- 527 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Darbe ve Kabus
Günlerden Cuma. Haftanın yorgunluğu üzerime çökmüş. Oldukça yorgun ve bitkinim. Ayakta duracak halim yok. O yüzden uzanıyorum. “Biraz ayaklarımı dinlendireyim, kendime geleyim” diyorum. Garip sesler geliyor. Jet sesine benziyor. Cuma akşamı hem de… Ben daha önce uçak seslerini milli bayramlarda duyardım. Seslere anlam veremiyorum televizyonu açıyorum. TRT’de darbe bildirisi okunuyor. Tarihe meraklı bir genç olduğumdan daha önce de darbe bildirilerine az çok aşinalığım var. 27 Mayıs darbesinin ve 12 Mart mıhtırasının bildirisi radyodan okunmuştu. 12 Eylül’de Evren ekranlardan okumuştu. Bunu ise spiker olan bayan okuyor. Öyle bir okuyor ki yüzündeki korku anlaşılabiliyor. Silah zoruyla okutulduğu o kadar belli ki… Bu seferki darbeciler ödlek ötesi insanlar. Bunlardan önceki darbeciler hiç değilse kim olduğu ismi cismi belliydi. Burada ise sadece darbeyi yapan grubun adı belli “Yurtta sulh konseyi” Annem ve babam bana şaşkınlıkla bakıyorlar. Evet sonunda aylardır kabusunu gördüğüm, kaç gece onun yüzünden uykusuz kaldığım o gün sonunda geldi. En az iki aydır sürekli Ankara ve İstanbul’un bombalandığı ateş içinde kaldığını ve özel harekat polisi olan abimin paramparça olmuş cesedini görüyordum. Asker kılığındaki teröristler kendilerine karşı koyan polisleri ve sivilleri öldürüyorlardı. Darbeyi azmettiren sarıklı kardinal Humeyni misali uçakla Türkiye’ye dönüyordu. Darbeciler onun elini öpüyorlardı. Sürekli iki aydır neredeyse aynı kabusu görüyordum. Annem bunun cam açık uyumamda, babam ise sürekli siyasi içerikli komplo kitapları okumama bağlıyordu. Çevremdeki çoğu insana göre benim pimpirikli ve aşırı şüpheci yapımdan kaynaklanıyordu. Türk basınında darbe şüphesi ile ilgili herhangi bir dişe dokunur haber yoktu. Sadece dışarıdan yansıyan bir analize rastladım. Analiz Micheal Rubin’e aitti. Yazının başlığı ““Türkiye’de Darbe olabilir mi?” idi. Neo- con Rubin Türkiye’deki mevcut Erdoğan iktidarının Mısır’da Mursi misali devrilebileceğini yazıyordu. Amerika Türkiye’nin yeni iç ve dış politikalarından rahatsızdı. Darbe olursa bu bir yerde pkk’yı hendekten kurtarma operasyonu olacaktı. Bir süre sonra sıkı bir muhalif babam bile Türkiye-Rusya yakınlaşmasını izlerken
-Rusya’ya yaklaşanı devirirler. Menderes yaklaştı. 27 Mayıs oldu. Demirel yakınlaştı ve hatta bir adım ötesine giderek Ereğli Demir Çelik için kredi aldı. 12 Mart oldu. Tayyib’in sonu da yakındır. Ya darbeyle gider ya da başka bir yolla… Ama gider. Hani “darbe darbe” diyorsun ya oğlum inan olsa kimsenin gıkı çıkmaz. Milletin enayisi bir sen olursun. O yüzden takma kafaya. Kurtçuların ve çok sevdiğin liderinin gazına gelme Sam amca işini bilir. Bu millet o kadar darbe oldu hiçbirine isyan etmedi. Ben biliyorum oğlum 12 Eylül’de içeride bizim çocuklar canımızı okudular. Kendi kendime “ulan” dedim uğruna devrim yapacağım emekçi halk buysa böyle halkın…
-Baba bu millet koyun falan değil, bu millet büyük Türk Milleti. Susar susar fakat ayranı kabardı mı önüne kimse geçemez. Yeter ki başında doğru insanlar olsun. Siz bu milletin gönlünü kazanamadıysanız Millet ne yapsın
-Tamam oğlum. Sen ve abin bu saflıkla ,sazanlıkla “vatan millet sakarya” edebiyatıyla devam edin.O salak abin de Tayyip için savaşmaya, güneydoğuda “vatan kurtarıyorum” diye zannetmeye devam etsin. Ulan sanki pentagona Türk bayrağı dikiyorsunuz ? Garip garip duvar yazıları. Kurt işareti. Kızıl elmaya gidiyorsunuz. Ulan sizi bıraksak Kızılcıhamam’a gidemezsiniz sıpalar. Nasıl olsa bu işlerden ağzı yanmış, duvara toslamış bir baban yok.
-Seninle tartışmayacağım baba fakat yanılıyorsun. Eğer Allah muhafaza darbe olursa göreceksin. Bu millet gerekeni yapacak çünkü büyük bedeller ödedi.
Babamla bu tartışmayı yaptığımızda yaklaşık bir ay önceydi. İnsanlar darbeye karşı sokaklara iniyordu. Babam yüzüme şaşkınlıkla bakıyordu. İnatçı adamdı babam. Nuh der peygamber demezdi.
.-Boşuna ümitlenme asker iki mermi sıksın çil yavrusu gibi dağılırlar. M-16 mermisini yediklerinde uzun bacağın gazına geldiklerine pişman olurlar. Yarın bu millet o sümüklü vaizi Humeyni gibi karşılamazsa benim adım “Nazım” değil.
-Yeter baba ben çıkıyorum.
-Otur lan yerine nereye çıkıyorsun ? Hayatında lisede kavga dışında bir şey mi gördün kerata ?
Pederimi dinlemedim. Emanetleri alıp çıktım. Önce ana caddeye gittim. Garipsediğim bir tablo vardı. Bir grup ellerinde Türk bayraklarıyla şehir meydanına giderken bazıları kafe de oturuyor çayını yudumluyor, kimisi de nargilesini içiyordu bazıları ise hiçbir şey umurunda değilmişçesine bankadan para çekiyordu. Yakup Kadri’nin Sodom ve Gomorresindeki mütareke İstanbulunu andırıyordu. Hızlıca ve telaşlı bir şekilde yürürken kafeden biri el salladı. Bu bizim Saffetti.
-Lan Özgür oğlum bu ne hal lan ? Yangından mal kaçırır gibi…
-Duymadın mı darbe oldu ? Millet meydanlara iniyor.
-Sen bir git ya… Oğlum ben de seni alim adam bilirdim. Ne darbesi. Tayyib’in tiyatrosu. Otur oğlum şuraya okul tatile girdiğinden beri görüşemiyoruz. İki kelime laflayalım. Ne yapacaksın darbeyi marbeyi. Gel ben de kızlara senden bahsediyordum.
-Neyse kardeş sana iyi saatte olsunlar
-La havle… Bu da kafayı sıyırdı. O kadar kitap okursan beynin sulanır. Yok darbe yok bilmem ne. Tiyatro lan. Tatbikat lan işte… Neyse biz keyfimize bakalım. Bu arkadaşlar vatan kurtarmaya devam etsinler.
Hızlı ve telaşlı bir şekilde yürümeye devam ediyordum. İnsanlar gruplar halinde Türk bayraklarıyla meydana akmaya devam ediyordu. İçimde bir yanda korku diğer yanda ise bir huşu vardı. Yürürken düşünüyordum. Bugüne kadar tanıdığım fetöcüleri düşünüyordum. Bana ve kardeşlerime yaptıkları zulümleri düşünüyordum. Fetöcü öğretmenler tarafından disiplin cezasına çarptırılan arkadaşlarım, memuriyette sırf onlardan olmadığı için özellikle de “Milliyetperver” olduğu için sürülen memur ve öğretmen büyüklerimizi… Bütün bunlar gözümün önünden bir film şeridi gibi geçerken içinden geçtiğim parktan bir ses duydum:
-Özgürrrr
Çevreme bakındım bankta oturan Kürşat abiydi. İki çınar ağacının arasındaki bankta oturuyordu. Kürşat bizim mahallenin tanınmış teşkilatçılarındandı. Şehla gözlü, 1.90 boyunda yakışıklı bir baba yiğit bir adamdı. Abimin yakın arkadaşıydı. Oda çevremdeki çoğu insan gibi fetözede bir milliyetçiydi. Sadece oda değil, öğretmen olan babası da fetöcüler doğuya sürülmüş, polis olan abisi de paralelciler tarafından açığa alınmıştı. Bana sordu:
-Nereye gidiyorsun ?
-Anlaşılmıyor mu?
-Tek başına mı ? Sen bana abinin emanetisin. Öleceksek birlikte öleceğiz. Birazdan arkadaşlar da gelir. Hep beraber grup halinde gideriz. Onlar gelene kadar hasbihal edelim seninle… Sonunda kabusun başımıza geldi fakat bence son kısmı gerçekleşmeyecek. Bu sefer başaramayacaklar.
-Nereden biliyorsun ? Baksana generkurmay başkanını esir ettikleri söyleniyor. Çoğu birlik onlara destek veriyor. Söylesene abi nasıl sızdılar bu kadar ?
-İsterse tüm ordu destek versin eğer halk karşılarındaysa başaramazlar. Bunlar her kesimden insana zulmettiler. Sağcı,solcu, İslamcı ve hatta kendilerinden olmayan Nurculara bile… Şu giden insanlara bak. Şunun şurasında 2-3 yıl önce “feto” dediğimizde bizi ayıplıyorlardı. Onların evlerine gidenleri “abdestli namazlı altın nesil” olarak görüyorlardı. Onların yanlışlarını, sapkınlıklarını ve ihanetlerini söylediğimizde bizleri “ipsiz sapsız serseriler” olarak görüyorlardı. Lider bundan 6 sene önce o sümüklü için “faaliyetlerini askıya alsın” dediği zaman bize denmedik laf, başımıza gelmedik bela kalmadı. Gençliğimiz pkklılarla kavga ve bu fetocu hainlerin filmleri yüzünden heba oldu. Ama olsun artık Millet geç de olsa uyandı ya?
-Peki abi Milletin uyanması için illa hükümete dokunulması mı gerekiyordu ? Tepemize bomba yağması mı gerekiyordu? Nasıl sızdılar bu yerlere ?
-Bir kere “sızma” kelimesini lügatinden çıkar. Yerleştirildiler. Küresel güç tarafından onların devletimiz içindeki adamları tarafından yerleştirildiler. Nabza göre şerbet verdiler. Bir solcuya veya liberale yanaşırken “demokrasiden, darbe karşıtlığından” bahsettiler. Bize yanaşırken Türk yurtlarında Amerikan çıkarları için açtıkları sözde “Türk” okullarından bahsettiler. O çakma olimpiyatlarındaki soytarılıkları “Milliyetçilik” diye yutturmaya kalktılar. Yalan yok içimizden nefsine yenik düşen çok insanı devşirdiler. Abin ile benim yedi kişilik lise teşkilatımda Mehmet ve Nuri adında iki bebe vardı hatırladın mı ?
-Evet hatırladım.
-Onları sizi “polis” yapacağız diye bizden kopardılar. Poliste yaptılar. Ben gayet iyi biliyorum Mehmet ve Nuri şurada 100 metre koşsa nefes nefese kalacak bir adamlar. Bizim ekibin en işe yaramazları. Abin boksör, ben tekvandocuyum. Bizler spor mülakatında eleniyoruz bunlar geçiyor. Biraderin bile üçüncü denemesinden sonra Polis Teşkilatına girdi. 17/25’te hükümetle papaz olmasalardı yine giremeyecekti.
-Peki bugün fetoyu hallettik. Yarın başka fetoların oluşmasını nasıl engelleyeceğiz ?
-Liyakat ve vatanseverlik. Başka yolu yok. Bizden girecek adamda liyakatsizse girmemeli. Bu Millet ne çektiyse parti, cemaat ve grup taasubundan çekti.
Bunları söylerken Kürşat bir taraftan saatine diğer taraftan ise telefonuna bakıyordu. Grubunun gecikmesi onu endişelendirmeye başlamışken tekbir sesleri işitmeye başladı. Sonunda ekip geliyordu. Saat 01.30’a yaklaşıyordu. Biz gelenlerle selamlaşırken parkın yakınındaki caminin ışığı yanmıştı. Hepsi dikkatle minareye doğru bakınmaya başladılar. İmam sela okumaya başlamıştı. Sala sesi sadece parkın yanındaki camiden değil, civardaki diğer camilerden de geliyordu. Bu artık meydana gitmemiz gerektiğinin işaretiydi. Kürşat dedi ki:
-Evet arkadaşlar gazamız mübarek olsun.
Ve hepimiz tekbirlerle ve sloganlarla meydana doğru ilerlemeye başladık. Kabusumun ilk kısmı gerçekleşmişti fakat Allah’a şükürler olsun ki Milletin, vatansever polis ve askerlerin direnişi sayesinde darbenin başarılı olması ve sarıklı kardinalin Humeyni misali geri dönmesi gerçekleşmedi. Abim de o gece 51 polisimizin şehit düştüğü Gölbaşında değildi. Ölmedi. Babam ve Saffet gibi düşünenler için ise darbe tamamen bir “tiyatroydu” Babam darbeden sonra annemle Almanya’ya akrabaların yanına taşınmaya karar verdi. Ona göre bu ülke yaşanmak için değildi artık uğruna can verilmeye değer bir ülke de insanlarda yoktu.Kürşat abi ise yıllardır hayali olan polisliğe girdi.Hem sevdiği mesleği yapıyor hem de Hukuk Fakültesini kazanarak ikinci üniversitesini okuyor. Saffet ile o geceden sonra hiç görmedim. Annesinden öğrendiğime göre babası onu Londra’ya dil öğrenmeye yollamış Ben ise onun ısrarlarına rağmen ülkede kaldım. O sene üniversite sınavına girmiştim. Türk Dili Ve Edebiyatını kazandım.
***
Sene 2018
Bu satırları yazarlık dersimin hocasının ısrarı üzerine kaleme aldım. Benim için oldukça zor bir görevdi. Bir yanda yaşananlar var diğer yanda ise bütün bunları kelimelere sığmayacağını bildiğin halde mürekkebe dökmek var. Bir tarafta kan diğer yanda mürekkep… Ne yazarsak yazalım Ömer Halisdemirlerin, Bülent Aydınların, Münir Alkanların hakkı ödenmez. Biz toprak üstündekilere düşen toprağın altındakilere layık bir hayat sürebilmek… Şairin dediği gibi yok “gerisi hep angarya”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.