- 601 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
EFENDİM ?(Son Bölüm)
EFENDİM..? (Son Bölüm)
Güneşlenirken uyuyakalmıştım. Ayaklarıma ve tenime savrulan kumlarla uyandım. Kollarım uyuşmuştu. Ne olduğunu anlamam için onbeş saniye geçmesi gerekiyordu. Dirseğimin üzerinde yan doğruldum. Kumlar hemen yanıbaşındaki işgaliyeci komşudan geliyordu. Üstelik bu kez tayfasını da getirmişti. 4 kızı ve eşi aynı şemsiye altındaydılar. Simpson ailesi gibiydiler. Hepsi de "hapur hupur" ağız şapırtarak haşlanmış mısır yiyorlardı. Kum sıçramasının nedeni bana yakın olan biraz şişkoca yirmili yaşlarında tahmin ettiğim genç kızın ayak hareketlerinden gelmekteydi. Sesimi yüksek tutup , uyardım:
" Biraz dikkatli olur musun kızım?"
Ya beni duymadı, ya umursamadı. Ama ayak hareketi sanki "bir at ayağı" gibi kumları benden tarafa doğru iteleyip eşeliyordu.
O an, olağanüstü bir sabır gösteriyordum. Bende onun attığı kumları elimle ona silkeler gibi yapıp, sergimi temizledim. Rahatsız oldular tabi... Başımdaki şapkayı yüzüme kapayıp, sırtüstü uzanıp güneşlenmeye devam ettim.
İşgaliyeci aile bu kez aralarında konuşuyorlardı. İster istemez, onlara kulak verdim. Bana yakın oturan genç kız kıkırdayarak;
" Şimdi onu nasıl kaçıracağım görün, bakın..."
Babası;
" Bunu nasıl yapacaksın? Baksana yine gelmiş yanımıza..."
Diğer kızlardan biri:
" Hadi su savaşı yapalım. Denizden tabancamızı dolduralım."
Yanımdaki genç kız:
"Benim daha iyi fikrim var."
Diğer kız:
" Ne yani beğenmedin mi benim fikrimi? Eğlenceli olur."
Anneleri söze karıştı:
"Kızlar, yavaş konuşun. Herkes bize bakıyor. Sakın su falan sıkayım demeyin. Başka işiniz mi yok sizin? Gidin denize hadi..."
Galiba o ailede en mantıklısı anneleriydi.
Ama bela geliyorum, demez ki. Yanımdaki genç kız, oturduğu yerden birden fırlayarak ayağa kalktı.
"Aklıma bir fikir geldi. Ben onu kaçırmasını çok iyi biliyorum."
Üzerime uçuşan kumları elimle temizledim.
" Bu ne saygısızlık yahu!"diye sesimi yükseltmiştim.
Baba başını bana doğru çevirip ;
"Efendim?" demez mi!
"Efendiler götürsün sizi de efendilik öğrenin biraz!.."
Yarabbim, sen sabır ver bana!
Bakışlarım denize koşturan kızlara kaydı.
Bu kez hem kızmış, hem de o kızın beni nasıl kaçıracağını da merak etmiştim. Anlaşılan beni unutmuşlardı. Kardeşler denizde oynuyorlardı. Bende yeniden yüzükoyun uzanıp kitabımı okumaya başladım.
...
Alişan Öğretmen öğrencisi Cihan’a ikinci mektubu yazmıştı.
’Sevgili Cihan,
Mektubumu yazmaya ara verdim. Nedeni, hani annesi kazada ölen öğrencim vardı ya. İşte sana mektup yazarken o aramıştı. 6 yaşındaki kardeşinin de aynı kazada her iki ayağı kırılmış ve ameliyata alınacakmış. Öğrencim panik içindeydi. Kimsesi yoktu. Öğretmenim, okuldayken hep yanımdaydınız. Şimdi de yanımda olur musunuz?diye telefonda ağlıyordu.
Sevgili Cihan, işte dün o öğrencime koştum. Beni hastane kapısında bekliyordu. Nasıl koşarak boynuma sarıldı bilsen. Ağlayarak bana şöyle dedi.
" Öğretmenim annemi neden getirmediniz?"
Ah Cihan, keşke o an mucize yaratabilseydim. Düşünsene, 3 bin lira kira ödemek için anne evden çıkıyor ve durduğunu sandığı bir minibüsün altında çiğneniyor. Annelik içgüdüsü ile 6 yaşındaki çocuğunun üzerine kapanıyor. Anne ölüyor tabi...
Üzücü değil mi Cihan?’
Kitaba öyle dalmıştım ki, yanı başında olanların farkında değildim. Ama üzerime sağanak halinde yağan suların etkisiyle bir sıçramışım ki sormayın!
Güneş gözlüğümü başımın üzerine çekip neler olup bittiğini çıplak gözle görmek istemiştim.
Üç kız saçlarını bana doğru savurup deniz suyunu savuruyorlardı!
Artık ayarım enikonu bozulmuştu. Ayağa kalkıp üzerlerine yürüdüm. Kaçıştılar.
Anne ve babasına başımı çevirip ses tonuma öfkemi yerleştirip konuştum;
"Siz çocuklarınıza böyle mi terbiye veriyorsunuz?"
Kadın bıyık altından gülümsüyordu. Adamsa; şaşırmış gibiydi.
Onlara daha kaba davranabilirdim. Şemsiyelerini söküp fırlatabilirdim. Yakınlardaki kişilerin konuşmaları, aralarında fısıldaşnaları bana tanıklık edecek doğrultudaydı. Ama ben aklımdan geçen tüm olumsuz ve kötü düşünceleri savdım. İşgalci aileye doğru birkaç adım yaklaştım. Böyle davranmakla belki de o aileye yaşam dersi vermek istemiştim.
" Bakın, sizi tanımıyorum. Sizde benim kim olduğumu bilmiyorsunuz. Ama insanlık henüz ölmedi. Annem dualarının içinde hep şu cümleyi de ilave ederdi: ’ Allah kabir komşumuzun da hayırlısını versin.’
Anneme o zamanlar gülerdim: ’Anne artık ölen ölmüş. Ölünün hayırlısı mi olurmuş,’ derdim.
Işıklarda uyusun anneciğim bana nasıl bir yanıt verdi biliyor musunuz?"
Konuşmamın onların üzerindeki tesiri nasıl? Diye sözlerime kısa bir ara verip, onların yüz ifadelerini inceledim. Yüzlerinde meraklı bir şaşkınlık vardı. İşin en ilginci de tam arkamda üç kızkardeşin gölgeleri önümde uzanmaktaydı. Bu durum finale yakışıyordu.
"Annem, ’olur mu kızım? Ölüm olsa bile kabir azabı vardır. Eğer kabir komşumuz kötü biriyse hep azap çekecektir. O ağladıkça sen mahşere kadar rahat unyuyamazsın ki...Bu nedenle kabir komşumuzun da Allah iyisini nasip etsin’ der dururdu."
Herkes susuyordu. Bende sergimi rulo yapıp toplarken konuşmamı tamamladım:
" Anneciğim, o yıl bana hayatımın en büyük vicdanı dersini vermişti. Benim annem Anadolu kadınıydı. Okumamıştı. Ama çoğu okumuş cahile diploma verebilecek kadar kültürlüydü."
Üzerimi giyinmişken son sözcüklerim kurşun ağırlığındaydı:
"...Şu an gidiyorum. Sizden korkumdan falan değil. Veya beni kaçırdığınızdan da değil. Gitme vaktim geldiği için gideceğim. Ama size kırgınım. Beni gereğinden fazla, cidden gerdiniz ve üzdünüz. Bugünü hiç unutmayacağım. Eminim ki siz de bugünü hep anımsayacaksınız. Umarım başka birini üzmezsiniz. Çünkü bu dünyanın ötesi de var."
Giyinip oradan uzaklaşırken babanın sesi kulağıma çalındı.
" Efendim..?"
Belli ki kulağı az duyuyordu.
Emine Pişiren/ Altınoluk
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.