- 800 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
YENİDEN MERHABA, SEVGİLİ YAZARIM...
Zorlukların farkındalığında yine bir müşkül daha çalarken kapımı ve geçen zaman içerisinde ne uzadım ne de kısaldım, sevgili yazarım.
Bir ön söz yazmak isterdim asla yazılmayacak o romana lakin yazmayı dileyen ben’mişim gibi bir hicap da hâsıl olmasın hani.
Zaman pek bir özürlü bazen kayıt altına aldığım düşüncelerime atıfta bulunuyordum ve az evvel senden çaldığım bir söylem kemiriyor aklımı: düşünce ve duyguları ifa edilebilmesi… sahi, hangisi daha zor ki?
Zaman yanıltıyor insanı sanırım üç boyutlu bir kelam yaratmak adına tüm derdim belki de dört boyutlu ya da açıları kayıp bir üçgen.
İkilem yüklenip de üçgen olma ihtimaline hiç düştün mü sen?
Sıfatların yorgunluğu ve ismimle uyumsuz asık mizacım yine son zamanlarda yenilgiye uğradığım-gerçi ne zaman ki bir kazanıma haiz oldum şuncacık yaşamımda?
Görüntü itibariyle… sahi, bu nasıl bir ölçektir de insanlar mütemadiyen sorgular seni? Ya, sen? Sana da oluyor mu, gibi abuk sabuk bir sorunun cevabını asla veremeyeceğini bildiğim için.
Vakit buldukça karıştırıyorum yazdıklarını zaten her şey karman çorman, sevgili yazarım. Okuduğum bir yazına yeniden rast geldiğimde inan ki yeni bir açılım peyda oluyor: eh, düşün bendeki gizemi bir o kadar bulutlar oynaşırken ben hala nasıl oluyor da güneş kadar sıcak bir atmosfer diliyorum lakin yakmayan ve canını acıtmayan.
Akça pakça bir yazı olmalı her yazdığım ve asla da şaibeli bir uzantısı olmamalı lakin bu demek değil ki; her şey ayan beyan ve ben tüm sırlarımı bir bir ifşa edeceğim. Bingo!
Sahi, hangi sırrım kalmadı yaza yaza bende kalan?
Çok hem de ne de olsa ben bir sunum yapmıyorum yoksa sundurmasında bahçenin kör kuyudan çektiğim her boş kovaya zimmetli miyim de içimdeki aksan aksayıp duruyor?
Sana özendiğimi sandım bir zamanlar. Yalan söylüyor da olabilirim hani ne de olsa sahip olamadığım her şey elinin altında. Peki, sana gerçekten benzemek ister miydim?
Akademik kariyerini göz önüne aldık mı? Evet, dilerdim ne de olsa en büyük hayal kırıklıklarımdan biridir devamını getirmiş olmamam sanırım ben büyük ölçekli hayallerin perspektifinde hala öğrenci ruhumla bir akademisyen olma şerefine nail olmaktan son anda alıkonmuştum bu anlamda ah’ımı alan da az insan yok hani yine de kader, deyip şimdilik erteliyorum bu sıkıntımı.
Dert mi yok başka?
Şükür etmek ne kadar yüksek bir tevekkül ise ben de derdimi tasamı yok sayıp her gün düşüyorum yollara lakin ne getir- götür işlerinden anlarım ne de saatler süren uzun yolculukları severim varsa yoksa rahatım bu anlamda yolculuk kazan’ımda ben duyguların serkeş varlığı sayesinde gidip geliyorum artık ne hikmetse.
Biraz soyut bir resim çizmiş olabilirim sanırım senin tarzından yana pek bir özdeşlik yok arasında bu hurafelerin. Zaman zarflarına bakıyorum da bir de edatlara yine emir kipleri ile ikame edip hala bir şeyleri yetiştirme telaşındayım.
Gece an itibariyle bir kehanet ısmarladı ben ise beklemedeyim keşke biri duysa da şu yan kasayı hizmete soksa ne de olsa duygu arabamda ne ararsan var yine editörün kasasından-pardon onayından-geçecek.
Ismarlamadığım ne varsa onlar da teşrif etti: öncelikle huzur gerçi vakitsiz geliyor ve çalıyor tüm ilhamımı yine de değer hani. Adında bile mutluluk hâsıl olurken, huzur öncesi içimdeki gerilimi ben de yazarak yok ediyorum.
Hazır yeri gelmişken… sahi, senin öğrencin olmak ister miydim? Belki ayıp olacak ama istemezdim doğrusu ne de olsa tek öğretmenim yine maneviyatın huzurunda hasbıhal ettiğim o İlahi coşku ve yine farkındalığın bana kattığı diyalektik mimari: önsezilerim günbegün güçlenirken ve saf tuttuğum saflık mertebesinde uzun boylu yenilgilere de mazhar olurken.
Zamandan yana derdim diğer yandan: bazen asla geçmeyen.
Belki de saatleri kovaladığım derken yenilgiye uğrayıp günü ertelediğim gece ise pek bir işveli: gel de uyu.
Gel de uyan.
Gel de yazma.
Köhne bir arabam olsun isterdim ve sıra sıra raf koltuk yerine belki de monte edilmiş bir karavan lakin tekerleği olmayacak.
Düşperest kimliğim zaman zaman yaftalansa da ben böyle idare ediyorum zamanın ve tamahın çok ötesinde yine kendi saçmalıklarımla en çok eğlendiğim kadar da en çok imrendiğim normal ve uyumlu insanlar.
Bir özür belki de yine de Tanrı beni affetsin sonuç itibariyle bu doğumu ben gerçekleştirmedim ya da ısmarlama bir güdü değil ne zamanki yazmaya dursam sonrası malum: kayan zeminde bir de kayan kalem eklentisi ile tabir-i caizse fersah fersah arşınlıyorum koca bir ömrü yine de neresinden baksan hala o kırmızı saçlı küçük kız çocuğuyum.
Bir romanın elimde laf aramızda hepsi lakin bir tanesini bitirmek üzereyim ve sıkça da düşündüm hani; neydi esinlendiğin sanırım biliyorum zira sen de biliyorsun neyi bildiğimi. Bir kurmaca değil: o da çok mümkün hem bir dostumdan çaldım bu fikri ne de olsa kurmaca yazmadığın diline dolanmış herkesin belki de okurlarının sadece yine de kurgu anlamında bir diğer sevdiğim yazardan da epey farklılık arz ediyorsun.
Esinlenmek değil de ertelemek benimki.
Ertelemek konusunda kimseyi de üstüme tanımam hani ama şu bitirmek üzere olduğum kitabındaki karaktere asla özenmedim yoksa tıpa tıp o muyum da bu kadar kendimi müdahil ettim yarattığın karaktere?
Bir zihniyet.
Bir uyruk.
Bir ulak.
Belki de hayatın sunumunda ilahi bir dokunuş adına kader denen güzergahta biz tali yolları belirlesek de ana yolda mütemadiyen hız yaptığımız.
Bir gölgeden de hallice ama en güzeli tutulma zamanı yaşanan o hengâmede bir güneş kadar büyüleyici ve bir ay kadar da çarpıcı olmak ama ben sadece bir yıldız’ım üstelik dikenlerinden muzdarip bir gül’ün de seyrinde belki de bir gülkurusuyum.
Adımla sanımla.
Yüreğimle zikrimle.
Sen gibiyim belki de hiçsizliğimin varlığıyım ne de olsa varlık katsayım hep sıfırdan ibaret.
Dedim ya…
Kuyruğumda sayısız zerre kayıtlı aslıma dönüştüğüm her geceyi de doğuşum sayarsam, evet, ben bir yıldız’ım aslına ihanet eden bir ışıktan da muzdarip sanırım adına mutsuzluk diyorlar.
YORUMLAR
Ne garip değil mi? İnsan sahip olduğu duyguların oyuncağı gibidir... Ağla,gül ve sev onu dediğinde, beden ruhunun ikizi olur ...
Ama her şeye rağmen :
İki şeyden çok kork... Birincisi sevgin ikincisi servetin... Her ikisiyle de her şeyi satın alırsın. Birincisinin adı kalır,diğerinin sadece hacmi. Birinin yeri yureğinde ebedi ,diğeri ise Tozlu Raflarda fani...
Sevgiler
Gülüm Çamlısoy
Sahip olduğum tek servet zaten sevginin ta kendisi.
Aslında servetle de her şeye sahip olmak mümkün değil: tecrübe ile sabit.
Severek insan ciddi anlamda çoğalıyor ama eksik gelen bir şeylerin varlığı hala hüküm sürüyor ve işte ulaştığımız o rakım:
Tüm sevgimizi boca ettiğimiz dünya halinden uzak ama bu sayede İlahi Aşka ulaştığımız.
Bu şekilde hiç bir şeye de gerek kalmıyor dua ve şükür harici.
Yazarak ve son zamanlarda yaşadıklarım sayesinde vakıf olduğum çok şey oldu bu anlamda çözülen hangi duygumsa günden güne farklılık arz eden, derinlerde kulaç atmak hayli zevkli bir o kadar yorucu lakin zorluklar asla belimi bükmedi bu güne değin sanırım kendimle olan savaşımdan uzaklaşmak bana en iyi gelen.
Çok teşekkür ediyorum bu beyin fırtınasına sebebiyet verdiğiniz için.
Sevgilerimle.
Tabii...
Yazarla dinleyen ya da okuyan aynı olunca...
"Sıfır mesafeden" sayılır muhabbet...
Ben de derim ki -naçizane-... Fazla açığa çıkarmayın sırları...
Olur olmaz müdahalelere maruz kalabilirsiniz..
Nihilizm baştan sona...
Tebrikler Gülüm Hanım.
Gülüm Çamlısoy
:)
Laf aramızda, bu mektubun muhatabı, kalemine doyamadığım çok naif bir ruh belki satır aralarının dehlizinde fiziken muhatap değilim ama...
Son okuduğum romanından sonra derim ki: sanki aynam.
Sonsuz saygılarımla.
en çok kendisiyle konuşur insan ve en çok kendisini anlamaz... Can Yücel'in bir şiiri geldi aklıma yazınızı okurken;
20 YAŞ 35 YAŞ 40 YAŞ VE BUGÜN Kİ BEN
-Şunları bir araya toplayayım. Bir güzel muhabbet edelim- diye düşündüm.
Mutfak işinden de anlarım.
Donattım sofrayı.
Bayağı uğraştım.
Hepsinin, ayrı ayrı ne yemekten, ne içmekten hoşlandığını iyi bilirim.
Bayağı da para gitti.
Birinin yediğini öbürü yemez.
Ötekinin içtiğini beriki içmez.
Dört kişilik sofra kurdum.
Mumları da yaktım.
Bak hepsi, Erick Satie severdi.
Hatırladım.
Müziği de ayarladım.
Geldiler.
20 yaşında ben,
35 yaşımda ben,
40 yaşımda ben ve
bugünkü ben dördümüz.
Birden 20 yaşımı, 35 yaşımın karşısına oturttum.
40 yaşımın karşısına da, ben geçtim.
yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu.
Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi.
Yatıştırayım dedim.
-Sen karışma moruk- dediler. Büyük hır çıktı.
Komşular alttan üstten duvarlara vurdular.
Yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı.
Evin de içine ettiler.
Bende kabahat.
Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine ...
CAN YÜCEL
yine de insanın kendisiyle yaptığı dedikodu gibi yoktur. keyifle okudum. saygılar.
Gülüm Çamlısoy
Çok dedikodu yaparım içimdeki gizli ben ile ama hala da çözeemdiğim çok şey var ve işte yazma nedenim.
Çok teşekkür ediyorum değerli Umut Bey.
Keyifli bir yolculuk hele ki paylaşıp anlam olma şansına da haiz iken insan.
Tüm güzellikler sizinle olsun.
Sonsuz selam ve saygılarımla.
Çok çok sağ olun.
Gülüm Çamlısoy
hele ki; geçen zaman içerisinde bir baltaya sap olamadığımı düşündüğümde.
selam olsun dost yüreğe.
kul düşünce
aynada kendime küfrederim
karşı tarafa da susarak hakaret ederim