İÇİMDEKİ POMPEİ
[ kalin ]Şiddetle yağan yağmurun altında ayağındaki yazlık topuklularla koşuyordu. Aniden başlayan bu yaz yağmuru onu hazırlıksız yakalamıştı. Keten mini elbisesi öyle ıslanmıştı ki artık üzerine yapışıyordu. Küçük el çantasını başına tutmaktan da vazgeçmişti. Bu sağanak yağış gözlerinden akan yaşlarla karıştığından onun ne durumda olduğunun neyse ki kimse farkında değildi. Neyse ki! Aklında bin bir düşünce ile deli gibi koşmaya devam ediyordu. Nerede olduğunun farkında bile değildi artık. Zaten o an bunun bir önemi de yoktu. Saçakların altına sığınırım düşüncesi ile dar bir ara sokağa yöneldi. Yağmurun şiddeti azalmıyor, daha da artıyordu. Başını yerden kaldıramıyordu. Yerde gördükleri ise midesini bulandırıyordu. Çöp, çöp, gazete kâğıtları, muz kabukları, poşetler, bira şişeleri, şarap şişeleri… Çöp, çöp, balgam… Bir adım sonra bastığı kusmuk… En son gördüğü tutunmaya çalıştığı bir çöp kutusunun içinden fırlayan kedi idi.
Gözlerini açtığında bir barın masasına yatırıldığını fark etti. Karşısında önündeki önlüğün ceplerine ellerini sokmuş barın ortasındaki kolona yaslanmış olarak ona dikkatle bakan adamı gördü sonra. O gözlerini açıp şaşkın şaşkın etrafına bakarken adam tatlı bir gülümseme ile karşıladı onu. Önlüğün cebinden çıkardığı bir lastik toka ile gür, kıvırcık, siyah saçlarını toplarken başını sola doğru çevirip ’’uyandı!’’ diye seslendi.
O yerinden doğrulup ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu ki bu kez elinde bir elma ile oldukları yere doğru yürüyen sarışın, sevimli genç kızı gördü. Kız elmasından koca bir ısırık alıp adamın yanına yaslandı. İkisi birden ona gülümsüyorlardı. O masadan inip sandalyeye oturmaya çalışırken yorgun bir ses tonu ile sordu:
- Neredeyim ben? Ne oldu bana?
- Hanımefendi; bizim barın arka çıkışında bayılmışsınız. Çok yağmur yağıyordu bu güçlü adam sizi kollarına aldı ve bu masaya kadar taşıdı. Ambulans çağırmaya çalıştık ama ne yazık ki telefon hatlarında bir sorun var. Mehmet tıp fakültesinden terk olduğu için sizi şöyle bir muayene etti ve korkulacak bir şeyiniz olmadığını düşündü. Üzerinizdeki kıyafetler çok ıslaktı. Bu nedenle size bizim garson kızların giysilerinden birini giydirdim. Merak etmeyin o sırada Mehmet yanımızda değildi.
- Bu kız bir serseri madam. Yeniden merhaba, ben Mehmet bu da bizim afacan Elif.
- Şey! Çok teşekkür ederim, her şey için…
- Karnınız açtır sizin. Kendimiz yemek için çorba yapmıştık. Lütfen siz de bizimle yemek yiyin.
- Çorba çok iyi ... Evet, içerim, teşekkür ederim. Oldukça üşümüş hissediyorum zaten.
- Sürekli teşekkür etmeyin rica ederim. Öyle büyütülecek bir şey yapmadık. Hadi Elif hemen getirelim çorbaları, ben hemen bir salata da yaparım. Oh mis daha ne olsun.
- Ben de size yardım edeyim.
- A! Siz bizim konuğumuzsunuz, hem zaten hala tam olarak kendinize gelmediniz. Siz burada uslu uslu oturun. Biz hemen geliyoruz.
- Çok sempatik bir genç hanımsınız Elif, çok da güzelsiniz.
- Hey! Duydun mu Mehmet Bey. Hem güzelim, hem sempatik. Ona göre davranıyorsun bundan sonra.
- Siz bu cadıyı bilmiyorsunuz madam. Bak nasıl şımardı serseri. Hadi şımarık hadi, açız aç.
Mehmet ve Elif mutfakta hazırlık yaparken o önce etrafı sonra da kendisi inceleme fırsatı buldu. Henüz sabah saatleri olduğundan barın boş olduğunu anladı. Üzerindeki kot pantolonu ve tişörtü incelediğinde tişörtün üzerindeki baskıdan buranın bir Rock Bar olduğunu da öğrenmiş oldu. Yerler ahşap ve dekor oldukça salaştı. Büyük bira küplerine benzeyen masalar ve yüksel sandalyeler oldukça sıradandı. Gençlik yıllarında okul çıkışı gittikleri bara benziyordu. Demek ki geçen yıllarda bar kültüründe değişen pek fazla bir şey olmamıştı.
O yılları hatırlayınca yine aklına Serkan geldi. Serkan’ı düşünmek içinde bin parçaya bölünmüş camdan kuşun can çekişmesine benziyordu. Elini karnına götürüp yeni bir ağlama krizine tutuldu. Ağlarken panikle tuvaletin yerini bulmaya çalıştı. Mutfaktakilerin onu ağlarken görmelerini istemiyordu. Yüzüne defalarca su serpip aynanın karşısında akan makyajını temizledikten sonra derin bir nefes aldı. Elini yine karnına götürüp sıkıca kavradı. ‘’Bunu sana yapamam’’ dedi ve gözünden akan birkaç damla yaşı silip yeni bir derin nefes aldı.
Tuvaletten çıkıp oturduğu yere doğru ilerlerken her şeyin çok tanıdık olduğu hissine kapıldı. Bu bara daha önce gelmiş olduğunu düşündü. Ama o buraları hiç bilmezdi ki! Sahi şu an neredeydi? Arabasını uzun uzun sürüp bir yere park ettikten sonra epey yürümüştü. Sonra bastıran yağmur ile yönünü şaşırıp aracını ararken kendini burada bulmuştu. Doktorun odasından çıktığından beri hiç kendinde değildi. Hatta o odadan nasıl çıktığını bile hatırlamıyordu. Masaya oturduğunda duvarlara dikkat etti. Duvarlar da bir sürü duvar yazısı vardı. Hem de her yer de vardı. Yeniden ayağa kalkıp bir duvara iyice yaklaştı. Yüksek sesle okumaya başladı.
- ‘’Sevmeyi falan değil, yalnızlığı öğren! Çünkü en çok ona ihtiyacın olacak…’’ Bu bir Bukowski sözü. ‘’Sakın ahlak kurallarını çiğnemeyin çünkü öcünü çabuk alır.’’ Haklısın dostum Tolstoy. ‘’Tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir. ‘’ Bu söz ise Sokrates’in. Bir Rock Bar için sıra dışı bir fikir olmuş bu. Ben buna benzer bir barı nerede gördüm? Her şey öyle tanıdık ki. Düşününce aslında tuvaletin yerini bile biliyor gibiydim. Doğruca neden o tarafa yöneldim. Oturduğum yerden o dar aralık görünmüyordu bile. Neler oluyor?
Tam o sırada mis gibi kokular ve gürültü eşliğinde barın ortasına kadar gelen Mehmet ve Elif kendi aralarında gülüşüp konuşuyorlardı. Mehmet yine sıcak gülümsemesi ile ona doğru bakıp seslendi.
- Hey! Madam hadi bakalım soğutmayalım, müze gezisine sonra devam edersin. Bu tavuk suyuna çorbayı kaçırmayı kimseye tavsiye etmiyorum. Ayrıca salatamız organiktir hanımlar.
- Ya bırak Allah aşkına, gittin o saksıda ki tek minik domatesi ekledin. İnanma madam sen buna, bildiğin hormonlu, bizim olandan.
Hep beraber gülüştük ten sonra oldukça keyifli bir yemek yediler. Yemek yenilen süre boyunca Mehmet ve Elif sürekli birbiri ile didişirken ona hiçbir şey sormadılar. İsmini bile sormadılar… Onların bu rahat tavrı ve sorguya çekilmeyişi onunda rahat bir yemek yemesine neden oldu. İçinden bu insanların çok anlayışlı ve iyi insanlar olduklarına inandı. Tüm yemekler yenildikten sonra Mehmet cebinden sigara paketini çıkardı ve ağzına bir sigara aldı. Tam çakmağı ile sigarayı yakacakken onunla göz göze geldi. Sigarayı ağzından çıkarıp ona sevgi ile baktıktan sonra ayağa kalktı.
- Bebeğe bir zarar vermeyelim. Ben şunu dışarıda içip gelirim.
- Ne? Nasıl? Bunu bilmenize imkân yoktu.
- Sakin ol bebeğe yine zarar vereceksin.
- Çek elini omuzumdan Elif. Siz kimsiniz?
O aniden ayağa kalkıp korku ile karşısında duran Elif ve Mehmet’e bakarken gözleri yeniden karardı. Tutunmaya çalışıyordu…
Devam edecek...
Deniz...