- 502 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
El İle Gelen İyi Huy 1
El’in getirdiği düzen daha monarşi döneminde yetmemeğe başlamıştı. Nasıl yetsindi ki... El’in getirdiği sistemde görüldü ki biri yiyor yüz biri bakıyordu. Mülkü olan balın da sahibiydi. Balı kovandan çıkarıp kaba koyan köle parmağını yalıyordu. Buna karşın El sistemi seçilmiş olan şanslı kullara yetiyordu çok şükür... (!)
Bu ikilem (dilemma) karşısındaki parmak yalayıcıların; çok heyecanlandıkları yerde de avantacılar tarafından kendilerine yapılan vaadi hatırlıyordu. Vaadi anımsamasıyla birlikte hiddetini sınandığına, sınava çekildiğine verip estağfurullah çekmesi ile şeytan iğfalini bastırıyordu!
İnsanın düşünmesi her yerde kıskaca alınmıştı. Her şeyi bir başkasının avantacı mülk sahibi olma, kurgusuna göre düşünüyordu. Böyle durumlar içinde kişi düşüncelerinde kırpma ve süzgeç devreleri düşünce sistemi içinde devreye giriyordu.
Davranışlar kırpma ve süzgeç devreleri nedenle kendi üzerine kendi etkisi olmakla; "asi olmamakla", "sınava çekilmekle", "şeytana uymamakla", "Salih kul olmakla" vs. kırpılıp sığaya çekiliyordu.
Dikkat ederseniz avantacının mal-mülk, kâr sahibi olması somut ve gerçek iken onu meşru eden köle davranışları hep soyut söylemlerin vaat ve ecri (sevabı) şeklinde bir iyi huylu metastazdı. Uyuşturmaydı (afyonlamaydı).
Avantacılık aklına uymuyorsa köle kişi ya kul korkusundan ya El korkusundan aklını avantacıların avanta edinmelerine uygun olan "iyi huylu düşüncelere" göre uyduruyordu. Salih kullardan oluyordu! Böylece daha bir teslimiyetçe tevekkül içinde olup sadakatinin sınanmasına olan uysallığını gösteriyordular!
El’in getirdiği düzen neye göre yetmiyordu? Üreten ilişkiler üzerinde üreten harekete ve üretim hareketine yetmiyordu. Sahipliği olmayanlara göre yetmiyordu. İlk başlardaki "kolektif hafızalı", "kolektif düzene" göre olan kıyaslardan yapılan anlaşılmaya göre yetmiyordu.
Ut Napiştim de Nuh tufanının da bu ilk elden hafızayı silmeye henüz gücü yetmiyordu. Ama neticede o günlerde tartışılan El anlayışı; efendiler tarafından sahiplik iyelik olarak söyleniyordu. Köleler tarafından sadakat, tevekkül, biat, kader, hidayete erme gibi bambaşka gözle söyleniyordu.
Gücü oluşanlarla, güce teslim olanlar bir ahit içine girdiler. Gücün baskı ve basıncı yanında gücü gösterip "güçsüzlerdeki güçlü olma eğilimlerine" hitaben "böyle güçlü olmak istiyor musunuz?" sorusunun karşılığını "sabredenlerden olun" diyen vaade dönüşmesi, teslimiyeti çabuklaştırdı.
Oysa hayat ortaya çıkarken hayatın önünde sabretme, ya da sabretmeme gibi tevekkül etme ya da tevekkül etmeme gibi durumlar yoktu. Kimse hayata kırdaki otlara dokunma, ağaçtaki meyveye yaklaşma, sabret, tevekkül et demiyordu. Ama ne olduysa oldu. Üreten sistemin gelişmesiyle birlikte insana sabret tevekkül et deniyordu!
Ne bile hayat böyle durumlarla yüz yüzeydi ne de hayat böyle bir belirleyici etki durumlarla karşı karşıyaydı. El içimize konan iyi huy denen bencilliği kolektif bilincin üzerine çıkaran metastaz düşünce ile El anlayışı meşrulaştı.
Meşrulaşmalar karşısında eski ve temel olan inşacı somut özne nesnel hafızalar silinecekti. Eski yaşam şekline göre ortaya çıkan sefalet zülüm karşısındaki travmalara göre söylenen Nuh tufanı da para etmiyordu. El kendi getirdiği düşüncede boğuldukça insanlara öğüt ve vaat veriyordu.
Bu öğüt içinde "El yolunda savaşın (El’in sahiplik mülkünü büyütün). Savaş yaptıklarınızın kanı, canı, kadını kızı, çoluğu, çocuğu size helaldir diye vaat ve öğüt veriyordu. Bunlar ganimettir, ganimetten size bir pay vardır diyen El, ölçüyü ve barışı kökten tırpanlıyordu.
Hele de El iman ahdiyle oluşan ilk nesillerin ortamdan çekilmesinden sonra, geçmiş hafızasını kaybeden yeni El inanıcısı olan nesil; yetmeyen bu El anlayışını, canı kanı pahasına kutsal ilkeler olarak korunacaktılar.
İlah kolektif düzeni olan bir alan içinde "herkesin üretim gücü sahipliği üzerinde; herkesin işi, aşı olan ve kişisi emek gücünün sahibi olmayı gözeten kendiliktir. İşte İlah böyle bir düzeni içindeki ilahi kurallarını meşruiyetle söylüyordu. Daldaki meyveyi yiyorsanız bu meşruiyet değildi.
Daldaki meyvenin oluşum sürecine bilgi ve emekle katılıyorsanız, meyveyi sizin kolektif yemeniz meşruiyettir. Dal sizin totem alanınız içinde olmakla korunan totem alanın yararlanışına açık bir etki girişme durumdur. Siz o ağaca bakarken, biri sizin güvenliğiniz için tetiktedir.
Güvenlikçi kişi sizin kendiniz için kendi güvenliğinizi sağlamaya çekileceğiniz zamanı size, ağca bakma zamanı olarak sunmuş oluyordu. Yine bir diğer kişi de yavru bakımı yapıyor olmakla sizin yavru bakımına ayıracağınız zamanı ağaca vakfetmeniz uğruna size hizmet etmektedir.
Aynı şekilde güvenlikçi de ağaç bakımına ayıracağı zamanı, çocuk bakımına ayıracağı zamanı bakıcı ve meyve üretici sayesinde güvenlik işlerine ayırır. Ha keza çocuk bakıcısı da aynı gerekçelerle kolektif belirlenir. Yani ağaca bakım işinde bir kolektiflik vardır. Korunmada bir kolektiflik vardır. Yavru bakımında istesek te istemesek te bir kolektif katkı ve sinerji vardır.
İşte bu kolektif başlangıç dediğimiz totem alanın ağacı ile ve totem alanın ortaklaştıran yardımlaşma sağlatması ile ve yine alanın kolektif tükettirmesi nedenle süreç meşruydu. Meyvecilikle süreç sağlatan emekler olmakla yerine üreten emekler üzerinde sağlatan emeklere dönüşmüştü.
Oysa El daha baştan ve süre gelen "herkesin kolektif sahipliğini değil de kimi şanslı kişilerin kolektife ait olan "üretim gücü" sahipliklerini söylemekle meşruiyetsiz olmuştu.
Tabii ki El’in getirdiği düzen, "El adaletine" göre olmakla sadece El’e yetiyordu! El’in kendi fiili eylemleri içinde kimine mülkten pay verip kimine mülkten pay vermediği keyfi takdirine göre olan bir durumla kurallar çekilmişti. Herkes payını almıştı.
El İle Gelen İyi Huy 2
Yeni düzen, mülk sahibi olanlara göre (ekmek sahibi olanlarla göre) bir ilişki düzeni olmayı öngörüyordu. Ya da ters tarafta söylersek El; mülk sahibi olmayanların (ekmek sahibi olmayanların) mülk ve emek gücü sahibi olmamaları durumuna göre bir ilişki düzenini öngörüyordu.
Süreç; ekmek verme sahipliği olmanın (ne demekse), iş verme sahipliği olmanın (ne demekse), iş nesnesine sahip olmanın düzeniydi. Süreç ekmeğe, iş vermeye, üzerinde çalışılacak ve el ile çalışılacak iş nesnesine sahipliği olmayanlara karşı basınç yapmanın teveccühüydü. Güçlünün basıncını ve basınca hazır oluşu düzenliyordu.
Ya da süreç sahipliği olmayanların, sahipliği olanlara doğru akış (ekmeğe doğru akış) etmesi olunca; efendi için kölenin efendiye biatinde bir sakınca yoktu! Dahası efendi gözdağı yoluyla kölelerini çalıştırmak için efendinin kölesini sorgusuz sualsiz öldürmesinde de şaşacak bir şey yoktu.
Efendiye göre canına kıydığı bir köle na’şını kölelerine gösterip, köleleri çalışır durumda tutmak için köleleri can korkusu içine düşürmek, meşruydu. Dinler de bu köle insanların ölüm korkuları olmakla kölelerin "ölümle dansları" içindeki kaygı olan temayı dibine kadar sömüreceklerdi. Bu nedenle kölelerin biat etmesi kaçınılmaz bir sığınıştı!
Hani kraldan çok kralcı olmak vardı ya bunun aslı "El’den çok El adına, El olmaktı". Düzenin yetmediği yerde yeni söylemleriyle efendiler kendi kendilerine bir tecelliyle karşılaşıyorlardı. Nasıl Hamurabi, Hamurabi Yasaları diye bilinen yasaları kendi El’i olan Marduk’tan aldığını söylüyorsa; birer efendi olan İbrahim, Nemrut, Musa’da böylesi bir El’i gören bir belirimle karşılaşıyorlardı.
Bu tecellide köleci düzende ne eksikse, eksik olanları El’in tecellisi olarak, onu söylüyorlardı. Bu durumda en büyük eksiklik; kölelere edilen vaatlere yapılacak zamların söylenmemiş olması eksikliğiydi!
Mülkü olmayıp ta başına gelenlere sabredenlere yapılan vaat, gördüğünüz göreceğiniz en büyük ve en gözde bir vaatti. Sabredenlere verilen müjde vaatler kadar bir ikinci vaat henüz icat olmamıştı daha. Bu vaadin kama gibi süngü gibi her iki tarafıda kesiyordu.
Çünkü sabır gösterenlerin ecri bir olana karşı ikiydi. Daha sonra siyasetçilerin vaadi gibi El vaatleri de firen tutmayacağı için ecrin onlarca derecesi söylenecekti. El yoluna El toprağı için mücadele edip ölenlerin ecri; altmış yıllık ibadet etmiş gibi bir ecre gark olmaktı. Yine, tapınakta ibadet etmenin 27 ecri vardı. Sonuçta ecir 27 değil 527 ecir de olsa biri de hepsi de sizi biata yatkınlaştırıyordu. Rütbe dağıtmaktı.
İlk başlarda sabretmeye verilen ecir içinde siz, önce sefaletinize alçak gönüllü bir teslimiyetle katlanır oluyordunuz. İkinci olaraktan da sefaletinize şükrediyordunuz. Çünkü sizden kötü olan sefiller vardı. El için daha ne olsun ki, bu öğreti (ideoloji) El’e katmerli bir biatti.
Ecir kazanma nedenle sefalete katlanmak ve durumuna şükretme işi çığırında çıkmıştı. Yaranıza kurt düşse; yaranızdaki kurt ta yere düşse, siz yerden kurdu alıyordunuz, tekrar nasibini yesin diye yaranızın içine koyuyordunuz. "Kurdun bile nasibi" vardı da siz sabır etmenin tevekkülü içinde kurda nasip oluyordunuz?
Eyüp’ün sabrı bu anlatım durumuyla günümüze kadar yetecekti. Fakat vaatler kişiye vaat olmaktan çıkmıştı. Bu kes de vaat seçilmiş kavimlere göre olan vaatlere dönüşmüştü.
Çünkü evirilen yeni süreç, oligarşin süreçti. Artık kişiye vaat yerine "Yehova" gibi bir El konseyi olan tevhidi El kudretinin vaadi kavimlere, milletlere; bir vaat olan "arzı mevuda" dönüşmüştü. Artık bir koyun beş keçi yüz sığır efendileri kesmiyordu. Kavimlere yapılan vaat İbrahim’e yapılan vaat gibi durmayacaktı.
Bir El vaadi olan Yehova söylemi "kavimim" dediği bir millete vaatti. İbrani, Kenani ve Filisti gibi başka El toprakları Yehova söyleminde "vaat edilmiş topraklar" dönüşüyordu. Bu vaat tamahına kapılan Yahuda soyu önce Roma’nın sonra Asurların ve En son da Hitlerin El’inde perma perişan olmanın ötesinde bir ırk canavarlığına dönüşecekti.
Ve Yehova kavimi başarısız olduğu zaman suç kendisinin değilmiş gibi kendi milletini tehdit edecekti. "Asur benim Elim" diyecekti. Yani siz beni dinlemediniz. Ben de sizi cezalandırdım. Siz beni görmediniz ama ben "elim olan Asur’la" sizi vurdum demeye getiriyordu.
Düzen ilişkileri şiddetlendikçe; vaatler de şiddetleniyordu. Yol da şeriat ta tecelli de şiddetleniyordu. İbrahim’in, Hamurabinin monarşin kişi ve aile El’i, İshak ile Yakup ile Musa İle atalarının, ya da kavimlerin El’ine dönüşüyordu.
Artık El’in bilinen söylenen sözlerinin açık anlamları yetmez olmuştu. İnsanlar El söylemleri nedenle her gün dünden daha mutsuzdu. Tıpkı kabalcı içrekçiler gibi Kutsal metinlerin açık anlamlarının altında anlamlar aranıyordu!
El mülk benim. Ben mülkümü dilediğime dilediğim kadar verdim. Kimine de rızktan hiç pay vermedim. Onlar bu kaderleri üzerine sınavdalar derken El’in sözleri açık açık anlaşılıyordu. Ne olduysa oldu. El yeryüzü egemenliğine doğru soyununca ve bu yeni durum karşısında yeni karar alma gerekince o güne kadar kabul gören kutsal sözlerde gizli anlamlar aranmaya başlamıştı. Artık El vekâletlileri de gözden ve çaptan düşmüştü.
Böyle olunca bu hususta tek yol vardı. Yine eski El söylemlerine bakıp; hurafeler üretip, köleci konjonktürü yönetmekti. Gizli öğreticiler gibi tasavvuf gibi bâtıniler gibi eski kutsal sözlerde gizlenmiş (mistik) anlamlar aranmaya başlandı. Yetmedi yeni durumlarda yasaklar meşru olur diye yeni koşullara göre yeni hukuk (fıkıh) söylendi.
Fıkıh ta yetmedi. Düşünsel tartışmalar başladı (kelam). Kutsal metnin açık anlamları yanında alt anlamlar aramaya başlandı (bâtinilik). Fıkıh, kelam da yetmedi bu kes de kutsal metinleri yorumlama (tefsir) başladı! Bu da yetmeyince kutsal metinlerin boşlukları, Musa’nın, İsa’nın sözleriyle (hadislerle) doldurdular...
Tabi ki bunlar da yetmeyince biz okuduğumuzu anlamıyor olmakla suçlanacaktık! Mezhepler, tarikatlar bu anlamanın piri olmakla sosyal alanı parsel parsel verimliliğe dönüştürmüşlerdi. Hadi biz El söylemini anlamıyorduk ta El’in söylemini bizden beş beter El’in konuştuğu dili kullanan milletler de mi anlamıyordu?
Aslında buna El de dahil, kimse bizim bir şeyi anlamamızı istemiyordu. Çünkü cehaletin geçmişi karartmanın üzerine inşa olan bir mana anlayışının hedefi sizin anlamanızı sağlamak olur mu? Bu kendi ipini kendi çekmek olur.
Aslında yetmeyen El’in ve El mantığının kendisiydi. Yetmeyen, üreten sistemi enfkte eden kişi tamahı El mana düşüncesiydi. El’in kendisi inşacı olmadığı halde sanki her alanı inşa eden kendisiymiş gibi üreten ilişkileri düzenlemeye kalkınca sistemle ve söylemlerle böyle madara olunuyordu. Bunu ortaya koyan da bunu bu hale getiren de yine insandı.
YORUMLAR
Yazınız gerçekten çok çarpıcı ve derin ve konuyu özüt olarak ele almışsınız. Ama biz kölelerin, köle olduğumuzun farkında olmadığı teknolojik bir çağdayız. Saygılar.
ikiodabisalon tarafından 7/24/2018 2:17:44 PM zamanında düzenlenmiştir.
Bayram KAYA 1
Yorumunuz için teşekkürler. Askı zaman süresini geçirmemek için yazının imla düzeltimi nedenle üç beş paragrafı asmıştım.
Şimdi birinci bölümün tamamı ile 2. bölümü de astım saygılarımla...