- 2120 Okunma
- 13 Yorum
- 7 Beğeni
Deliliğe övgü
Kar
-Esin’e-
Akşam çok uzun süreden sonra gelmişti. Aynı akşamın gecesi çok derin, karanlık, olağanüstü karanlık oldu. Bir ara ağaçlar altında yürüdüğümüzü hatırlıyorum. Sonra suya atladılar yanımdakiler. Belki ben bunun için döndüm eve. Bilmiyorum. hatırlamıyorum. Evde her gün üzerinde oturduğum bir koltuk var. Camdan düzensiz bir duvar, bir ayva ağacı, toprak birikintileri ve kurumuş otlara bakıyorum. Gece bile olsa görür gibiyim onları. Çünkü bu evi ve bahçesini çok iyi tanıyorum.
İçeri girdiğimde kapkaranlık her yan. Gözlerim alışsın diye sokak kapısına dayanıp bekliyorum. Alışmıyor gözlerim. Hiç bir şeyi seçmek imkansız. Her şey imkansız. Ellerimle eşyaları bulmaya çalışıyorum.
Yok hiç bir şey.
Birden salonda bir mum parlıyor. Ve hiç bir aydınlık vermiyor bu mum. Salona doğru bir adım atıyorum. Ve kafamı çevirdiğim her yanda ışık vermeyen, parlak mumların ufak alevlerini görüyorum. Yer birden sallanmaya başlıyor. Mumlar, ev, ben sallanarak dönüyoruz. Bu sallantı arasında birden bir fare beliriyor. Ben çok korkarım farelerden. Çocukluğumdan beri. (Birden bu geliyor aklıma.) Fare kafasını kaldırmış hareketsiz sıçramakta.
Kafasının iki yanında siyah gözleri var. (Birden bunun eskiden, çocukluğumda görmüş olduğum farelerden çok başka olduğu geçiyor aklımdan.) Bu grilikte, kafasından büyük gözlü fare görmemiştim hiç. Ve ben bunu düşünürken gözümü oynattığım her yer farelerle doluyor. Sayısız yanan mumlar ve her yanda sayısız siyah gözlü gri fareler. Ve ben bunların arasında sallanarak dönmekteyim. Çok korkuyorum. Arkamda bir kapı olduğunu hatırlıyorum. Hemen geri dönüyorum. Açıp kapıyı sokağa çıkacağım. Tam o anda kapının ortasında durmakta olan, görülmemiş irilikte, benim başım kadar büyüklükte kara gözlü bir fare, göğsüme sıçramaz mı? Üstelik pençelerini geçiriyor göğsüme ve ben onu çözmeye çalıştıkça, o daha derin gömülüyor içime.
Bağırıyordum. İki elim de göğsümdeydi. Sanki bir şeyi söküp atmak istiyordum göğsümden. Gün yeni yeni doğmaktaydı. Yeniden uyumaktan korktum.
Taşradaki evimiz bir yokuşun üzerindeydi. Alabildiğine büyük bir holün her dört köşesinde gene çok büyük odalar vardı. Biz kış aylarında bu odalardan birine çekilirdik. Ancak orası ısınırdı. Ama uykum gelince, annem beni, kışın içinde yaşadığımız bu odanın tam karşısındaki odaya gönderirdi. Sıcak ve havasız odadan çıkınca, soğuk, korkutucu, karanlık bir büyüklükte gelirdi hol bana.
Karşı odaya girer girmez, yatağın altına bakar, sonra içine girer, yorganı başıma çekip gömülürdüm. İşte o zaman korkmaya, terlemeye başlardım.
Düşündüğümü hatırlamıyorum. Oysa o büyük evin içinde her birimizin uykularının ne büyük bir yalnızlıkta geçtiğini biliyorum. Ninem ölüm döşeğinde uzun süre yattı. Yatağı benimkinin tam karşısındaydı. Ben büyüyordum. O ölüyordu. O zamanlar, yatınca, onun ne zaman öleceğini düşünürdüm. Doğrusu istiyordum ölmesini. Ölmesi gerekiyordu. Eriyordu çünkü bedeni. Ufalmıştı. Derileri kemiklerinden sarkıyordu. Sabahları uyanır uyanmaz onun koynuna girerdim. Sanırım bu, onun ölüm hastalığından daha evveldi. Çoktan uyanmış ve yuvarlak gözlüklerini takmış bulurdum onu. Gözlüklerinin altından iki yanağa yaşlar sızardı.
Ağlıyor musun? derdim.
Hayır, gözlerim sulanıyor, derdi.
Ama onlar gözyaşlarına çok alışmış da, ondan, derdim. Bu büyük evde, sabah insanın ağlatabileceğini düşünmüştüm. Ve gece yatmadan önceki korku. Bir gün holün karanlık bir girintisinde olan mutfağa girdiğimde, (daha kapıdayken) ninemi karnını açmış, karnına bir bıçak dayamış, -beklerken- gördüm. Ben de kapı eşiğinde bekledim bir süre. O ise hareketsiz durmaktaydı. Eli bile titremiyordu. Hiç bir şey yapmıyordu. Ben de bir şey yapmıyordum. Beni görmüyordu. Ben onu görüyordum.
Mutfağa ben niçin gelmiştim? Unuttum. Sonra yanına gittim.
Napıyorsun? dedim.
Kendimi öldürüyorum, dedi.
Hiç bir şey anlamadım. Bıçağı elinden alıp, almadığımı hatırlamıyorum.
Ama o öldürmedi kendini. Bunu biliyorum. Bir gün gene evden kaçmıştı. Bu daha önce oturduğumuz kentten yazları çıktığımız yayladaydı. Orada bir göl ve evimizin önünde bir elma bahçesi vardı. Bütün gün ağaçlara çıkar, elma yerdik. Akşamları da annem önüne bir sepet alır, elmaları teker teker yedirirdi. Hepimiz elmadan usanmıştık. Orada ninem evden kaçtı. Onu aramaya çıktık. Ben yalnız çıktım. Ve onu uzakta, büyük at kestanesi ağacının yakınında bir çukurda buldum. Başına eşarbını bağlamıştı. Yuvarlak gözlükleri gözündeydi. Bana bakıyor, beni görmüyor. Benimle konuşmuyordu. İncecik yüzü sararmıştı. Korkarak yanına sokuldum. Hayır korkmadım. Onu bulduğuma sevindim. Gerçekten bulamayacağım yerlere gitti sanmıştım. Çukurda böyle duruşu şaşırttı beni.
Niçin çukura girdin? dedim.
Kendimi kaybedeceğim, taa şu dağların ardına gideceğim, derken, bana gerideki Bozdağları gösterdi. Kendini dağlarda dolaşarak kaybetmenin ne olduğunu hiç anlamadım. Eve birlikte dönüp dönmediğimizi hatırlamıyorum. Ama onun ölümünü çok iyi biliyorum. Yatırdığımız hastanede onu ameliyat etmek istediler. Buna karşı diretti. (Kimden duydum bunu? O zamanlar çok küçük olduğum için, almazlardı beni hastaneye.)
O öldü. Hiç bir şey anlamadım onun ölümünden. Korkmadım da. Yalnız bir evin yüksek katından caddeye bakarken, aşağıda giden cenaze arabasında onun götürüldüğünü biliyordum. Bir kadın beni oyuncaklarla oynamaya zorluyordu. Sanki şimdi bir başkasının ölümünden bir şey anlıyor muyum?
Kendi ölümümden?
Bir yıl annemle yalnız kaldık taşrada. O zaman birlikte yatıyorduk. Uzun süre karlarla kaplı kalıyordu kent. Ve biz o koca evde, birlikte uyuduğumuz uykuda ne değin yalnızdık. Ölümümü anlamadan büyüdüm. Bir gün yüksek bir evin balkonunda tek kolumla asılı kaldım. Vücudum caddeye sarkıyordu. Kalabalık ve bomboştu cadde. Aşağıda ninemin cenaze arabası gidiyordu. Gözlerimi aşağıya yöneltmekten korkuyordum. Tek elimle balkonun içine geçmek için gösterdiğim her çaba, caddenin derinliğine düşmem için bir tehlike oluyor. Ne içeri girebiliyorum ne de caddeye düşüyorum. Bu bir düş mü? Boşluğa sallanırken bunun bir düş olduğunu düşünüyor muyum? Bunun bir düş olup olmadığını düşündüğümü hatırlıyorum. Oysa bu düşten uyanıp uyanmadığımı hatırlamıyorum. Bilmiyorum. Annemle birlikte yatıyoruz. Sabaha karşı kapıyı çalarak uyandırıyorlar bizi. Okulun hademesi gelmiş. Ağlayarak kendisi ile gelmemizi istiyor bizden.
Henüz yüksek karlar arasından geçmemiş kimse.
Onlar önden gidiyorlar.
Ben arkadan.
Kar onların dizlerine geliyor.
Benim omzuma.
O kadın nereye götürüyor bizi?
Eve döndüğümüzde annem gene üzgün. Ve ben gene bir şey anlamıyorum. Annem benim camdan düştüğümü bağırıyor ve ben onun sesini duyarak düşünüyorum.
Uyandığımda kendimi annemin koynunda mı bulacağım?
Yoksa bambaşka bir boşlukta mı?
Tezer Özlü, 1966
YORUMLAR
Erasmusun - Deliliğe Övgü adlı kitabı aklıma geldi - bir kaç yıl önce bir arkadaşım epey aramıştı da bulamamıştı :-)
"
“O halde ölüm lülerin bütün ya şa m ı bir çeşit m asaldan başka nedir, bi-
nlerinin, başka binlerin in m askelerini takarak sahneye çıktığı, yönetm enin
sahneyi terk etm elerini em rettiği ana k a dar herkesin kendine düşen rolü
oynadığı bir çeşit m asaldan? Yönetm en bir oyuncuya kostüm ünü değiştirip
sahneye çıkm asını em reder, böylece dem in m or giysileri içinde K ralı oyna-
ya n , a z sonra p a ça vra la r içinde bir köleciği oynar. H er şey bir gölgeden
ibarettir, am a bu m asalı oynam anın başka yolu y o k tu r,” der Erasmus D e-
liliğe Övgü adlı eserinde ve insan yaşamının bütün zıtlıklarını birkaç
cümleyle özetleyiverir.
sağlıkla kalın
Filiz Şahin. tarafından 10/8/2018 10:16:27 PM zamanında düzenlenmiştir.
Delilik, uyanıkken hayal görmektir- der Friedrich Wilhelm Nietzsche. Gördüğümüz düşlediğimiz hayali yaşamak istemez miyiz hep? İşte delilerin yaptığıda bu. Kendisiyle yaşıyor onlar, ve bizim arkadaşlarımızdan başka arkadaşlara, bizim dünyamızdan başka bir dünyaya merhaba deyip dururlar.. İstediğimiz de bu değil mi zaten? Bu yıkıntı, çıkarcı ve kan dolu dünyadan, insanlardan uzak bir dünyada yaşamayı istemez miyiz hep? Deliliğe övgüler yağdırmayalımda ne yapalım? Biliyor musunuz, bizim mahallede 30 yaşlarınd bir kız bir erkek iki kardeş var deli. Seyrediyorum onları bazen upuzuuun, ve delirmediğimden hayıflanıyorum :) Fikrimce, ya deli olacaksın dünyada, yada hiç varolmayacaksın. Deli doğmadığım için, varoluşu reddetmeyi seçtim bende :) konu uzayacak sanırım Bahar arkadaşım, ben özetle , gerçekten çok iyi ve anlamlı bir konuya değindiğinizi söyleyerek, bu anlamlı başarınızı kutlamak istiyorum. Kutlu olsun Bahar arkadaşım, çok güzeldi.. İyi geceler dilerim.
Deliyle dahiyi ince bir çizgi ayırır... Bu bilinen bir söylemdir... Çün ikisi de sıradışıdır...
Yazıdaki 'delilik' de toplumun yadırgayacağı davranışlar sergilemekse... Sıkıcı kurallarla boğulmuş herkesin 'çizgi dışı' davranışları olur zaman zaman...
Arada bir olduğunda belki bir boşalımdır da... devamlılık durumunda sıkıntı oluşturabilir!... :))) Akıldane gibi algılananlar için bu ihtiyaç her zaman daha çoktur, boğar bazen bu ağırbaşlılık insanı...
Samimi itiraflara sebep olacak bir konu işlenmiş yazıda... hem de dupduru bir dille...
Kutlarım Bahar Hanım...
Serap IRKÖRÜCÜ tarafından 8/10/2018 10:53:15 PM zamanında düzenlenmiştir.
Bahar Batıl
sevgim selamımla..
Baharcım ben ikinci degil hep birinci deli cocugum :)
Kucukken balkonda uyurdum bir gece sabaha kadar supermenin gelmesini beklemistim.
Simdi de hep guzellikleri çığıracak super insanlar bekliyorum degismemisim.En cesurunu bekliyorum yani.
Sevgimle cancan :)
Bahar Batıl
Dilerim hayat sana istediğin her şeyi versin..;)
güzelliklerle mutlu hafta sonları, çok teşekkürler sevgimle;)
Bahar Batıl
sevgimle..
Desiderius Erasmus'un kitabıydı ismi ilgimi çektiği için aldım ama pek hoşlanmadım sadece okudum ve aklımda da bir şey kalmadı.
Haklısınız içimde bir deli var ama yeterince güçlü değil, sorumluluklarım, ahlak anlayışım, insan sevgim yeterince delice davranmamı engelliyor, keşke tamamen sıyırsaydım balataları, o zaman daha mutlu olurdum eminim.
Bahar Batıl
Küçük mutlulukları her daim yakalayabilmek ve onlardan zevk alabilmek ümidiyle, çok teşekkür ediyorum varlığınıza..
saygım selamım sevgimle..
Kesinlikle!
Çekindiğimizden... Biraz da "dış baskıdan..." Frene fazlaca bastığımızdan...
Açık edemeyiz, deli yanımızı...
Ben deli demem de... "Kopmak" derim çokça...
Boşanmak "yularından...":))
Hadi azcık itiraf edeyim...Bakışlarımı en geniş açıyla taratıp etrafımı.. Zıplarım yürürken.. Ayağıma orta yapılmış gibi şut atarım havaya!
İncirin altından geçerken "smaç denemesi" bile yaparım....:))
Yani ben de o delilerdenim...
Tebrikler Değerli Bahar... (En azından açığa çıkardığından...)
ZEYBEK HOCA
Ben de "sendenim Müslüm Kardeşim...:))))
Bahar Batıl
Daim olsun yaşam mutluluğunuz, enerjiniz..
saygım selamımla teşekkür ediyorum..Smaç iyiydi..
BAHAR HOCAM NE GÜZEL DE ÖZETLEMİŞSİNİZ DELİLİĞİM-İ BENDEN BAHSETMİŞSİNİZ SANKİ ;))) BİRAZ DELİLİK İYİDİR
OKURKEN KENDİMİ GÖRDÜM
SAYGI VE SEVGİLERİMLE KUTLUYORUM DOST KARDEŞ ŞAİRİ
Bahar Batıl
Teşekkür ediyorum Müslüm hocam..selamlarımla..
Bahar Batıl
Teşekkürlerimle mutlu hafta sonları..Selamlar..
Bahar Batıl
Gününüz güzel olsun saygım selamımla..Teşekkür ediyorum
Kıskandığım kalemlerden birisisin ha bunu iltifat olarak algıla
ben ilkokul mezunuyum birşeyler yazmak için burdayım şiir yazmak hoşuma gidiyor
Dağarcığımdaki kelimeler ne kadarsa okadarını yazmaya çalışıyorum. Yazını beğendim yaşasın delilik yok olsun benlik ve kibir saygılarımla
etkin gs tarafından 8/10/2018 5:23:24 PM zamanında düzenlenmiştir.
Bahar Batıl
Yazan kalemler, düşünen zihinler, okuyan gözler, hisseden yürekler var olsun..
Çok teşekkür ediyorum güzel söylemleriniz ve içten yorumunuz için..
saygım selamımla..