- 951 Okunma
- 4 Yorum
- 3 Beğeni
Çocukluğumun İzinde.
Çocukluğum babamın memuriyetinden ziyade,bir durduğu yerde bir türlü rahat duramaması sebebiyle İstanbul un farklı semtlerinde geçti.Bunun bir iyi tarafı şu ki;pek çok farklı semtte anılarım oldu.Okuduğum okulların ve oturduğumuz evlerin maalesef pek çoğu yıkılmış,enkazlarında anılarımla birlikte yok edilmiş ama yine de her nasılsa ayakta kalmış birkaç tanesini bulabildim geçenlerde.
İlkokul dördüncü ve beşinci sınıfı okuduğum Pendik Öğretmen evleri ilkokulu bunlardan bir tanesi.Okullar yeni tatile girmişti bir işim dolayısıyla yolum düştü,baktım kapısı açık girip dolaşmaya başladım.Koştura koştura inip çıktığım merdivenler,sınıflar,kapılar ,sıralar hemen hemen hiç değişmemişti.Sınıfıma girip oturdum ,ardından yıllar önce baktığım pencerelere,duvarlara dokundum,öğretmenlerimi arkadaşlarımı gözümün önüne getirdim.
O an sebebini anlayamamıştım ama sonra birdenbire ağlamaya başladım.Gözlerimdeki baraj yıkılmışta sanki, kalbimde damla damla biriken kederler bir anda sel olup akmıştı yanaklarımdan.Aynı şeyi Tuzla da da yaşadım.Batakçalı, istasyonla E5 arasında küçük bir semt.Arada derede kaldığı için hemen hemen hiç değişmemiş .Oturduğumuz evin yerine yapılan site dışında tabi ama o sitenin bir faydası olmuş çocukken arasında koşup oynadığım ağaçlar gizli bir bahçe gibi binaların arasında öylece kalmış.
Hatta bakımsızlıktan daha da doğal bir hale gelmiş.İçeri girip o ağaçlara tek tek dokundum,sevdim ,konuştum,hala orada oldukları için teşekkür ettim ve tabi ne olur ne olmaz diye resimlerini çektim.Bir kaç gün sonra da annemi götürdüm o da görsün diye.Tabi annemi götürünce iş değişti ,eski komşularla sarılıp öpüşmeler ağlaşmalar başladı.Beni en son altı yaşındayken gören kadının bana sanki annemmiş gibi sarılması ve ağlaması için ne denilebilir bilmiyorum.Ne çok güzelliği kaybetmişiz zamanla değil mi.
Okulumu gezerken neden ağladığımı ise aradan bir ay geçtikten sonra anladım.Çocukluğum zamanın ve mekanın bir yerinde hala yaşıyor,gülüyor ,koşuyor ,oynuyordu.O beni tanımasa da ben onu tanıyordum , çok seviyordum ve çok özlüyordum.Onunla göz göze gelmek,sesini duymak,dokunduğu yerlere dokunmaktı beni ağlatan.
YORUMLAR
Sen kalk, okumak gibi bir geleneğin olmadığı, ilçeye ulaşımın bile, esas amacı demir-çelik fabrikasına kömür taşımak olan trene eklenmiş yolcu vagonları ile ve haftanın sadece iki günü (pazartesi ve cuma) bir gidiş bir de dönüş şeklinde eski bir otobüsle sağlandığı, Zonguldak/Ereğli’nin bir madenci köyünden; ortaokula, Kastamonu’da yatılı başla. O zamanın yolları ve aktarmalı güzergahları ile bir günden fazla sürüyordu bu yolculuk..
İki yıl önce oğlumu ziyaret için gittiğimde, tam 33 yıl sonra, etüd saatlerinde sınıflarını kullandığımız lise ile yine aynı alanda bulunan öğrenci yurdumuzu açık bulmuştum. Ki, içim burkulmuştu, tıpkı sizin hissettiğiniz gibi, benim de.. İçeri girip izin alarak, Abdurrahman Paşa Lisesi’nin, arka tarafta bulunan basketbol sahasında yaptığımız minyatür kale futbol maçlarımızı, basketbol müsabakalarımızı hatırlamak, hüznü ve mutluluğu bir arada yaşatıyordu. Oğluma ve kızıma anlatmaya çalışıyordum ama tahmin edeceğiniz üzre, onlar için hiç bir anlamı yoktu; bendeki bu heyecanın. Bir kaç yüz metre ileride ve yolun, daha doğrusu derenin karşı tarafında bulunan Merkez Ortaokulu’nun geniş bahçesinde anımsadıklarım ve hislerim de ilkinden farklı değildiler elbette. Bir ay kadar okuduğum Kastamonu’dan, yine yatılı ögrenci olarak gönderildiğimiz İnebolu’ya da geçmiştim o ziyarette, ki orada hüzün zirve yapmıştı işte. Nasıl tavan yapmasın duygular? Orada da, Kastamonu’da olduğu gibi, okuduğumuz ortaokul dışarıda, ögrenci yurdumuz lise ile aynı kampüsteydi. Yurt ile lise arasında kalan geniş bahçeye, ikinci bir okul daha inşa edilmişti bizden sonra. Ve esas hüzünlü olansa, etüd lerde sıralarını kullandığımız İnebolu Lisesi’ nin o öğretim yılı ile kapandığı, yeni ders yılında, farklı bir isim ve müfredat programında yoluna devam edeceğini öğrenmiş olmamdı..
İki, üç yıl kadar önce, okuduğum ilkokul binasının yıkılması da ayrı bir hüzündü bu arada..
Çocukluğumuza dair ‘iz’ler, yüreğimizde olanlar kadar dizlerimizde, dirseklerimizde; sayın Serhatlı..
Yorum diye yazdıklarım, yazınızdan çok daha uzun oldu ve yorumun ötesine geçti, farkındayım; bağışlayın lütfen..
İçinizdeki çocuğun/çocukluğun hiç büyümemesi, yolunu yitirmemesini dilerim.. Hatırlayan ve hatırlatan yüreğinize, kaleminize saygımla...
M.Kemal Serhatlı
çocukluğumuza dair bir kaç sararmış resmimiz olduğu için anıları taze tutan bir bilinç geliştirmişiz. çocuk böyledir işte, eline teknoloji vermeden büyürse, ağacı sever, sokakları, topacı, elma şekerini...
bir çocuğun hayal gücüne erişemez hiç kimse.
mutluluk nasıl birleştirici oysa. neyse hadi kavga edecek bir şey bulalım.
güzeldi. saygılar.
M.Kemal Serhatlı
Kavgaya gelince;
Sen ters adama benziyorsun:))dost olmayı tercih ederim
Teşekkürler güzel yorum için
Duygusal bir yazı... Çocukluktan bahsedildiği zaman içimde bir yerler ince ince sızlıyor sanki. Belki benim de çocukluğum farklı zaman ve mekanlarda koşup oynuyor, gülüyor kocaman hayallerine sarılıyor. Ama benim çocukluğum öyle eksik ki , çok az şey hatırlayabiliyorum. Bu ne zaman böyle oldu onu da bilmiyorum. Hatırladıklarım ise tüm hayatımı bir şekilde etkileyen üzücü şeyler.
Bir kaç yıl önce bir vesile ile Ankara'ya gitmiştim. Okuluma uğramak geldi içimden ve gittim. Aynıydı sanki.
Ama kendimi orada hayal edemedim. Ne sınıflarında ne de bahçesinde göremedim kendimi. Dokunamadım hiç bir anıya ve çok üzüldüm. İçimdeki çocuk yaşıyor ama onu bulmamı bekliyor sanki.Bu nedenle de hep hüzün var gözlerinde. Bilmiyorum bir gün bulabilir miyim. Sis perdesi kalkmıyor ne yapsam da.
Ama emin olun, onlar bizi tanıyorlardır.
Güzel bir yazıydı, kutlarım.
Saygılarımla
M.Kemal Serhatlı
düşmüştür mukakkak,dizleri de kanamıştır,sarılın sımsıkı annesi gibi,dokunmaktan korkmayın sakın, bırakın ağlayacaksa ağlasın,açılsın,yoksa ruhu huzura kavuşmaz hiç bir zaman.
Teşekkür ediyorum yorumunuz için,saygılarımla sayın şairem.