- 524 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sahiplik 6
Kolektifi olan ve kolektif bir kütleden ayrılan bu tarz kişi sahipliklerin kendi kendisini inşa düşüncesi, bu anlayışlarını yine de totem anlayışlı sosyal eksen etrafında ve köleci mantalite ile billurlaşıyorlardı. Kolektif olan ve kolektif üreten mantık yerine, “köle inanıcınla olan mantık” konmuştu. DNA değişti.
Sahiplik ve paylaştırma DNA’sı değişen köleci inanıcınla olan bu mantık, köleci sahiple güdülmeyi ve bir gün kölelerin de kendi efendileri gibi zengin olma vaatlerini meşru ve kontrat etti. Yitirdiği eşeğini efendiler üzerinde dolaşmakla bulmayı hayal etmek, kölenin nefsiydi!
Kölecilik karşısında, köle olmanın zıttı olan düşünme kölelerinde efendileri gibi olmayı vaat eden söylemi içindeki tatlı ve pembe düşleriydi. Bu imgelem kölelerde kölelerin yaşama arzusu ve sürece katlanmanın hem nefsi oldu hem nefesi oldu. Bu zıt ve çapraşık duyuşları içinde olan köle kişiler, kendisine de sahip olan idealindeki monarşiye biat etmekle, kendi gibi duygu kodlarıyla oynayan diğer kişilerle birlikte köleliklerini onaylamışlardı (El este bi rabbi küm ahdi yapmışlardı). Ant içmişlerdi.
Sahip Efendilerle sahiplikten yoksun olan köleler artık totem dönemdeki gibi, ön ittifaklı dönemdeki gibi kardeş olamazlardı. Kardeşlik olup biten köleci ayrışmanın doğasına aykırıydı. “Hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile (başkasının elinin altında olan köle ile), kendisine verilen rızıktan harcayan (elinin altında bulunduran) kimse hiç eşit olur mu?”
Takdir iradesi olanla takdir iradesi olamayanlar, bir ve aynı kişiler olamazdılar. Takdir iradesi kimindi? Malı mülkü olup bunu rızk olarak harcayıp dağıtanın. Şu hâlde malı mülkü olanlarla malı mülkü olmayanlar; üstelik te “başkasının malı olan kişiler” bir olurlar mı?
Böylece efendi-köle bağlamıyla kolektif olmanın insan bağlacı da ortada kalkmıştı. Köleler insansa, efendiler insan değildi! Yok eğer takdiri, sahipliği iradesi ve gücü olan efendiler insansa, “takdiri, sahipliği, iradesi olmayan aciz köleler” insan değildi.
Monarşin içindeki El mana anlayışı bu koşullandırmaların imanı ahdi içinde tıkır tıkır işliyordu. Kural koyanla kurala uyanlar iki ayrı nitelik ve niceliklerden oluşan sosyal kümelerdi. Statü farkı ortaya çıkmış asiller (soylular-aristokratlar) ile asil (soysuz-düşük adi- süfli) olanlar ortaya konmuştu.
Bu ilk köleci, geçiş dönemini ve geçiş dönemi ritüellerini hazmeden çekirdek yapılar, önce monarşinler birleşmesi olan “oligarşin” tevhidi yapıları ortaya koyacaklardı. Oligarşi içinde kendi kendisini çağıran geri beslenmesi olan öz yine köleci monarşindi. Kölenin çalıştığı ve ortaya koyduğu her şey efendiyi gerçekliyordu. Meşru ediyordu.
Efendiyi gerçekleyen ve efendiyi (takdiri irade ile mal-mülk sahibi kılan) durumlar da baştan beri El’in efendiye verdiği rızktı. Efendiyi gerçekleyen ve meşru eden durumları da efendinin kendisi mülkünde çalıştırıyordu. Çalıştırdıklarına lütfeden, onlara rızk veren, çalıştırdıklarına “veli nimet olan” efendiler, verilen rızkı korumakla çoğaltıp büyütmekle hiç bitmeyen bir mal mülk sirkülasyonuna dönüşüyordu.
Kolektif emek gücünün “biriktirip depo ettiği kaynak mal mülk”; yine üreten emek gücü nedenle üstüne konan yenisiyle değişip depoya konulan kolektifin depo enerji kaynağıydı. Hastalık çalışamama gibi kötü günlerde ve kıtlıkta, tüketim sirkülasyonuna sokuluyordu. Bu depo enerjiler (besinler-çeşitli kullanım eşyaları) şimdi El tarafından rızk ve takdirle verileni diye söyleniyordu! Yani efendinin biriken enerjili depo malıydı! Şimdilerde de efendilerin yemeyip dişinden tırnağından artırıp, perhiz yapıp biriktirmekle, acizler gibi har vurup harman savurmama tutumuyla biriktirmesi olan depo enerjiydi!!!
Kısaca kolektif emeğin depo ettiği enerji çevrimi; El tarafında keyfi takdirle efendilere veriliyor. Böyle olunca bunun karşıt yansıması maldan mülkten yoksunluk olan kölelikti. Bu takdir, depo enerjiyi ortaya koyan emeğin sahibini köleleştiriyordu. Köle çalışıyordu. Çalıştığı da sahibinin oluyordu.
Efendi köle emeği ile tekrar depo enerjiyi takviye ediyordu. Köle emeği sürecin efendiler tarafından keyfi ve köleler tarafında boğaz tokluğu olarak tüketilen depo enerjisini gerisin geri çoğaltıp en azında köle emeği depo enerjiyi yerine koyuyordu. Böylece süreç köleci başlangıca neden olan kişi sahipli depo enerjinin geri beslenmesini yapıyordu. Ya da sürecin depo kaynak beslenmesini yapıyordu.
Kişi sahipli depo enerji, tüketilmekle- ya da harcanmakla veya kullanıma sokulmakla süreci başlatıp sonda olanla kendisini çağırandı. Sonda olan neydi boğaz tokluğuna çalışıp tükettiğinden çok fazlasını üretmekle biriken depolanan köle emek gücüydü.
Depo enerji neydi kölenin tüketeceğinden fazlasını ürettiği artık birikimdi. Sonda olan neydi boğaz tokluğu ile depo enerjiden tüketen kölenin tükettiğinden fazlasını ürettiği artı üründü. Artı ürün ne olacaktı? Artı ürün depolanır olmakla depoluktu.
Depo olan da depolanan ve depolananı üretendi. Yani depo olan başlangıçtı. Başlangıç enerjisi için tüketilendi. Tüketilenle daha fazlasını üretendi. Depolanan tüketilmekle başlangıç yapıp daha fazlasını üretmekle sonuçtu, üründü. Sonuç olan ürün olan tüketilendi artandı depolanandı. Başlangıcı yapan ve başta harcanan yerine konandı. Başta harcananı yerine koymak ta başta olanın sonda olanla kendi kendini (depo enerji olmayı) çağırmasıydı.
Üretim-tüketim ve tüketilenden fazlasını kötü durumlarda kullanımla tüketmek için depolamak; depo olandan tüketerek yeniden ve yeniden yeni başlangıç yapmak; zaten düzenli üretim hareketinin kendisiydi. İşte üretim ilişkileri ve üretim hareketi içinde “sürecin kendi kendisini çağırmanı olan kolektif çevrimleri” buydu.
Bu çevrimler içinde “birçok etki ya da faktörler birbirinin girişme bağıntısı olmakla sürecin kendi kendisini otomatik organize etmesiydi”. Depodan tükettiğiniz için depo edilen kendi kendisini çağırmakla depo edileni yerine koyup süreç geri beslenmesi yapıyordunuz. Depo edilen başlangıç hareketini verdiği için siz etki faktör olarak vardınız. Enerjiyi başka türlü değişim dönüşüm yapmakla enerji akışını sağlıyordunuz.
Tükenen yerine konma zıtlığının aktif olması ile kendisini devam ettirme belirmesine dönüşüyordu. Siz kendi sürekliliğiniz için tükeneni yerine koyup depoyu (tükeneni) dolduruyordunuz. Bu etkiniz hem kendinizin hem depo olanın kendisini devam ettirmesiydi.
Depo olanın yerine konması hem depo olanın kendisini hem sizi etki olarak ortaya koymasıydı. Hem de depo enerjinin etki olarak sizi bir aşama durum olmakla ortaya koyduğu sizle, sizin üzerinizden kendi devamlılığını sağlamasıydı. Sizin otomatikliğiniz de bundandı. Depo enerji de kendi sürekliliği için sizi etki olarak donatıp finanse edip çevrimi birçok kesikli sürekli durum aşamalarına çeviriyordu.
İnsan depoyu doldurup depodan tüketirken, depo enerjisi tüketilen bu etki faktör üzerinde enerji çevrimli enerji dönüşmesi nedenle otomatik ve kendi kendisine doluyordu. Nasıl potansiyel enerji (durum enerjisi) kiremit olarak çatıdan düşerken, kurşun olarak namludan çıkarken kinetik enerjiye (hareket enerjisine) dönüşüyorsa; işte depodan tükettiğiniz potansiyel durum enerjisi de sizin üzerinizde traktör deposunu ya da size başlangıç enerjisini verecek olan depoda, depo enerjisine dönüşüyordu.
Dönüşen enerjiydi. Otomatikliği veren dönüşen enerjinin kendisiydi. Ne insan depodan tükettiği bir başlangıç enerjili dönüşen etki olmadan depoyu doldurabiliyordu. Ne de depodaki depolu enerji sizin üzerinizde türlü türlü enerji akışlı çevrimlerine dönüşmeden depoda depolanan; depoya kendi kendisine dolan hareket enerjisi olamıyordu.
Üreten ama üretim nesneleri üzerinde kişi sahipli sürecin; kendi kendisini çağırmakla kendisini devam ettirecek olan garantisini ya da çevrimini veya finansını yahut ta sürecin devamlılığı olacak kendisini çağırmayla amortismanına bir kişinin sahip olması sürecin enfeksiyonuydu.
Otomatik bilinçli süreç kişi takdirli sürece ve kişi sömürülü bilince dönüşecekti. Sürecin birçok aşaması olan etki bağıntılarıyla oluşan kendi kendini çağırma salınımları üzerinde, çeşitli katakullilerle maniple edilen modülasyonlar yükleniyordu. Türlü türlü sahipliğe ve sahipliklerin kendi içinde türlü türlü efendi sahiplik ve biat kuralları nedeniyle oligarşi tevhidinin sözleri de kendi içinde çatışacaktı.
Monarşi içinde gelen sahiplerin kendisinin köleler bazında gördüğü statüsü ayrılığı, biat statüsü, kendi özgün kural söyleyici ligi, efendinin kural tanımaz oluşu gibi ayrışmalar oligarşin tevhide hem uyuyordu hem de uymuyordu. Söz gelimi kolektif dönemde gelen insan olma bağlacı monarşi içinde bir efendi köle ayrışması olmakla, bu ayrışma aynen oligarşi içine de taşınabilirdi.
Yine efendinin emir vermesi de oligarşi içine taşınabilirdi ama oligarşi içinde birçok efendi olmakla bir efendinin emir veren konuşması çoklukta anlaşılan bir açık durum olmamakla da oligarşiye taşınabilir değildi.
Totem dönemle kolektif dönemden gelen kardeşliğin sosyal mana bağlacı monarşi içinde sahiplerin sahip olmayanlarla benzerlik ve kardeşliği olmamasıyla kural dışı olmuştu. Olsa olsa köleler birbirinin kardeşi olurdu. Kişiler; ya sahiplikle şanslı ve rızkı verilen olmakla efendi doğardı veya köle doğarlardı!
Kısaca oligarşi tevhidi içine göçen monarşin yapı kurallarının pek çoğu; kardeş olmamalar, takdirde bulunanlar ile tevekkül edenlerin olması vs. gibi birçok El imanlı El ahit şartları oligarşin tevhide monte edilir ortak entegrasyonlardı. Bunlar yeni oligarşiyle uyuşuyordu.
İşte bu gibi takdir edenlerin takdirde bulunma çatışması vardı. Sahiplerin niceli niteli sahiplikleri kimin daha aktif irade kullanacağının bir tartışma olması yanında kimin daha asil kimin daha soylu olduğu bağlamıyla da bir tartışmaydı. Oligarşi içinde çok efendisi olan bir yapıda kölelerin hangi efendiye biat edecekleri gibi türlü hususlar sahipler arasında ihtilaf ve güç kavgalarına; hatta yönetenlerin “soylu entrikalarına” dönüşüyordu. Bunlar da oligarşin birliği dağıtacak yönde karşıtlıklar ortaya koyacaktı.
Şu hâlde oligarşiye gelene kadar olan monarşin yapı içindeki her bir El, zaten tekil durumda olmakla çokluğunu hiç hissetmiyordu. Yani tekilliğini hiç söylemiyordu. Zaten söyleyemezdi de her efendinin o efendiye verdiği mal mülkle bir El’i vardı. O El de kolektifin malını bir veya birkaç kişiye verince dağıtacağı mülk tükeniyordu.
Bu nedenle tükenen mülkten ötürü başak efendilere mülk verememekle de onların da efendisi olamıyordu. Tekil durumdaki her bir monarşin yapı içindeki El oligarşi içine gelince birbirine meydan okurcasına çoklaydı. Bu nedenle ilk konuşan El hiçbir zaman tekilliğini savlamak aklına gelmeden sadece “ortak tanımaz olan bir sahipliğin iradesi ile konuştu.
Demek ki ilk El; İki, üç, beş, bin, beş bin, otuz beş bin tane efendi El’in olması nedene konuşmuyordu. Kesinlikle bu böyle değil. “Babam eve geldi” derken babanızın eve gelmeme olumsuzluğu olan zıddını babanızın eve gelişmiş olmasıyla reddediyorsunuz.
Zaten El’in karşıt konuşmalarında El’in ilk söylemleri içinde El’in teklik iddiası pek yoktur. Ne kadar sahiplik var, o sahipliği veren irade kadar bir El kendi izole monarşin yapısı içinde tekillikti. Çünkü ibrahim’i seçen El ile Nemrut’u (Marut’u) nasiple buluşturan El’den farklıydı. Marut’u seçen El zaten İbrahim’i seçmemiş olmakla İbrahim’in El’ i olmayı yadsımıştı. Bu nedenle El’ler farklı farklı bir takdir edici olmakla tekil iradeydi. Birçok El iradesi olmakla da çokluylaydı.
Bu nedenle ön ittifaklı kolektif yapı içinde ve monarşin El içindeki konuşan El’in konuşmalarında bunları rahat sezersiniz. Siz dönemleri ve o dönemlerin özelliklerini bilirseniz; El’in konuşmalarda dahi El konuşmalarının hangi döneme göre olan konuşmalar olduğunu, çok rahat anlarsınız.
Zaten El kendi öncesini yok saydığından ve kendi sözüne kulak verilip, kendi sözünün unutulmadan torunlara aktarılmasını istediğinden kolektif döneme ait konuşmaları ancak El’in satır arası konuşma ifadesinde anlarsınız.
Ya da zıtların var oluşunu beliren kurallı konuşmalar içindeki beliren karşısında beliremeyeni söylemekle anlarsınız. Zaten El’de ön ittifaklı kolektif yapı içinde beliremeyen zıtlık değil miydi? Beliremeyene göre söylenenin belireni olan konuşmalardan El öncesini anlayacaktınız.
İçinizde ya da kendi üzerinizde pasiflikle sizi kuşatan bir durum olarak beliremeyen zenginlik; dışınızda zengin olan efendiye doğru seğirten bir aktif eğilim olmakla belirecekti. Ki sizi köleleştirecekti. Ve bu eğilim ne nedenle sizi sömürenlere karşı sizin oy verme çelişkinizi size açıklayacaktı.
El oligarşin yapı içinde tek olduğunu söyleyecekti. Bilinen ana karalar üzerindeki parçalanan önittifaklı kolektif yapılar otuz beş bin tane kişi sahipli monarşin yapılar ile o yapıların takdir edeni olan El’i ortaya çıkarmıştı. Monarşin yapıya göre otuz beş bin tane olan El, bu kes de on bin oligarşin yapı ile on bin tane El olacaktı. Yeryüzüne yayılma, cihan devleti olma ülküsüyle de herkese ait bir El olacaktı.
El, ortak olana; ortaklığa karşıydı. El neye ortak olunup, neyin ortaklığına karşıydı? Malın mülkün ortaklığına (kolektif ligine) karşıydı. Mala mülke ortak olan iradenin kolektif irade-ortak irade olmasına karşıydı.
Ve ikinci tufandan sonra El “Ben Rab olanım. Ben mülkün ve El Şadday’ın sahibi olanım. Bu söz Rabbinizdendir”. “Rabbin sözüne kulak ver”. “El’inin sözünü dinlemeyen fasıklardan olma (kolektif yapı içinde kalanlardan olmayın)” diyordu. Mülk verilmemekle sahibi olamadığınız El’in tapu iştiraki malı olmakla; El’in kölesi olmakla, bir El’e ait kul olmakla hiç değilse bir El ‘iniz oluyordu.
İkinci tür tufan söylemleri köleci inşa ve köleci travmalardı. Bu travmaları yerinde yurdunda kalan kolektif yapının “Enumaeliş” benzeri bir anlatımları vardı. Bir de kolektif içinde kovulan kişi sahiplerin “Nuh tufanı” gibi söylenen anlatması vardı.
“Enumaelişte” yeni bir durum olan oligarşin ittifaklı Eridu, Kiş, Şuruffak, Uruk, Bad-tabira gibi beş kült merkezi konfederatif birleşiyorlardı. Konfederasyon içinde Şuruppak gibi monarşin bir yukarı toprağın gök merkezindeki YÖNETİM-TANINMA, KİŞ gibi aşağı yerdeki konfederasyon birliği merkezi olan yere “Kiş” yönetimine geçiyordu. Yani yönetim gökten Suruffak’tan” yere KİŞ’e iniyordu.
Yani monarşin kraliyetler birliği olan, oligarşin ile yönetim ilk kes gökten yere iniyordu. Nuh tufanında ise seçilmiş kişilerin, mülk sahipliği yanında mülksüzlerin mülksüz olmalarını meşru eden imanları vardı. Kolektif kült merkezinde (yerinde kalanlar) su içinde boğuluyorlardı.
Neden boğuluyorlardı? Nuh’un mal mülk sahipliğine meşruiyet vermeyenler “boğuldular” söylemli anlatım içinde açık açık boğulmalarına gerekçe olan nedenle “meşruiyetlik” kazanıyorlardı! Nuh’a verilen mala mülke ve gemilere doldurulan mala mülke iman yoluyla meşruiyet kazandırmadıkları için anlatım yolu hikayelerle suda boğuluyorlardı.
Mal gaspına hayır deyip Nuh’un malına mülküne kolektifin malı deyip; El iradesini inkâr ettikleri için su ile hiç değilse hikâye anlatımlarla ders verir nitelikte boğuluyorlardı. Nuh söylencesi malın, mülkün El iradeli kişi sahipliğini savunup dillendiren El mana anlayışlı süreçlerdi. Kolektif oluştan ve kolektif ittifaktan kopmanın geri bildirim veren hikayesiydi.
Yeni olan anlayış zamanla geçmişe ait her şeyi silip süpürme olmakla “yel esmiş saman savrulmuş tane kalmış” misali hikayelerin anlatımlarına dönüşecekti. Var olan kölecilik karşısında yok olan kolektiflik gelecek kuşaklara kulağa küpe hikâye edilecekti.
Başlardaki kolektif yapı içinde kovulma; yok olanın yani yel esmiş durumunda olanın karşısında ikame olan kişisi mülk sahipliği de tane olukla devam eden süreç olarak kalmıştı. Var olan ve süren El iradeli köleci üretim ilişkini yapı, kişi mülk sahipliğine inanıcıları gemiye bindirip kurtaracaktı. Buna karşı yok olan kolektif üretim ilişkini yapı savrula samanla uçup giden, silinip yok olan kolektiften iz kalmaması da suda boğulan anlatımla hikâye olacaktı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.