- 819 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Örümcek Ağı-1
Uzun zamandır böyle bir yazı yazmak konusunda tereddüt içerisindeydim. Kavramların bu kadar yozlaştığı, inanç sistemlerinin bu derece sekteye uğradığı, düşünmenin soyut ve somut baskılarla bu denli erezyona uğratıldığı dönemde yazmak akıl işi midir? İşte bu nokta benim durup, uzun bir karar verme sürecime neden oldu.
Bilen, birine bir şey anlatamazsınız. Bildiğinizi düşünüp anlatmaya başladığınız an ise, kendinizle çelişkiye düşer ve kim olduğunuzu sorgulamaya başlarsınız. Bu hakkı nereden bulduğunuzu, bu hakkı kendinize hangi kriterlere göre verdiğinizi, bu hakkın sizde nasıl bir yansımasının olacağı bunun sizi okuyan dinleyenlerde etkisi vs vs vs...
Bilmek çok kesin ve iddialı bir kelime... Bilmek bilinen konuda otorite sahibi olmak... Bilmek bilmeyene göre cehaletle aranızdaki en belirgin çizgi... O kadar çok şey bilip de bunların bir çoğunun hiç bir işe yaramadığını bilmek ?
Televizyonun karşısına geçip günlük haberleri dinliyordum. Ekonomi bakanı Türkiye Ekonomisin dünyanın en güçlü ekonomileri arasında olduğunu söylüyordu. Bildiğim şey maaşıma %4 doğalgaza %49 zam geldiğiydi. Bu duruma göre bir şeyi daha bilmek gerekiyordu. Matematik... Bakan olmuş birinin hesap kabiliyeti benden kat kat ileri derecede olduğuna göre bildiğimi sandığım şeyin yanlış olduğunu farkettim. Üzüldüm... Ve bir karar verdim... Ekonomi konusunda bu yetersiz ve aciz mantığımı kullanmayacaktım. Benden daha iyi olan biri bunu zaten yapıyordu...
Kanal değiştirdim... Bir başka kanalda din konusunda otoriter bir alim zat, şöyle bir cümle kuruyordu. "Yatak ve yorgan cinsel dürtülerinizi rahatsız eder." Bilmemek ayıp değildi... Üşenmedim kalktım ve yatak odasına gittim... Uzun süre yatağa ve yorgana baktım... Hatta dedim ki belki temas etmekten bahsetmiştir. Yatağın kenarına oturup elimle yorganı uzun süre okşadım. Tuhaftı... Hiç bir şey olmadı.. Oramı buramı kontrol ettim... Hayır... Tık! yoktu.. Bunun üzerine koşup tekrar televizyon başına gittim. Bunca zaman benim bilmediğim bir şey biliyor olmalıydı. Kur’anı su gibi okuyan hadisler deryasında yüzen bu adam bunu söylüyorsa... Mutlaka bir sebebi vardı. Tam ben bunları düşünüp acaba "bir sorunum mu var?" diye sorarken bir başka konuya girdi. Dedi ki,
"Mesela genç biri baharatlı yemesin, ketçaplı şeyler yemesin. Bunlar iç organlarımızı çabuk hareketlendirir. Kahveye dikkat etmelidir, gazlı içeceklere dikkat etmelidir. Et tüketimi tıpkı diyet hastaların kullandığı gibi olmalıdır. Ta ki evlenene kadar…"
İşte o zaman rahatladım. Kırk altı yaşımda evli bir adam olarak ben onun bahsettiği kategorinin dışında kalıyordum. Onu genç yaşlarda dinlemediğim için derin bir oh!! çektim. Ve böyle alim zatların başımızda olmasından dolayı genç nesil adına Allah’a şükrettim.
Yine de canımın sıkıntısı geçmedi ve kanal değiştirmeye devam ettim. Tarım Bakanı ilk anda anlayamadığım uzun bir cümle kurdu. "Türkiye’yi tarımsal alanda Avrupa’da 4. sıradan 1. sıraya yükselterek Avrupa’nın en büyük tarım ülkesi konumuna getirdik" dedi. Hemen Televizyonu kapatıp cümleyi olduğu gibi bir kağıda bir yazdım. Dedim ki ben bunu yanlış anlamış olabilirim, buna bir de internetten bakayım. Google amcayı aratıp cümlesinin aslını buldum. Yazdığım şeyle tıpatıp aynıydı. Evet aynen öyle demişti. Bir kez daha utanıp sıkılarak ne kadar dünyadan bihaber, ne kadar memleketine uzak, ne kadar hayattan kopuk biri olduğumu düşünüp kendime kızarak şöyle dedim. Hiç bir şey bilmiyorsun!!! Bilmek senin sandığın kadar kolay olsaydı bir bilene sor demezlerdi. Aynı sayfanın altında bir yazı daha okudum. Diyordu ki,
Türkiye’nin 2011-2012 yıllarında Polonya’dan ithal ettiği yaklaşık 3 bin sığır etinde ’deli dana’ hastalığına rastlandığı ortaya çıktı. Bu durum Polonya’nın başlattığı soruşturma kapsamında Türkiye’den adli yardımlaşma talebinde bulunmasıyla öğrenildi.Tarım Bakanlığı uzmanı, "Tahlil raporları Polonya dilinde yazıldığı için ne yazdığını anlamadık" dedi.
Üstteki haberin verdiği huzurun alttaki sıkıntılı haberle kıyaslamasını yaptım ve şuna karar verdim. E o kadar kusur kadı kızında da olur !
Sonuç olarak bilenlerin yönettiği bir ülkede bilmeden yönetilmek bu toplumun yaşam tarzıydı. Çok şey bilmemek gerektiğini bilmek vatansever olmanın en önde gelen kaidelerinden biriydi. Zaten bilmek için sormak "şüpheli", araştırmak "zanlı", bildiğini anlatmak seni "hain" yapar demişti bir arkadaşım. Bunu bildiğimden beri pek, nasıl desem bildiklerime değer vermiyorum desem yeridir.
Çocuk istismarı neden arttı sorusunun cevabından bana ne mesela? Bununla ilgili benim yerime bilen birisi zaten var yönetim kadrosunda. O daha iyi bilir...
Mini etek giydi diye minibüsü karakola çektiren zihniyet aydınlık yarınlar için önümüze ne tür bir ışık tutar? Yani bu benim konum değil ki niye düşünüyorum ?
Atatürk’e ulu orta küfreden "yeni nesil" bir akım başladı örneğin. Bu akımın tarih sürecinde ülkemize pozitif katkıları ne olacaktır? Atatürk’e küfretmek yeni neslimizin bulunduğumuz çağa entegrasyonu bağlamında ülkemize ne tür bir sıçrama hamlesi yaptıracaktır? Bu konuda Peygamberimizin sahih hadisleri var mıdır? Kur’an da bununla ilgili hangi surenin hangi ayetine atıfta bulunulabilir? "Anıtkabir’i taşlamak" gibi bir eylem mümin kardeşlerimize ekstra sevap kazanma yolunu açabilir mi?
"Anıtkabir’i bir kez taşlayanın günahları deniz köpüğü kadar çok olsa......." diye başlayan fetvalar verilse bu akıma yeni bir boyut kazandırabilir mi? Bakın bu soruların hiç birinin cevabını bilmiyorum mesela. Ama düşündüm ve dedim ki... Bunları benim yerime bilen birileri mutlaka vardır. Mutlaka... Rahatladım...
Sonra bir habere daha rastladım...
Yüksekova’da bir anne ve 11 aylık bebeği PKK terör örgütü tarafından aracı patlatılarak şehit edildi...
Bu haberin altında yüzlerce...Ama yüzlerce yorum...
Yine şehitler ölmez vatan bölünmez...
Yine Kahrolsun PKK...
Yine hain için yaşasın Cehennem...
Yine Kürt çocukları TC tarafından öldürülürken nerdeydiniz..
Yine Biji PKK...
Yine kanınız yerde kalmayacak...
Yine..
Yine..Yine..
Dedim ki kendi kendime... Askere gitmesin diye Bedelli var ama eşini-babasını görmesin diye bir bedel koyamadık mı o anne ve yavrunun üzerine? Özlemenin bedeli ne kadar mesela? Sarılmanın öpmenin bedeli?
Kaç bin tl karşılığı vazgeçer bir adam yavrusunun kokusundan? Kredi verir mi bankalar? Takside böler mi sevgiyi mesela? Bunu da bilemedim...
Bildiğim tek bir şey kaldı içimde ona da isim veremedim... Acı... Sadece acı...
Bu yazının devamı gelecek... Kim ne derse desin aykırı sorularla, ters sorularla, sizi bazen sinirlendirerek, bazen küfrettirerek gelecek... Ama merak etmeyin, hiç birinizin ismini vermeyeceğim bu yazıda... Hiç birinizi ihbar etmeyeceğim vicdanların mahkemesine... Bu yazı da suçlu da ben olacağım, savcı da ben olacağım, avukat da... Size ayırdığım kontenjan, bu mahkemenin Hakimi olmak...
Sonucu mu?
Ben bilmem... Ama bilen birileri olacaktır mutlaka... Şimdilik hoşçakalın...
YORUMLAR
Sizi tebrik ederim. Yazınızdan anladığım şu oldu: Bazı şeyleri insan bilir, olaylar üzerine düşünür de. Ancak mekan ve zaman birbirine zıt bir ortamda bilinen doğruları söylemek geri teper. Bazı olayları tersinden yani ironi yaparak anlatmanın daha etkili sonuçlar vereceğine inanırım. Sizin de ironik bir anlatımla Türkiye toplumunun ve idari yapısının röntgenini çekmişsiniz. Varol