TEKİRDAĞ ŞİİR ETKİNLİĞİNİN ARDINDAN... (3)
TEKİRDAĞ ŞİİR ETKİNLİĞİNİN ARDINDAN... (3)
-----------------------------------------------------------------------
Koca otobüs altı gidişli gelişli yolda kaplumbağa hızında adım adım ilerleyerek sıkışık yolu tahminen iki saatte geçerken derin bir nefes almıştık. Öğlenin ortadında bu yoldan geçseydik taze piliç gibi pişebilirdik kavurucu sıcaklıkta. Bereket sabahın çok erken saatleri idi. Şoförlerin her gün uzun saatler alan yolculuklarında ne zorluklar çerkerlerdir. Onları düşünürüm yolcululuğumda. Çoğu zaman çocuklarının kokularına hasret kalır şoförler. Üstelik mesai saatlerini kat kat aşan çalışmalarının tam hakkını aldıklarını sanmam! İtiraz edenlere; ’Anahtarı bırak!’ tehdidini aldıklarından eminim... Bakınız yolculuk esnasında neler düşündüm. İnanda vicdani duygular ağır basınca memleketimizdeki gerçekleride yazmaktan geri kalamıyoruz.
Kalabalık yol tenhalaşınca şoförümüz bastı gaza kaplumbağa gidişimizden intikam alırcasına. Muavin telaşla ileri geri gidiyordu. Meğersem bize çay, kahve servisi hazırlıyormuş. Kısa bir süre sonrada çay ve kahveler ikram edilirken minik bir pastayla, ben çayı tercih ettim kahve sevmeme rağmen. Çayımı yudumlarken gözlerimde ara ara yurdumun mis kokulu topraklarını dikizliyordu. Ne güzel bahçeler, tarlalar vardı. Fakat ülkemizin her yerinde olduğu gibi en çok dikkatimi dürtükleyen aynı manzaralardı. Verimli arazilere, tarlalara beton yığınları dökülmüş, kirletilmiş asil toprağımız! Denize yakın olan yerlerdeki binaların çokluğu ve düzensizliği denizi görmemize perdelenmiş. Marmara denizinin sahilleri ranta peşkeş çekilmiş. Acıdım; hem de çok! Hollanda Lahey kendinde sahil kenarında o kadar çok evler yok. Yapılanlarda denizin manzarasını bozmayacak tertibinde motoife edilmiş binalar. Yani hiç kimse kafasına, cebindeki mangırların çokluğuna göre ev yapılmıyor orada. Bu Güzelim verimli topraklarımız, masmavi denizimiz sanırım hep siyasi nedenlerle çar çur edilerek sevimsiz hale getirilmiş cennetimiz dediğimiz vatan! İnanın otobüs gaygısız, tasasız hedefine ilerlerken ben hep ülkemi düşündüm. Şiirlerimizin çoğunda da sosyal yaralarımızı işleriz şairler, yazarlar olarak. İnşallah bir gün ’önce ülkem, insanım, topraklarım, diyen iyi niyetli idarecilerimiz gelir’, diyerek umutlarıma bahar yağmurları serpiştirerek hüzünle çayımı yudumluyorum.
Dalmışım dışarıyı derin duygularımla süzerken. Otobüs otobanttan viraj alarak sağa sola dönerken levhaya baktım. Çorlu yazıyordu. Benim son durağımdı otobüs yolculuğunda. İlk kez gördüğüm Çorlu şirin bir ilçe. İlçeye varmadan önce tek tük serpiştirilmiş dev blokların aralarında inatla günebakanların (günaşık) sapsarı gülümseyişlerinden anlamıştım bura halkının Ayçiçeği ile geçim kaynaklarının olduğunu. Gerçekten ayçiçeği tarlararı gözlerimi kamaştırmıştı onlara sevgi ile bakarken. Çorlu ve Trakya halkı toprakla ilgilenmesine çok sevinmiştim. Çünkü tarım gittikçe zayıflatılıyordu ülkemizde. Patatesi, soğanı daha dün Suriye’den, savaş ile bitirilmiş memleketten ithal ettiğimizi bakan açıklamıştı. Biz fazla derine dalmadan otobüsümüz Çorlu kadar şirin ve küçük otogara girdiğinde sprocular gibi derin bir nefes aldım. ’Oh be! Nihayet’ diyerek indim otobüsten. Minik bavulumu ve el çantamı alarak diğer kazalara ve Tekirdağ’a giden minübüslerin durdukları yere gittim. Minüs ağaları kaldırımı dinlenme yeri yapmışçasına sandalyeler, masalar döşenmiş. Ellerinde 33’lük tesbikler çekiliyor, çaylar yudumlanırken sigara dumanları dudakları arasından kara tren dumanı gibi çıkıyordu. Selam vererek vardım birinin yanına. ’ Ağam, Tekirdağ’a hangi arabanız kalkıyor?’ Pala pıyıklı biriydi sorduğum. Sağ eli ile bıyığını burkarken; ’ Bak ta ilerideki araba. Neredeyse kalkma üzere, hemen yetiş!’ ’sağol, teşekkürler!’ patlatarak işaret ettiği minübüse doğru telaşlı adımla yürümeye başladım.
Minübüse vardığımda neredeyse dolmak üzereydi. Daldım içeriye. Boş bir kaç koltuktan birine serdim postu. Üceretini sorarak peşin peşinde ödedim. Aslında memlekette belediye otobüs kartım vardı, geçerli olup olmadığımı sorduğumda, geçmezmiş. Dokuz kayme verdim Tekirdağ’a gidiş ücreti. Çok geçmedi, beş dakika sonra araba tamamen dolmuştu. Ayakta olanlar vardı. Demek ki serbest ayakta yolcu götürmek! Memlekette günde bin kaza olsa ne olur! ’Biz ölümlerle eğlenmiş bir millet değil miyiz?’ diye alaylı alaylı tebessüm ettim kendime! Gerçekten de öyle. O kadar kaza oluyor dikkatsizlikten, aşırı yolcu almaktan ama hala üç kuruş fazla alma derdindeler. Tabi aslında onların suçu değil; bunlara bu fırsatı veren trafik polisi, kaymamaklık, valilik, belediye değil mi? Bak yine siyasete girdik! ’Amaaannn boşver Zafer, BİR ÖLÜR, BİN DİRİLİRİZ! (!)’ şiarı ile sustum. Sadece şiir etkinliğine odaklandım gari!
Geniş geniş alanlara dağılarak büyümüş Tekirdağ’a girdik. İlk kez gördüğüm sahil şehri. Aslında daha önce gezi için Kırklareli yakınlarında Pavlu festifali dedikleri yere gelmiş, oradan dönerken Tekirdağ’a uğramıştık. Çok değerli can arkadaşımız yazar ve şair Celal Çalık beyi ziyaret etmiştik. Ama geceydi. Ve saadece birbuçuk saatlik zamandı kaldığımız. Yemek yemiş, sonra bir parka giderek Celal üstadımızla hasret gidermiştik. O zaman bizi gezi proğramına dahil eden Sinan Can ve eşi Neslihan’dı. Ne güzel anılarımız olmuştu o gün. Türkiyenin en değerli fotoğraf ustalarıda vardı aramızda. Onlar çingeneleri, eski kalıntı evleri, enterasan buldukları yerleri fotoğraflıyorlardı. Velhasılı çok tatlı mı tatlı hatıralar bırakmıştı bizde. Lakin bu gezinin ardından iki ay geçmemişti ve ben Lahey’e dönmüştüm. Bir haber almıştım. Çok acıydı! İyi bir şair olan Sinan Can arkadaşımız aniden vefat etmişti. Arakadaşımızın aramızdan ayrılışı yıkmıştı bizi. İstanbul İstiklal caddesi, Galatasaray lisesinin karşısında AZNAVUR SANAT yerleri vardı. Zaman zaman gider kendilerine has kahvelerinden yudumlardım. Bunu daha fazla yazmayayım, kendimi zor tutuyorum, ağladım ağlayacağım...
Hüzün dolu hatıralar kafamda mezarlaşırken çevrenin güzelliğine, sahilin tatlı havasına baka baka geldik otogara. Otogarın yanıbaşında belediye halk otobüs ve minübüslerin durağına gittim. Şiir etkinliğimizin yapılacağı GÖRKY otele giden 12 nolu minübüsü öğrenince durağına gittim. İki dakika geçmeden arabamız geldi. Halinden yorgun olduğu belli şoför; ’Siz binin, ben kapıyı örtüp çay almaya gidiyorum. Birazdan gelirim.’ derken ben de, ’Dur kapamayın! Bende şu simitçiden simit alayım.’ diyerek eşyaları arabaya koydum. On adım ilerideki simitçi dayıdan bol susamlı simidi seçerek aldım ve arabaya bindim. Şoförde çay almaya gitti kapıları kapatarak. Gittiğim şehir, ilçelerde, kasabalarda mutlaka simit alırıdım. Her yörenin simit tadı ve kokusu bambaşka gelir bana. Tekirdağ simidi de öyle. Ayrı bir tadı ve kokusu vardı. Şimitler Tekirdağ’ın kokusunu, sevgisini, tadını üzerinde toplamıştı. Simidi çok seven milletiz biz!.. Simit yemesek rahat edemeyiz ki! Köfteler, pirzolalar, etli pideler yesekde illa da simitte yiyeceğiz. Vazgeçilmez aşkımız bizim o! :)
Tekirdağ’ın bazı mahallelerinden geçerken yollar çok dardı. Evlerde oldukça eski, bazıları neredeyse yıkılacak durumdaydı. Tekirdağ’ın gülü kardeşim Yıldız dost ve belediye başkanımız gücenmesinler bana ama şehiri bakımsız buldum biraz. Umarım başkan gerekli çalışmaları yapar ve muhteşem şehirimiz pırıl pırıl olur gelecek sefere gelidiğimde. Tekirdağ’ın insanı, halkı cana yakın, misafirperver, çalışkan. Yüzlerinde tebessüm beni ziyadesi ile mutlu etti.
Minübüs dairesel bir kavşaktan kavis çizerek sağ yola girdiğinde sol tarafta kalan oteli gördüm. Kocaman yazı ile GÖRKY HOTEL yazıyordu. ’Aha işte burası!’ dedim. Şoföre ineceğimi dediğimde; ’Abi az ileride durak var, orada duracağım.’ dedi. Bir dakika geçti geçmedi durakta ’ZIP’ diye durdu. ’Buyur abi, burada iniyorsunuz ve karşı tarafa geçerek binaların arkasında oteliniz. Hayırlı tatiller size.’ dedi. Ne centilmen, kibar şoför. Teşekkürlerimi sunarak indim arabadan. Karşıya geçerek dar yaya yolundan ilerledim. Sağa döndüğümde otel karşımdaydı. İlerledikçe gözlerim de sağı solu kolaçan ediyordu tanıdık birine rastlarmıyım diye. Otelin giriş tarafının boşluğuna masada bir gurup otorumuş çay içiyordu. Pek tanıdık gelmediler. Otelden içeri girdim. Sağ tarafta lobinin başlangıcına otel danışmanlığı, giriş kaydının yapıldığı büro vardı. Masa başında sevecen yapılı, güleç genç bir bayan görevli oturuyordu saldalyesinde. Yanına vardım ’Günaydın, hayırlı işler kardeşim.’ diyerek. Sağolsun yakından ilgilendi. Denize bakan odalardan birini istemiştim kaydımı yaptırdıktan sonra. Yerlerin doluluğundan dolayı odaların boşalmasını bekleyecektim öğleye doğru ama benimde bir odaya yerleşmem geektiği söylendi. Birinci kattan bir oda ayarlanıp anahtarı elime teslim ederken; ’ Yıldız hanım buradalar mı’ diye dordum. Cuma gününde geldiklerini, hazırlık yaptıkları bilgisini verdi. Eşyalarımı odaya bırakmak için çıktım. Çok modern olmasada fena sayılmazdı. Sadece bakımsızdı. Odadaki pencelererin perdesini araladım. Denize sırt dönmüş, küsmüş bir edası vardı odanın. Mahzunluğu koydu içime.
Onca yorucu yolculuğun ardından banyo yapmam ve sinek kaydı traşı olmalıydım. Öylede yaptım. Banyo uykusuz halimi düzenlerdi en azından. Üzerimi çıkararak daldım banyoya. Ardından traş oldum. Az da olsa vücudum dinlenmişti birazcık.Üzerimi giyinerek aşağıya indim kahvaltı yapmak için. Sabahın 9:45 civarıydı. Kahvaltı kalkmamıştı. Mutfakla içiçe olan yemekhanesine gittim. Nefis bir kahvaltının ardından birde özlediğim kahve aldım. Lobiye giderken anaaaa kimi görsem? Üzerine savaş yorgunluğu çökmüş asker gibi merdivenlerden inerken Yılzdız TOKSÖZ kardeşimi gördüm. Hızlı adımlarla geldi bana, bende ona. Özlem dolu sohbetimizle hoş beş ettik. Sanatçı kardeşimi sordum. Kadim dost, bacım dediğim Firdevs ALTINDAŞ’ın Cuma’dan geldiğini, odasında dinlendiğini söyledi Yıldız dost. Kendisinden müsade alarak, dinlenmem gerektiğini söyledim. Odama çıkarak yatağıma uzandım. Ne çok yorugun düşmüş bedenim! Cuma’dan ve bugün gelecek şair ve yazar arkadaşlarımızla dinlenmeden sonra görüşürüz sevinci ile başımı vurdum yastığa...
Devam edecek...
Zafer Direniş
…
28 Temmuz 2018 Cumartesi 11:00 KARABULUT
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.