BİZİM KOYAK
BİZİM KOYAK
Hava berrak.
Güneş, tepelerin eteklerine çekilmiş. İkindi serinliği kavak yapraklarının hışırtıları eşliğinde kendini duyumsatıyordu.
Güneşin bunaltıcı etkisinin dinginliği ile köyü, avuç içi gibi gören kayanın başına oturdu.
Koyağın görünümüne daldı.
O’nun için, kırk bir yıl sonra çocukluk yıllarının geçtiği yerleri görmek kolay olmadı. O yıllardaki yaşantıyı anımsaması, şu andaki sessizlik, doğadaki sahipsizliğin verdiği yıpranış ve yine doğadaki canlılık, insanlara darılmışlığını duyumsattı.
Bin dokuz yüz ellili yıllarda bu koyak, capcanlıydı.
Cıvıl cıvıldı.
Horoz sesleri, köpek havlamaları, kuzu melemeleri, tango gürlemeleri, araba gıcırtıları, balta sesleri arasında bin bir tonlu insan sesi ...
"Ha..
Ho...
Ola...
Huu...”
Yeşillik almış başını yürümüş. Türlerini saymak ne mümkün.
Ağaçlar, insan hışmından kurtulmuşluğun sevinci ile ulu mu ulu...
Toprak, taşları kıskıvrak kavramış, onlar da gitmesin diye muhkemce sarmış.
Bırakmıyor.
Yoksa taşları döven yağmur mu, onları toprağa iyice gömdü?...
Yelin etkisiyle yaprakların senfonik orkestrasına eşlik eden kuş sesleri...
Fiy fiy fiy...
Cak cak cak...
Fiyu fiyu fiyu...
Fiyuuu fiyuuu fiyuuu...
Duyuluyor da yalnızlık öteleniyor.
Kırk bir yıllık değişim... Film şeridi gibi akan duyumsamalar arasında koyağın geleceğini düşledi. "Bir elli yıl sonra aynı yerden koyağa baksam. Nasıl bir görünüm ile karşılaşırım? Buraları satıp savan, terk edip gidenler, onların çocukları ata yurtlarına hangi gözle bakacaklarını, neler yapabileceklerini " görmeğe yattı.
***
Cami Mahallesi, Sitela ve Kedikana etekleri yem yeşil. Kayabaşı ve Papiyetur’da koyun sürüsü yaylım-da. Tuval ve Tuval Altı bakımlı. Şu tek katlı yapılar hayvan barınakları olsa gerek. Gördüğü tavuk kümeslerini andırıyorlar. Biraz aşağılardakiler ise iki katlı.
Köşkler olmalı.
Dürbününü Kuyat’a yöneltti yeşilliği yerinde. Köprübaşı ve Sasopa da yem yeşil. Ağaçlar arasında görkemli konaklar...
Bakışını Pınarlar’a(Conat) doğru kaydırdı. Oralarda da hayvan sürülerinin yaylımda olduğunu gördü.
Pınarlar, üç tarafı kayalarla çevrili, adeta avuç içi gibi korunaklı, bir o değin de ot çeşitliğini barındıran şirin yer. İçinde; yer yer düzlükler, yer yer hafif eğimli alanlar, yer yer küçük orman adacıkları vardı." Tıpkı bugünkü gibi...“Tadına doyulmayan pınarlar acaba duruyor mu? Bu pınarlar, o eski tat ve soğukluklarını koruyor mu? Buradan bakınca doğal görünümünde değişiklik olmadığına göre, pınarları da duruyordur."
“ O pınarlar oraya hayat sunardı.”
Acıkiraz ve Sarbiyela’da yer yer gösterişli yapılar. Ya şu Bargaburga’da ki yeşillikler arasındaki aralıklı ve çeşitli renklerde boyalı yapılar? Bunların benzerlerine “yazlık konaklar” der, özlem duyar, edinmek için hayal kurardık.
Koyağı dürbünle izleyip, gördüklerini yorumlarken yanına doğru yaklaşan konuşma sesleri duyar gibi oldu.
“Bu ıssız yerde kim ola ki?”
“Hayal mi yoksa,” diye düşünürken sağına döndü. Kendine doğru beş kişinin yaklaştığını gördü.
Gelenler spor giyimli gençlerdi.
-Merhaba Amca. Burada ne yapıyorsunuz?
-Yitirdiğim çocukluğumu arıyorum. Ya siz....
-Ben, Irmaklar Çiftliğinin Genel Müdürüyüm. Arkadaşlarım da pazarlama, mera ıslah, hayvan sağlığı ve ürün üretim müdürleridir. Malisukan ve yöresinden hayvan yiyeceği üretiminde nasıl yararlanabiliriz diye inceliyoruz.
-Nasıl yani? Samskar, bir kişinin mi oldu da söylediğiniz adla adlandırıldı.
-Çiftliğin sahibi bu köy kökenlilerdir.
-Pek anlayamadım. Nasıl yani?
- Köyden ayrılan ve köyde kalanlar bir araya gelip, kurdukları tüzel kişiliğe arazilerini kiraladılar. Böylece bir işletme kuruldu. Bu işletmede hayvan yetiştirip, “napuzar” adıyla hayvan ürünleri üretiyoruz.
- Napuzar ha!.. Evimize en yakın ve en çok verim aldığımız tarlayı bu adla adlandırırdık. Her halde evinize yakın olsun diye ürettiğiniz ürünlere bu adı verdiniz?
- Evet. Marka adı seçilişinde söylediğiniz "evinize yakın, en gözdeniz, eliniz altında bulunsun" anlamları çağrıştırmasının yanında; "sizin ürününüz" algısı yaratması amaçlandı.
Yanındakilere doğru dönüp, hafifçe gülümserken,
-Demek ki yanlış seçim yapılmamış.
- Sizden daha derinliğine bilgilenmek, hatta ortağınız da olmak isterim. Ama sizi tutmayayım. Yapacak işleriniz vardır.
-Teşekkür ederiz. Bizde sizin ortak olmanızla mutlu oluruz. Kurumumuz, Irmaklarla kan bağı olanları kapsamaktadır.
-İlk fırsatta gelip, oluşumun öyküsünü dinlemekten mutlu olacağım. Hangi günlerde ve saatlerde bana zaman ayıra bilirsiniz? Nerede sizi rahatsız edeyim?
- Rahatsız etmek ne demek. Her gün saat on yediden sonra zamanımız vardır. Ahorlarda ki merkezimizde bekleyeceğim, dedi. Genel Müdür.
Görüşme dileğiyle, vedalaşıp, ayrıldılar.
***
Güneş, Çadır Dağı (Kürdevan) tepesine tırmanıyordu. Güneşin Çadır Dağı’nı aştıktan on dakika sonra ramazanda iftar edildiğini anımsadı. Ürküntü ile yerinden bir hışımla kalktı. Yolu uzundu.
Bir an önce Huşniya’yı geçip, Sitela’nın önünden köye inmesi gerektiği usuna düştü.
“Acaba şuradan dik aşağı, paldır küldür eskisi gibi gidebilir miyim? Ama görünürde hiç iz yok. En iyisi geldiğin yoldan gitmek... Rast gele inerken bakarsın ayıyı yattığı yerde rahatsız etmeyeyim. Ne olur ne olmaz.”
Bu ıssız yerde çocukluğunda karşılaşmadığı yabani hayvanlara yine rastlamamayı umarak, köye yöneldi. Yanında atı ve iti de yok. Yol boyunca ıslık çala çala, anımsadığı türkü nakaratlarını karışık kuruşuk seslendirmeğe başladı.
Geçtiği yerleri güvenli kılarak yol aldı.
Aklını karıştıran olumsuzlukla karşılaşmadan, güneş Çadır Dağı’nın doruğunu aştıktan sonra konağına ulaştı.
“Bu gece nasıl sabah olacak?”
Nazargilin kayada karşılaştığı gençlerden dinlediklerinin nasıl gerçekleştirildiğini usundan geçirdi. Çevrede gördüğü, tanığı olduğu değişimleri yorumlamaya başladı.
“Koyakta hayvan gücü yerine, motor gücü yer aldı. İş yoğunluğu azaldı. Zaman açığa çıktı. Kas kuvve-tine dayalı çalışma anı oldu.
Toprak verimsiz. İnsanda çalışma isteği yok.
Elektriğin yaşama girişiyle ufuk genişledi. Eğitim yaşama bakışı etkiledi. Bilgiye ulaşım kolaylaştı.
Babalar, dedeler bir yandan toprağını işliyor, öbür yandan da fabrikada, maden ocaklarında, devlet katında çalışarak emekli oldular. Geçim, kısmen kolaylaştı.
Yeni kuşak, onların getirisi ile yaşamı kolay. Ekmek dededen su gölden Toplumların yaşam biçimlerini TV’lerden yattığı yerde izliyor. Tüketime itelenmek...,Bu kuşağı mutsuz ediyor.
Yaşam için gereksinim çok, alım gücü kıt.
Topraklar kır...
Kentlerde de yaşamak zorlaşır. İş bulmak, baba ve dedelerinin anlattığı gibi kolay olmaz.
İş güvencesi yok.
İş olanağı kıt.
Devlet bürokrasisine giriş kapılarını aşmak oldukça zor.
İş kurmak için anapara yok.
İş kurma istek ve becerisi kazanılamamış.
Sayısal loto, piyango ve at yarışları gibi ikincil oyunları liselilerin dahası ortaokul öğrencilerinin bile ilgisini çeker oldu.
Dedelerin altın bilezik olarak adlandırdıkları meslek sahibi olmak Hak getire.
Nüfus artmış, devlet bir türlü toplumun önüne geçemez. Toplumun gereksinimlerini saptayamaz.Planlı programlı eğitim sağlayamaz.
Köydeki yeni kuşak gibi, kent köylüler de mutsuz.
Kentin dış mahallelerinde yaşayan kent köylüler, besin maddeleri üzerinde oynanan oyunları iletişim araçlarından öğrendikçe neyi güvenle tüketeceklerinden kuşku duyarlar." Et ne etidir? Hangi peynirde, hangi yağda kanserojen katkı var ?"gibi...
Yaşamın cenderesinde bunalanlar, anne- baba ve nine-dedesinin ballandıra ballandıra " ah bizim oranın eti, peyniri, tereyağı" anlatımları uslarını tırtıklar. Tatili değerlendirmek, ata yurtlarını görmek için gelmeye başlarlar.
Yöreye gelenlerin anlattıkları ve büyüklerinden duyumları, yöre ile bağı olmayanların da gelip, köyü görmelerini sağlar.
Doğanın eşsiz güzelliği, havanın temizliği, su kaynaklarının doyumsuzluğu ve damakta bıraktığı tat, onlarda da aranırlılık etkisi yaratır.
Duyumlarının gerçek olduğunu görür, solur, tadarlar.
Köyde tütmeyen bacalar, kilitli kapılar çoğalır. Tüten bacacıların hareket alanları genişler. Alışık oldukları sesler yok olur. Yıkıntılar artar. Gereksinimleri karşılama ötelenir. Yabanıl hayvanlar gündüz gözü hal hatır sorar olur. Sinirler dayanaksızlaşır. Kırılganlıklar edinilir. Köyün o eski cıvıl cıvıl, capcanlılığı anımsanıp gençlere aşık öyküleri tadında anlatılır.Kentlere gidenler umursanır. Gelenler sıcak bakışlarla karşılanılır.
Bin dokuz yüz seksenli yılların sonunda iki kutuplu dünyada soğuk savaşın sona ermesi, bilişim teknolojinin insan yaşamında yer etmesi, değişimi hızlandırır.
Sermaye önündeki sınırlar kalkar.
Ulusallık sarsılır.
Genç ve dinamik nüfuslu ülkelerde böl, parçala, yönet yöntemi daha da etkinleşir.
Kentlerde çoğalan aynı köyden göçenlerin çocukları arasında uzaklaşmalar, bir birini tanımamalar başlar.
Aynı soyadı taşıyanlar bir birine el olurlar.
Üzerlerine yapışmış gibi görülen düğün,sünnet düğünü ve cenaze törenleri ananelerini yaşatamaz olurlar.
Bu yaban duruşlar dar ve yöresel dayanışma gereksinimi duyumsatır.
Köyde kalanlarda da benzer gereksinimler yeşerir. Onlar da:" Nasıl edipte kentlere göçenlerin ilgisini köye odaklayıp, ekonomik düzeyimize katkı sağlarız" düşü zihinlerini kurcalar.
Gücümüzü artırmak için desteklerini nasıl kazanırız? Onları arkamıza nasıl alırız? İç arayışları filizlenir.
Kent ve köyde ki yöre insanlarında yeşeren bu çıkar duyguları geleceğe yönelik dar çevresel de olsa birlik adına olumlu, girişimlerin alt yapısı olur.
Farklı yerlerde filizlenen cılız fidanlar gelişim gösterir. Çağa damgasını vuran sanal sosyal çevre iletişimi sanalı somuta dönüştürür.
Birbirinden uzaklaşmış ama bir birine gereksinim duyan kuşak, bir birine yaklaşır. Yüz yüze geldiklerinde hoş beşin ardından sohbetin konusu; "ne yapar da yörenin canlılığını, ekonomik verimliliğini geliştiririz" olur.
***
O’nun için gün bir türlü ilerlemez. Bir an önce "yıllar yılı hayalini kurduğu olayın nasıl yaşam bulduğunun öyküsünü dinlemeyi, hangi aşamada olduğunu, tesisleri gezme" düşündedir.
Cami mahallesinde doğduğu yerdeki konaktan; ogeçede Ahorlarda ki "Kilisenin Yanı" diye bildiği yerdeki kooperatif merkezine giden araca bindi.
Beranbarları, Cancaheti, Kosagilin Ardını, Kirkiti nasıl geçtiğini anlamadan... Köprübaşı yokuşunu tırmanır. Sasopadan Ahorlara ve Kilisenin yanına ulaşır. Oysa bu yolu, sekiz on yaşlarında ne güçlüklerle kat ederdi.
Kooperatif Genel Müdürü, çardakta günün yorgunluğunu çay içerek gideriyordu.
-Merhaba… Beni anımsayabildiniz mi? Diye sordu.
- Anımsamaz mıyım amca. Dün Malisukan’da karşılaşmıştık. Geleceğinizi tahmin ederek, bekliyordum.
Hoş geldiniz.
O’nun hoş beş, çay, kahve umurunda değildir. Bir an önce konuya girme coşkusuyla taşmaktadır. Ama saygısızlık yapamazdı.
-Hoş bulduk,dedi.
Sunulan çayını yudumlarken;
-Siz bu köy kökenli olmalısınız. Kimlerdensiniz?.
-Hayır. Köken olarak köylün değilim. Ama şu anda köylünüm. Çünkü burada çalışıyor, ekmeğimi bu doğadan kazanıyorum.
-A!… Ne güzel. Demek doğduğun değil, doyduğun yerlisin. Ben de aynı soruya genellikle “Bursalıyım” yanıtını veriyorum ama yadırganırım. İlk havasını soluyarak yaşama başladığım burayı da hiç belleğimden çıkarmadım. Aceleciliğimi hoş görün. Ben, dün koyağı gözlerken gördüğüm değişim ve gelişimi bir an önce daha yakından görmek heyecanı içindeyim. Beni gezdirip, bilgilendirecek birini yanıma verirseniz, mutlu olurum.
-Ne demek. Beraber gezip, sohbet edeceyiz. Buyurun.
Diyerek ilerdeki taşıtı işaret etti. Taşıta doğru ilerlerken;
-Nereden başlayalım? İsterseniz çiftliğin ana gövdesini oluşturan Pınarları gezip, dönüp tesislerle tamamlayalım, dedi.
-Nasıl uygun görürseniz, bence sakıncası yok, yanıtını verdi.
Yola koyuldular. Gittikleri yol, bakımlı. Bildiği yol. Bu yoldan bin dokuz yüz ellilerde ot, sap, yakacak odun taşırlardı. Kızak, çoğunlukta kullanılırdı. Bazılarında iki tekerlekli, iki ailede de dört tekerlekli öküzler ve erkek mandaların çektiği araba vardı. Şimdi son model jeep ile gidiyor.
-Amca, her halde biliyorsundur. Köyden ayrılış bin dokuz yüz altmışlarda başlamış. Seksen faşizmi göçü doruğuna ulaştırmış. Köyden ayrılanların çoğu varlığını bırakıp, adeta kaçmış.
-Bilmez olur muyum? Biz, altmışta arazimizi satıp, ilçeye göç etmiştik. Toprağımız azdı. Güç koşullarda geçim yapıyorduk. Sizin anlayacağınız yiyeceğimizi yeterince üretemezdik. Şimdi babamı anımsıyorum da; adamcağız madende çalışır, gelir tarla, çayır hasadına giderdik. Ne zaman nasıl dinlenirdi? Anımsamıyorum. Annemle ben harman döverdik. Sapı çevirmek için annem, düvene taşları koyarak, işini yapardı. Güç koşullarda yaşardık. Kasabadan da yetmişte Bursa’ya göç ettik. Bursa’dan seksenli yıllarda köylülerimin yaşadıklarını izlerdim. Gelenlerden geçim zorluklarının yanında değişim isteyen gençliğin istemlerine kulak vermeyip, onları” anarşitlikle” suçluyordu erk. Tutuklamak istenilen gençlerin yakın ve uzak akrabalarına yapılan insanlık dışı hareketlerin uzantıları az çok bizlere de ulaşırdı. Köylülerim çok sıkıntı yaşadılar. Ülkenin çoğu yeri genellikle aynı idi. Toplumsal olarak eğitim düzeyi artmıştı. Paylaşımdaki dengesizlikler daha iyi görülüyordu. Tepkiler tabanda yoğunlaşmıştı. Yükselen sivil toplum dayanışmasını kırmak gerekirdi. Seksen faşizmi onu yaptı. Silindir gibi ezdi, geçti. Toplumsal gelişim ötelendi ama durdurulamadı. Durdurulamazdı çünkü doğa kabul etmez.
-Sanayi gelişimi kentleşmeyi hızlandırdı. Tarım üretimi gereksinimleri karşılanmayınca göç edilmiş. İnsanın olmadığı yer harabeleşir. Ama koyağınız bir doğa harikası. Bu güzelliği, bu bitki çeşitliliği ülke ekonomisine kazandırılması gerekir. Biz şu anda onu yapmaya çalışıyoruz. Kente göç doruğa ulaşınca, kenttekiler buralara yeniden yaşam buldurtmak için kafa yormuşlar. Birlikten güç yaratmışlar.
Taşıt, Bargaburga eteklerinden Pınarlar’ a doğru ilerlerken, yol boyundaki bahçeler içinde bir birine benzer düzende tek ve iki katlı yapıları bir taraftan izlerken bir taraftan da anlatılanları dinliyordu. Dün karşıdan dürbünle gördüklerinin yanlarından geçiyordu. Bazıları kapalıydı. Kimisinde de insan oturduğu görülüyor.
-Bu gördüğünüz konutların sahipleri yazın gelirler. Kışın giderler. Çoğu batıda yaşıyorlar. İşletmemizin hem sahibi hem de tüketicisidirler. Temmuz ve ağustosta buralar cıvıl cıvıl olur. Haziran sonuna doğru kooperatifimizin toplantısını yaparız. Ortaklar genelde o zaman gelirler. Eylülde artık buralar tenhalaşır. Kasıma dek kalanlar da olur.
Pınarlar yolunun sağı solu tel örgü içinde. Otlaklar bakımlı. Sulama sistemi kurulu. Çayırlar parsel parsel bölünmüş Belli ki hayvan yaylımı için yapılmış. Otlak disipline edilmiş. Otlak parsellerine ulaşım yoları da tel örgülü. Hayvanlar rast gele yaylıma çıkmıyor.
Çevrede bunları gözleyip, anlamlaştırırken taşıt durdu.
-Bu tesis, süt sağım yeridir. Buyurun gezelim.
Taşıttan indik.Yanıma gelerek ileri doğru işaret ederek,
-Otlaktan hayvanlar şu yoldan gelirken tek sıraya girerler. Tesise geldikçe yolun daraldığını görüyorsunuz. Süt sağım makineleri borularla içeride kazanlara bağlıdır. Sağılan süt içerde kazanlara süzülerek ulaşır. Kazanda ki süt, mandıraya iletimde kullanılan kaplara aktarılır. Kamyonetlere şu raylardan kaydırılarak yüklenir Acıkiraz’da ki tesislere ulaştırılır.
Ağzım açıkta kaldı.
- İşlenecek sütü tümünü kooperatif hayvanlarından mı sağlıyorsunuz?
-Şimdilik yüzde ellisini sağlıyoruz. yüzde yirmi beşini de çevre köylerde ki çiftçilerden alıyoruz. Benzer süt sağım yerimizin biri de karşıdadır. Orada koyun besleniyor.
Süt sağım duralgası (istasyonu), çalışanların giyinme, iş bitişi duş ve dinlenme ile sütün akışı, süzülüp, taşıma kaplarına aktarılan temiz bir yer. Çalışanlara önem verildiği, özen gösterildiği anlaşılıyor. Hayvanların sağım makinelerine girdiği yerin üç tarafı açık, üstü kapalı olarak düzenlenmiş. “Harman yerlerinde, samanlık(merek) önlerindeki örtmenin (karapan) çağsal görünümü”
-Kışı nasıl geçiriyorsunuz.
-Gelirken görmüş olmalısınız. Sasopa’da kışlık barınaklarımız var. Aynı biçim Kuyat’ta da var. Korhan ve Demhrelde ki çayırlardan kışlık ot üretimi için yararlanıyoruz.
-Et ürünleri üretimi de yapıyor musunuz?
-Acıkiraz, ürün üretim ve dağıtım merkezidir. Mandıra, kesimhane, depolar oradadır. Buradan oraya gideceğiz. Şimdilik sosis,salam, sucuk üretimine başlayamadık.Hedefimizde onların üretimi de vardır. Ardanuç’un öteki köylerinde de benzer girişimler başladı. Bizim gibi birkaç oluşum gerçekleşecek gibi görülüyor. Onlarla üst birlik kurmayı düşünüyoruz. Gerçekleştire bilirsek et ürünleri üretimi o zaman daha ağırlık kazanacaktır. Gelişim olumlu yönde görünüyor. İletişim içindeyiz. Pınarları şöyle yol boyu gezip, gelebiliriz. İsterseniz buradan mandıraya da dönebiliriz.
-Pınarları turlayarak, mandıraya dönmek beni mutlu eder. Zamanınız uygun ise eğer.
Taşıt, Sakılde ve Şaşaverdina eteklerince kuzeye doğru ilerlerken, otlakların yolla bağlantıları ada ada belli oluyor. Bazı adalarda sulama yapılıyor. Kaslakav eteğinden doğuya doğru Uzunçayır eteği boyunca gidiyoruz. Kontromun Taşının geçişine ulaştık. Yolun içe dönük kısmı tel örgü içinde. Yer yer kapı olduğu belli giriş, çıkış bağlantıları yapılmış. Pınarlar tepsisi adeta yaban hayvanlara karşı koruma altına alınmış gibi. Bu görüntü az kişi ile çok hayvana hükmetme olanağı veriyor. Kontromun Taşından Uzun Çayıra ve Çadır Dağı eteklerine çıkan boğazı geçip, kuzeye doğru iniyoruz. Yol boyu çayırlarda kışlık ot üretimi yapıldığı, ot balyalarından anlaşılıyor.
Kelçupa Pınarı aklıma düştü. Kelçupa Pınarı mimik göletti. Dizlerimizi yere, ellerimiz gölet yanlarına gelecek şekilde koyup, dirsekleri yanlara yay gibi açarak, ağzımızı göletteki suya bastırıp içerdik. Tabi eğer dişlerimiz donmazsa. Bu pınar, bende çam sakızı tadı (köknar ağacının salgısı) ile unutulmaz olmuştur. Son bir kez daha içmek, varlığını devam ettirip ettirmediğini anlamak isteği doğdu. Ama utandım. Yoldan biraz içerde kaldı. Hem zaman daralıyor, hem de müdür beyi yormak istemiyordum. Kuzeye doğru manganez madeninin taşındığı yola indik. Süt sağım yerinin güney doğusundan geçip, çıktığımız yola girdik.
Köşklerin altından, kilisenin yanından ve kooperatif merkezini doğrudan geçerek Acıkiraz’a doğru akıyoruz. Sarbiyela’da gözüm Sülüklü gölü arıyor. Gölü göremedim. Tarlada annem mısır çapalardı. Bende göle taş atmaca oynardım. Acıkiraz Tesisleri’ne ulaştık.
-Mandıra merkezi olarak Acikiraz’ın seçilmesinde özel bir neden olsa gerek. Acikiraz deresine tesislerden akan suyun kirli olmadığı dikkatimi çekti de...
-Evet . Algınız doğrudur. Atılacak kirli su arıtmadan geçtikten sonra dereye akmaktadır.
Mandırada da ilk ilgimi çeken, çalışanların soyunma, giyinme ve dinlenmelerine özen gösterilmesi oldu. “Emeğe saygı, üretimin temelidir”. Buna dikkat edilmiş. Kirletilen suyu arıtarak doğaya dönüşüne özen gösterilmiş. Bu tesislerde üretilen ürünler tüketilmez mi?
***
Artık akşam olmuştu. “Müdür Bey’i fazla yormaması gerektiğini düşündü. Dün gece gözü uyku tutmamıştı, bugünü düşlerken... Düşlediklerinin kat kat üstünde bir oluşumla karşılaşmak onu çok mutlu etti. Havasını soluyarak dünyaya gözünü açtığı bu doğanın içine düştüğü terk edilmişlikten kurtuluyordu. Bu girişiminden haberdar olmamaktan, kendi insanlarına kırgınlığı nedeniyle yöreden uzak kalmaktan utandı. Demek ki her istek her istenildiğinde gerçekleşmiyor. Ancak zamanı ve zemini oluşunca gerçekleşiyor.”
- Sizi yordum. Teşekkür ederim. Ben de yorulmadım dersem yalan olur. Biraz da dün gece uyuya-madığım için yorgunluk hissi duyumsuyorum. Karşı mahalleye gidecek taşıtı kaçırmasam iyi olur. Düşle-diğimden daha fazlasıyla karşılaşmak beni çok mutlu etti. Köye kısa süreliğine geldiydim. Biraz daha kalıp, bu kurumsal yapının yaratımına emek verenlerle tanışıp, onlara borcum olan teşekkürümü sunmak istiyorum. Köyümün gelişimine karşı kendimi hep, borçlu hissediyordum. Onlar, beni bu borçtan kurtardılar. Onlara minnet borcumu nasıl öderim bilemiyorum?
-Ne yorulması amca!… Benim için de iyi oldu. Zaten zaman zaman yöreyi gezdiğim oluyordu. Yol bir, iş iki yaptık. Biraz sonra kasabadan gelen taşıt karşıya geçecek. Madem gitmek istiyorsunuz, onunla gidebilirsiniz. Yoksa ben sizi daha sonra götürürüm.
-Teşekkür ederim. Sizi yeterince yordum. Madem taşıt var, onunla gideyim. Sizi yine rahatsız ederim, zaten. Kafamda sorular uçuşuyor. Ben şimdi yola çıkayım. Taşıtı kaçırmayayım,dedi.İyi akşamlar dileyip, ayrıldı.
“Hey gidi günler hey!… Çocukluğumda bu yollarda akşam demez, obaş demez, öğle demez cirit atardık. Şimdi her yere taşıtla gidiliyor. Zaman içinde değişim ve gelişim bu işte. Acaba dedelerimiz bunları düşünebiliyorlar mıydı?
Nerde!…”
Yavaş yavaş hem yürüdü hem de çevredeki gördüğü fakat yanlarına gidip, gezemediği yapıların işlevini yorumladı. Bir taraftan da yapmayı tasarladıklarını düşledi. “Abanatuval suyunda alabalık üretimi için üniversiteden yardım alma girişimleri, diğer köylerin de bunları örnek alması, Ardanuç için harika bir şey olur.”
Taşıtın geldiğini duydu.
Durdu.
İşaret etti.
Bindi.
Soğoban’da cami mahallesinde ineceğini, para öderken söyledi.
Yerine oturdu.
Akşamın loşluğuna rağmen gözünü çevreden alamıyordu.
Taşıtın sarsıntısı, beşikte sallanır gibi geldi. Uykusuzluğun verdiği yorgunluk kendini iyice belli ediyordu. Göz kapaklarını açmada zorlanıyordu.
Sürücünün; köylüsü olup, olmadığını da merak ediyordu. Ama ne değin zorlasa da göz kapakları açılmamak için adeta direniyorlardı ki uyku onu teslim aldı.
***
Omzunda bir elin kendisini sarstığını duyumsarken;
- Amca!… Amca!… Uyan!.. Mahalleye geldik.
Sesine uyandı. Teşekkür etti, iyi akşamlar diledi. Taşıttan indi. Taşıt yoluna devam ederken o da pansiyonuna yöneldi.
Yarım saatlik deliksiz uyku yorgunluğu defetti. Karnının açlığını duyumsadı. Önce duş aldı. Açlığını giderdi. Yatağına boylu boyunca uzandı.
Gezip gördüğü, Genel Müdürün anlattıklarını baştan sona belleğinden geçirdi.
Yapılanlardan uzak kalmış olması onu rahatsız etti.
Nasıl olur?
Yaşıtlarımın, önermelerime olumsuz bakışları karşısında toplumumdan uzaklaşırım.
Onlar olumsuz baksa da onların çocukları benim düşümü nasılda gerçekleştirmişler.
Aferin çocuklara!...
Olmazı olur kılmışlar.
Benim korkum; bu güzelim doğaya biz sahip çıkamazsak uluslar arası sermaye bir gün el koyar kuşkusuydu. Ama bu olmadı. Uluslar arası sermayeye fırsat bırakılmamış.
Bizim kuşakta bilgi, deneyim, vardı da bir birine güven yoktu.
İş birliği bilinci yoktu.
Bu kuşak bu olumsuzlukları yenmiş görülüyor.
Aferin bunlara!…
Bizim kuşağın yapamadığını yapmışlar.
Demek ki insan, aydınlaştıkça öz güveni artıyor. Dünyayı daha iyi yorumlaya biliyor. İlkokul üçüncü sınıfta olsa gerek. Bir okuma parçası vardı. Birlikten kuvvet doğduğunu anlatırdı. Öğretmenimiz, onu daha iyi anlamamız için fındık çubuklarını kullanarak gözümüze, beynimize ışınlamıştı. Tek çubuğu hemen kırmıştı. Üç-beş çubuğu biraz kuvvet harcayınca kırmıştı, ama on beş, yirmi çubuğu kıramamıştı. Gençler fındık çubukları yerine küçük tasarruflarını birleştirince güç oluşturmuşlar. Bu güçle; iyi işletme mantığı, uyumlu ve güvenli çalışma ile iş yapma kültürü yaşama geçirmişler.
Bunun kolay olmadığı anlaşılıyor. Ata yurtlarını, yaşam için gerekli; iş, aş uğruna batıya göçerek çözüm üreten kuşağın torunları, kazandıkları deneyimlerini değerlendirmesini bilmişler. Anlatılanlara bakılırsa ne yapabileceklerini uzun süre tartışmışlar. Bursa, İzmit, Ankara, İzmir ve İstanbul’da yüz yüze, e’mail üzerinden iletişim kurmuşlar.
Bir birini ikna etmişler.
Zaman ayırıp köyde toplanıp, sonuca ulaşmışlar.
Örgütlenmeyi tavandan değil, tabandan gerçekleştirmişler.
Bu maya tutar.
İşte Nasrettin Hocanın göle maya çalması...
Yoğurt tutmuş.
Genel Müdürün anlattığı kooperatif ilkelerine uyulduğu sürece bu kuşağa özenmemek olası mı?
Ortakların yaptıkları yıllık alış veriş ölçütünce payları oranında artı değeri dağıtmak!
Yıllık artı değerin %15 ini yedek akçe olarak ayırmak!
Yine yıllık artı değerin %15 ini yöneticilere, çalışanlara eşit oranda dağıtmak!
Ortak olmayanların alış verişlerine denk gelen artı değeri, sosyal, kültürel etkinlikler için ayırmak! Eğitim gören ortak ve çalışan çocuklarına burs vermek!
Yoksul ve hasta olanlara katkıda bulunmak.
Bu paylaşımlar, köy yaşamında ki komşuluk ilişkilerinin, dayanışmasının çağa uyumu değil de nedir?
Yüksek sesle adının ünlendiğini duydu.Daldığı düşten birden koptu.
Seslenen, Malisukan’a gelmesini sağlayan dayıoğluydu.
Dönme zamanının geldiğini anımsatıyordu.
İstemeye istemeye oturduğu kayadan koyağın terk edilmiş haline bir kez daha hüzünle baktı. Çocukluğunun geçtiği yaylanın pegin(kalıntı izi) taşlarını okşayarak,”bir gün buraların mutlaka eskisinden daha canlı olacağını” söyledi.
Bu canlılığa insanlar gereksinim duyacaklardır.
Duymamak olası değil.
Ama kim?
Kimler bu doğa harikasını üretken hale getirir?
İşte buna takılıp, kaldı.
02.05.2013
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.