- 981 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
Çocuklar aptaldır
Çocuklar aptaldır. Hayır. Bir saniye. Daha doğrusu şöyle: Çocuklar ’farkında olmak’ yönüyle deha seviyesinde zeki fakat ’farkındalıklardan korunma’ yönüyle aptaldırlar. (Şahitliklerini kalplerine sokmadan önce irdelemezler. Numara yapıldığını, yalan söylendiğini veya abartıldığını düşünmezler.) İnsan büyüdükçe ’farkındalıklardan korunma’ noktasında kendisini geliştirir. Dışında olan herşeyin içini acıtmasına izin vermez. Ancak çocukken böylesi bir yeteneğin ’varlığından’ ve/veya ’faydasından’ haberdar olmadığından zırhlarından da mahrum kalır. Bol bol incinir. Bol bol yaralanır. Bol bol korkar.
Evet. Aynen. Ayrımı yapamayız. Çocukluk döneminde dışarıda olan herşey içimizle de ilgilidir. Onlara mutlaka ’aldırmamız’ gerektiğini düşünürüz. Onları mutlaka ’önemsememiz’ gerektiğini düşünürüz. O yaşların acizliği ile birlikte düşünüldüğünde bu baskı pek fena birşeydir. Pek fena kalbi sarsar. Ancak Allah Rahim’dir. Dünyayı değiştirmesi gerektiğini düşünen ama parmağını bile oynatamayan canlıların imdadına hayalgüçleri ile yetişir.
Çocukken hayal sahibi kılınmamızın (yahut da hayalgücü daha güçlü doğmamızın) bir sebebinin bu olduğunu düşünüyorum. İkinci zırhı geliştirene kadar bağışlanmış bir birinci zırh bu. Dişlerimiz çıkana kadar midemize bağışlanan anne sütü gibi. Bu zırh sayesinde kurtarmamız gerektiğini düşündüğümüz dünyayı sahiden kurtarırız. Kahraman olmamızı gerektiren şartlarda gerçekten kahraman oluruz. Bir yumrukta yenmemiz gereken kötülükleri hakikaten bir yumrukta yeneriz. Hayalde gerçekleşen şeyler o kadar hakikate yakındır ki. Bu sınırların karışıklığı sayesinde çocuk varlığını devam ettirmeyi başarır. İçinde büyük yıkımların olmasını engeller. Veya daha doğrusu: Rabb-i Rahim’i onu bu sûretle büyüklerinden korur.
’Büyüklerin korur’ inandığım ve dolayısıyla ’özellikle kullandığım’ bir tabir. Zira bence çocuğun ’dışında ne olduğuyla ilgilenmez’ büyüklerden korunması gerekir. Çocukları önünde kavga etmeyen ebeveynleri bu nedenle takdir ederim. Hakikaten bu türden kavgaların çocuğun dünyasında oluşturduğu kıyamet büyüklerin kavga esnasında yaşadıklarından çok daha aşkındır. Anne ve baba beş dakika sonra tekrar barışacaklarını düşünerek kavga ederler. Çocuksa bu kavganın varoluşunun sonu olacağını düşünür. Tutunduğu en kuvvetli iki dalın kararsızlığına hamleder. Bu da varlığını tekinsizleştirir. ’Tekinsizleşmek’ dediğimde az şeyi kastetmiyorum. ’Güven’ ve ’güvensizlik’ arasında insanı tepetaklak değiştiren dönüşümler yaşanır. Duygu haritamız tastamam değişir.
Meseleyi kendi dünyamıza taşıyalım. Sevilmediğinizi düşündüğünüz bir ortamda çevrenize nasıl bakıyorsunuz? (Kendimden tahmin yürüteyim:) Gergin oturuyorsunuz. Önyargılı oluyorsunuz. Suizan ediyorsunuz. Belki sizinle ilgili hiçbir hedefi/zararı/mesajı olmayan durumlardan bile kıl kapıyorsunuz. Çünkü güvensizsiniz. Ortamın baştan beri ’sevgisizlik’ üzerine kurulduğunu düşünmektesiniz. Bu güvensizlik hissi sizi zehirliyor.
Evet. Zehirliyor. Yavaş yavaş içinizdeki ’daha kötü’ ortaya çıkıyor. Bastırıldığınızı düşündüğünüz yerde sesinizi yükseltiyorsunuz. Aç bırakılacağınızı düşündüğünüz yerde payınıza düşeni almakta daha hırçın ve hırslısınız. Kandırılacağınızı düşündüğünüz mekanlarda her sözü daha bir ’acaba’ ile dinliyorsunuz. Güvensizlik böyle böyle kalbinizde bir gerilim büyütüyor.
Mürşidimin "Kat’iyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir..." dediği yerde yukarıda söylediklerimin bir kokusunu hissediyorum. Hem Aleyhissalatuvesselamın mü’mini ’elinden/dilinden insanların emin olduğu’ kişi olarak tarif etmesini de burayla ilişkilendiriyorum. Evet. Emniyet hissinin sevgiyle bir ilgisi var. Sevildiğimizi düşündüğümüz yerde ancak emniyet hissederiz biz. Çocuk da ancak sevildiğini düşünüldüğü yerde güzelce yaşar.
Ebeveynler, yaşadıkları her sıkıntının ardından, ’onlar için katlandıklarını’ söylüyorlarsa çocuklarına, bunun çocukta oluşturacağı duygu ’engel/yük olduğu’ hissidir. Engel/yük olmaksa bir yönüyle istenmemektir. İstenmemekse neredeyse sevgisizliktir. Büyüklerin öylesine (ah, evet, öylesine) ettikleri kavgalardan dahi çocuklar güvensizlik mesajı alırlar. Çünkü bu kavga onlara, tıpkı yukarıda Bediüzzaman’ın da dikkatimizi çektiği gibi, ebeveyne dair bir ’marifet/bilgi’ öğretir. Ebeveynleri varlıklarından o kadar da memnun değildir. Varolan halden o kadar memnun değildir. Bu kem düşünce ile çocuk kendi kalbinin üzerine devrilir. Bu zehir her türden muhabbete ve oradan da lezzet-i ruhaniyeye kadar ilişir. Mutsuz çocuklarının tamamının dünyasında böylesi bir yıkımın olduğunu düşünürüm ben. Hatta büyüdüklerinde de bu duygu durum üzere kalırlar. Yenebilmek güçtür. Güven tekrar inşası en zor şeylerden birisidir.
Burada imana geçelim. Mü’minin ’elinden ve dilinden emin olunan’ olması, aynı zamanda, onun varolduğu âleme ve ötesinde âlemler Rabbine duyduğu güvenle ilgili değil midir? Mü’min tekinsiz değildir. Çünkü marifetindeki Allah’ı kendisine karşı isteksiz değildir. Varedişi mecburiyet değildir. Beslemesi zorakilik değildir. Kayyumiyeti esir alınma değildir. Hâşâ. O Rahman u Rahim kuluna karşı asla böyle birşey hissetmez ve hissettirmez. Mü’minin Allah’a dair marifeti arttıkça, belki ebeveyninde dahi bulmadığı, bir güven ortamını soluklar. Varolduğu yerde rahatlar. Olduğu şeyden mutlu olur. Kendisi, bizzat kastedilen olarak, varlığı ezelden takdir edilen olarak, kaderde yazılan olarak, hayat sahnesine çıktığından kimseye ’engel olduğu’ düşüncesini taşımaz.
Yani Allah’ın, hâşâ, ’mecbur edilen’ olamayışı, aynı zamanda mü’min için ’varlığı murad edilen oluşu’ netice verir. Varlığının devam ettirilişi de aynı güveni besler. Bu güven hissi eşiğinde hissedilen sevgi, sevginin beslediği ’tekinsiz olmama’ hali, onun eline ve diline de yansır. Yani: Mü’minden emin olunur. Çünkü kendisi de durduğu yerle ilgili bir emniyet hissi taşır.
Bir de ateistleri düşünelim. Ateistin varlığı neye bağlıdır? Tesadüflere. Evet. Tesadüflere. Kör, iradesiz, akılsız, merhametsiz, özensiz, hikmetsiz, amaçsız, terbiyesiz tesadüflere... Tesadüfler eseri varolmuş birşey varlığa karşı ne kadar/nasıl güven duyar? Hayatının devamını yalnız kendi mücadelesine borçlu olduğunu düşünen nasıl eşyaya karşı ’tekinsizliği’ üzerinden atabilir? Herşey ona düşman/yabancı gibi görünürken güvenli/mutlu bir yaşam mümkün müdür? Cık, cık, cık. İşte, arkadaşım, "Din kolaylıktır!" hadis-i şerifinin bir hikmetini de buradan oku. Sen, iman etmekle, yaşaması çok kolay bir âlemde Rahman’ın misafiri olarak konaklıyorsun. Ateistse tüm gemilere kaçak biniyor.
YORUMLAR
Çocuklar aptaldırdan, tasavvuf musikisine oradan ateizime yapılan bir sayfalık yolculuk hızlı bir trene binmişim ve kaza yapmak üzereyim gibi hissettirdi. Katıldığım ve katılmadığım bir sürü nokta oluştu yazınıza karşı.
Öncelikle inanılmaz bir sevgi ortamı içinde büyüdüm. Bırakın annemle babamın kavga etmesini, yüksek ses duymadım evin içinde. Ama sandım ki tüm aileler böyle güvenilir ve sevgi dolu. Böyle olunca çok çabuk inanıyorsunuz karşınızdakine, hiç engeliniz olmuyor, kırmızı çizginiz, ördüğünüz duvarlar olmuyor. Sonra anne ve babanızı suçluyorsunuz. Bu kadar sevgi dolu olmak zorunda mıydınız? diye.
Bu sevgi ortamında büyüdükten sonra birileri Allah korkusu üretiyor, korkmaya programlı değilsiniz. Tüm mekanizmanız güven ile yoğrulmuş. Babam ateisttir benim, annem beş vakit namazında niyazında, ama ne babamın gemilere kaçak bindiğini gördüm ne de annemin Allah'tan korktuğunu...
Bir arkadaşımın bana söylediği cümleyle bitirmek istiyorum; Bakıyorum da en mutlu anlarım çocukken geçmiş. Eğer cennete gidersem Huriler, şaraplar istemiyorum. Çocuk olmak istiyorum. Demek ki bizim arkadaş sizin deyiminizle aptallığı seçmiş.
Saygılar.
ikiodabisalon tarafından 7/28/2018 8:54:05 PM zamanında düzenlenmiştir.