
Kurban.
“Kurban adamak ve kesmek.”
En “ilkel uygarlıktan, en çağdaş uygarlığa” kadar kurban sunma inanışı var.
Unutmadan, kurbanın sunulduğu tören yerinin adı, “sunak” oluyor.
“Tanrıya yalvarma, iyilik dileme, bir dileğin gerçekleşmesi için kurban sunma, kıtlıktan, kuraklıktan kurtulma, savaşlarda zafer kazanma isteği…” gibi bütün isteklerde başvurulan bir inanış kurban adamak ve sunmak.
Günümüzde bile, yeni bir araba alan kurban keser. Kanını plakaya sürer.
Adamın dokuz kızdan sonra bir oğlu olur. Kurban keser, kanını oğlanın anlına sürer.
Birisi yeni bir ev alır, kes bir hayvan.
Birisi hafif hasarlı bir kaza yapar. Ben kurtuldum diye, boğazlar bir koçu.
Milletvekili ilçemize geliyor, “yıkın len bir boğayı.”
Bir temel atma töreni yapılır, gitti bir koç.
Kurban kesilmesi caiz olan hayvanlar, kesilirde kesilir.
“Bizim kanımız akacağına hayvanların kanı akmalıdır” diyenler var.
Adak adamanın sınırı yoktur.
“Allah’ım şu işim olursa bir koç keseceğim.”
“Oğlum sağ salim askerden gelsin, kurban keseceğim.”
“Kızım kazansın üniversiteyi.” Söz size bir koyun keseceğim.
Bitmez, adamak işleri.
Olan hiçbir şeyden haberi olmayan, “koyunlara keçilere, kuzulara, boğalara” olur.
*
Temel’in ineği hastalanmış. Allah’a yalvarmış. Demiş ki;
“Eğer ineğim iyileşirse bir ay oruç tutacağım.”
İnek iyileşmiş. Temel başlamış oruç tutmaya. On beş oruç tutmuş. On altıncı oruca niyetli olduğu gün, birde ne görsün. İnek ölmüş.
Temel on beş oruç tutmuş boşu boşuna.
Kızmış.
“Madem ineğim ölecekti. Niye bana on beş gün oruç tutturdun Allah’ım” diye haykırmış. Biraz düşünmüş ve yüksek sesle söylenmiş.
“Ey büyük Allah’ım! Hiç günah yazma. Yok öyle yağma. On beş orucu Ramazandan sayarım. Ölen ineği de kurbandan”
Yaşa Temel.
Yok öyle, üç kuruşa beş köfte.
İşinize gelirse.
*
Gerçek şudur ki; Tarihte yer almış birçok toplulukta ya da yer aldığı çağda ileri sayılabilecek medeniyetlerde “insan kurban etme inancı” bile varmış.
Çocuk kurban etme.
Bakire bir genç kızı kurban etme.
Kurban törenleri düzenleme.
İnkalar, genç kızları kurban ederlermiş.
Mayalar, Aztekler de insanları kurban ederlermiş.
Savaşta elde edilen esirler, büyük törenlerle sunulurmuş tanrıya. Bu medeniyetlerle ilgili çekilen macera filmlerindeki “kurban etme törenleri” en ilgi çekici sahnelerdir.
Eski Yunan mitolojisinde, “çocukların ve insanların” kurban edilmesi anlatılır.
Çok tanrılı dinlerin içinde yer alan insan kurban etme işi, daha sonraları hayvanlara yönelmiştir.
Avrupa’da domuz. Anadolu’da keçi, Arabistan’da deve, kurban edilmiş.
Kısacası her toplum, beslediği ve yaşam alanı içinde yer alan hayvanları kurban olarak sunmuş tanrısına.
“Tek tanrılı dinlerle birlikte” insan kurban etme işi bitmiş, sözde.
İslam’da; H.İbrahim, oğlunu (Hz.İsmail) kurban edeceği sırada gökten bir koç inmiş. İnsan kurban etme işi böylece sona ermiştir.
Sadece İslamiyet’te değil, bütün tek tanrılı dinlerde kurban var.
Günümüzde de Satanistlerin, ilginç kurban etme yöntemlerini gazetelerde okuyoruz. Yahudilerin iğneli fıçıda, “Müslüman çocuklarını kurban edip,” kanını içme ayinleri bir gerçek.
Kurban etmek.
Öldürmek.
Kan akıtmak.
Kan içmek.
İnsanı, üşümeden titretiyor.
…
*
Bir dini bayram daha geçti gitti.
“Kurban Bayramı”
İnsanlar, kurban bayramı sabahı bayram namazına gittiler. Namaz kıldılar. Namazdan sonra cami avlusunda bayramlaştılar.
Uzaktan akrabalarımız, arkadaşlarımız geldi. Görüştük, konuştuk.
Büyüklerimiz, yılda bir defada olsa sevindirildi. Elleri öpüldü.
İki ihtiyarın yaşadığı evler, doldu taştı.
Sevinçler yaşadık.
Çocuklar, yeni giysileriyle daha bir hoştu bayram boyunca.
Dönelim bayram namazı sonrasına;
Önceden keskinleştirilmiş bıçaklarla, “dini bütünler” bir daldılar mahalle aralarına.
Artık, bıçak konuşur oldu.
Kimisi koyun keçi doğradı. Kimisi, elini kolunu kesiverdi bir çırpıda. Kimisi de boynuzu yedi arkadan.
Her taraf, kan gölü oldu.
Dereler çaylar, çukur yerler sakatat doldu.
Bir paylaşım başladı ki sormayın. Et paylaşımı.
Bir âlimin dediği gibi, günümüzün ”Et Bayramı” başladı aslında.
Bayramın birinci günü, güzel giysilerle gezenlerin değil, kanlı giysilerle gezenlerin sayısı daha fazlaydı.
En kötü görüntüler, yine televizyonlarda tekrar tekrar gösterildi.
Bir boğanın, arka bacak sinirlerini kesen kasap, vahşet yönünden bu yıla damgasını vurdu.
Ayak bacak ve kelle taşıyan köpeklerde vardı gördüğümüz.
Biz hala kurban ettiğimiz hayvanlara saygı duymayı öğrenemedik.
Hem kesiyoruz hayvanı, hem de it muamelesi yapıyoruz.
Ne bileyim işte.
Bu bayramda;
“Kürdan ve maden suyu satışları da” hızlanmıştır.
Ekonomiye, can gelmiştir.
Kolesterol ve tansiyon işleri de artmıştır.
Diyabet zirve yapmıştır.
Bir yılda, sadece bayramda et yiyenlerin motorları da bozulup su kaynatmıştır. Tapası bozulmuştur kimisinin.
Hastaneler, tam mesai yapmıştır.
En fakir kişilerde, borç bulup bir kurban kesmiştir artık.
Her yere, et girmiştir inşallah.
Fakirler unutulmamıştır.
Artık eskisi gibi etler dağıtılmıyor, biliyorsunuz.
“Kurban kestim hak için/Kavurma yaptım küp için” sözü çok geçerli.
Değişen bir şeyler olmuş mudur?
*
En ilkel çağın biraz ilerisinde de hayvanlar kesilip kurban edilirdi. Şimdi de aynı.
Bir tek hayvan türleri, “haram helal” diye sınıflandırıldı.
Bir de bıçaklar daha keskin.(Maya’ların ki kadar değil.)
Bir ayette, “Onların ne etleri, nede kanları Allah’a ulaşır..,” diye bir ifadeyi söyler imam efendiler.
Doğrudur.
Kan toprağa karışıyor.
Etlerini de, biz insanlar yemekte yarış ediyoruz.
Gerçi, köpekler daha, “kemikten saray yapma” işini başaramadılar.
*
Önemli olan neymiş biliyor musunuz?
“İyi niyetli olmak.”
Samimiyet.
İnanmak.
Paylaşmak.
Madem, “bıçağın konuştuğu” bir bayram yaptık.
Kurban kestik. Bıçaktan sonra siz konuştunuz mu? Sizin sözünüz geçti mi?
Bayramın dördüncü günü, evinizde et kaldı mı?
Dağıtınız mı fakirlere etleri?
Fakir yok muydu çevrenizde?
Arayıp bulamadınız mı? Yoksa aramadınız mı? Arar gibi mi yaptınız?
Fakirler kendilerini belli etmezler. Yüzlerine bakın anlarsınız.(Kendini fakir gösteren yüzsüzler hariç)
“Veren el, alan elden üstünmüş.” Derler.
”Bayram bitti ette bitti yaptınız mı?”
Yiyip, ikram ettiniz mi?
Birazcık huzur buldunuz mu?
Yaptığınız ibadet, yerini buldu mu?
Açık söylüyorum.
Kurban kesip, bir kasaba “sucuk yaptıranlara” acayip gıcık oluyorum.
Hele, fakirlere eti sıyrılmış kemik gönderenlere…
Yanlışsa, yanlış deyin.
*
Yaşadığımız dünya’da, insanlarının yarıdan fazlası, “birçok nimetten” mahrum bırakılmış.
Günümüzde; “kurban edilen insan” sayısı, kurban edilen hayvanlardan daha fazla.
İlkellikte,“ileri toplumlar, ilkel toplumları” çok oldu sollayıp geçeli.
Ne dersiniz?
Şuayipodabasi…
25.11.2009/Yenice/Çanakkale
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.