- 940 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Daracık Çerçeve
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bak, yine aynı şey olmuştu. Yine dışarıya taşmıştı gölgesi o resmin içinden. Uymayan bir taraf bağırmaya başlamıştı “ben buraya ait değilim” diye. Oysa daha birkaç dakika önce tepsiyi misafire uzatırken ne kadar da içerideydi! Komşu hanım çay bardağını alırken “sen de bizdensin” diyen kocaman bir tebessüm göndermemiş miydi ona?
Şu kıpırtısız dakikalar nasıl birer kuyuya dönüşebiliyorlardı birden böyle? Bir parça sessizlik yetiyor da artıyordu diplerine düşmeye. Az önce onlardan bir tanesinin içinde debelenip dururken misafir hanımlardan birinin kendisine bir şey sorduğunu fark etti. Derin bir iç çekmemek için kendini zor tutarak sanki sorulan soru çok önemli bir şeye dair olabilirmişçesine bir heyecan katmaya çalıştığı sesiyle “Affedersiniz!” dedi, “Dalmışım. Ne sormuştunuz?”
Ne soracaktı ki? Olsa olsa şu an çatalını batırmakta olduğu tarçınlı kekin tarifini... Ya da onun gibi penceresiz, küçücük bir dünyaya ait herhangi bir şey... Oysa ne kadar da heyecanlıydı misafirlerine hazırlık yaparken. Bazen bir işe başlarken yolun nereye varacağını unutuyor, akışa kapılıp sürükleniveriyordun birden. Yumurtayı çırparken, ya da bir şey almak üzere dolaba uzanırken şimdi oturduğun şu koltukta sorgulamaya başladığın şeyler koca bir sis perdesinin ardında kayboluyor, o şeylerin hiçbir anlam taşımadığı bambaşka bir evrende buluveriyordun kendini.
Evet, yanılmamıştı. Keke bayılmıştı misafiri. Tarifini öğrenmek istiyordu. Bu aynayı hiç sevmemişti. Birkaç saat önce kanat takıp uçuyormuş duygusu veren bir şeyin komşusunun gözlerinde büründüğü anlam gerçeğe ihanet gibiydi. Bu bağlantıyı koparmalıydı bir an önce. Komşunun kızının gece eve kaçta geldiğine dair yapılan dedikodunun arasına bir yere tıkıştırılabilecek kadar dar bir çerçeveye hapsolmamalıydı onu gökyüzüne bu kadar yakınlaştıracak kadar ruhunda pencereler açtıran bir şey.
O’na en son ne zaman bu kekten yapmıştı? Birdenbire bu soru geldi aklına. Pencereye kaydı gözleri. Mavi diye bir renk olduğunu hatırlamak istemişti belki de. Saatlerdir ona bu rengi unutturmaya çalışmıyorlar mıydı? O’nun gözleri geldi aklına. Dünyanın o en derin iki kuyusu... Mavinin en koyu tonlarında...
Şimdi bu kadınlara sevdiği adamdan bahsetseydi yine ona böyle kendilerinden biriymiş gibi kekinin tarifini sorup onu bunu çekiştirirler miydi? Yoksa dedikodusunu yaptıkları o insanların arasına mı koyarlardı onu? O zaman mavi yine en belirgin renk olur muydu dünyasında?.. Gökyüzü yakınlaşır mıydı?
Hayır, henüz çok erkendi bunun için. Bu apartmana taşınalı iki ay bile olmamıştı. Bekar ve genç olmanın bir kadının sırtına yüklediği ağırlıkları önceki evinden çok iyi biliyordu. Buz gibi bakışlara toslardın mesela durduk yerde... Sabah mutfağın penceresinden karşı komşuya gönderdiğin öylesine bir tebessümün, yüzünde bir gıdım yer bulamamasına bakıp hemen savuştururdun onu, çok ayıp bir şey yapmışsın gibi. Geriye sarardın zamanı zihninde; ta ki bu kadının, gülüşlerine dürüst bir ayna olduğu çok yakınlardaki o günlere gelinceye kadar. Nerede başlamıştı ayna olmaktan çıkacak kadar o yüzü duvara çeviren süreç, bunu sorardın kendine.
Teyzesinin oğlu uğramıştı bir sabah. Kahvaltısını bitirmemişti henüz, onu da sofraya davet etti. Hava çok sıcak olduğundan pencereyi sonuna dek açmıştı... Karşı apartmanda oturanlara nasıl bir görünüm sunduğunu bir an olsun düşünmemiş, daha doğrusu bunda düşünecek bir taraf bulamadığından aklına bile gelmemişti bu konu. Kuzeni az önce yaptığı omleti büyük bir iştahla yerken ne duvarlar örülüyordu az ötesinde, nerden bilsindi ki?!
Komşu kadının, tebessümüne ilk kez karşılık vermediği ertesi sabah aniden bir şimşek çakmıştı zihninde: “Tabii ya...” demişti. “Onun eve ne zaman girdiğini bilemez ki! Ayrıca akraba olduğumuzu nerden anlasın? Belki de erkek arkadaşım sandı onu. Geceyi evde geçirdiğini düşündü ve...”
Geçenlerde erkek arkadaşı “ne zaman evine davet edeceksin beni” dediğinde, onun donduran bakışlarını hatırlamıştı hemen... “Komşular...” demişti. Daracık bir çerçeveye hapsolmuş hissetmişti o anda kendini... Hemen çıkmak istemiş ve o kelime hiç söylenmemiş gibi “ilk fırsatta” demişti... Sanki kelimeleri yok saymakla ifade ettiklerini değiştirebilirmiş gibi...
Tatlı tatlı gülümsemişti sevgilisi... “Konuşurken yazı yazar gibi silemiyorsun sözcükleri” der gibi... “Boşver...” demişti. “Koca İstanbul’da buluşacak bir yer buluruz nasılsa. Şimdi durduk yerde dedikoducu komşularına malzeme verip altın günlerinin baş konusu yapmayalım seni.”
Aysel Hanım kızının nişanlısından söz ediyordu o sırada. Galiba dünürle ilgili bir sorun vardı. Kızının müstakbel kayınvalidesi kaynana kelimesinin hakkını vermeye kararlıydı anlaşılan.
“Börekten almaz mısınız?” dedi tabağını çoktan silip süpürmüş, gözleri ikide bir sehpadaki böreklere kayan Nermin Hanım’a. Tombul bedenini zorlayarak tabağı apar topar kendine uzatırken öyle sevimliydi ki, ilk kez misafirlerinin rahatından sorumlu, gerçek bir ev sahibi gibi hissetti kendini... Böreklerin en büyüklerinden iki parçayı tabağına koyuverdi hemen. Ama maalesef çok kısa sürdü bu ‘kendini gerçekten içeride hissetme hâli’... Aysel Hanım’ın yakınan sesi kapladı yine ortalığı.
Duvardaki saate kaçamak bir göz attı, kendisine bakmadıklarından emin olduğu bir ânı fırsat bilerek. Derin bir oh çekmemek için zor tuttu kendini. Az kalmıştı! Bu saçmalık son bulacaktı birazdan. Çok kısa bir süre sonra bu koltuklarda en küçük bir izleri bile kalmayacak, onlar varken kovmaya çalıştığı ne varsa buyur edecekti yeniden evrenine... O âşık kadını yüzüne geri getirecekti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.