- 723 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
-DALGALANIR KORE’DE AL BAYRAĞIM-
-Unutulmazsın 2002-
Dünya kupası bilindiği üzere 2002’de Güney Kore ve Japonya tarafından organize edilmektedir. O takvime kadar yalnızca Avrupa ve Amerika kıtasının ev sahipliğine tanık olunur. Dünyanın muhtelif köşelerinden takımlar ilk defa Asya kıtasının stadları ve kentlerine konuk olurlar. Evet, Güney Kore ve Japonya ile birlikte Pasifiğe de merhaba. Okyanusun kararsızlığı, belirsizliği dünya kupasına da damgasını vurmuş, bi şekilde konuklarını da etkilemiş olabilir mi acep? Gerçektende bir yandan muhteşem mavilikler, doğal köşeler diğer taraftansa tayfunlar, kasırgalar, tsunamilerle örülü bir coğrafyadan söz etmiyor muyuz? Tarihin muhtelif zamanlarında nice fatihlerin iştihasını kaçırmış, hevesini kursağında bırakmış, donanmalara mezar olmuş bir yeryüzü köşesi bizleri bekler. Belirsizliğin kol gezdiği ve beklentileri her an ters yüz edebilecek med cezir manzaraları sahnelenir.
2004’de Hint sahillerini vuran tsunamiler tesadüf müdür? Ya 13’üncü asırda Japonya seferinde Kubilay Han ve Moğolları hem de bir değil iki defa başarısızlığa uğratan Japonlar mıdır yoksa sunduğu tüm dehşetengiz atmosferiyle doğa mıdır? Çağlar boyunca Japon topraklarını koruyan ve kollayan doğal bir kalkandan söz edilebilir de.
İşte böylesi bir coğrafyanın sunduğu tüm değişkenler 2002’de bir başka sahada futbolda işlemektedir sanki. Asrın sporu futbol tarihi zeminini bulduğu Avrupa kıtasına kelek yapmaktadır. Farklı kıtaların takımlarına zafer imkânı hazırlamaktadır. Dünya kupası milenyuma merhaba derken kırılmaya uğramakta ve evrensel bir dönüşüm geçirmektedir. Ev sahibi ülkeler Güney Kore ve Japonya’nın yanı sıra bir Afrika ülkesi Senegal ve Türkiye’nin başarıları tüm dünyada konuşulmaktadır. 1950’den sonra bir kez daha Türk’ün ayak sesi Kore semalarında duyulacaktır. Elbette emperyalizm ve özelde Amerikan emperyalizmi bir olgudur. Ne ki Amerikan askerinin Türk askerinin kolu kanadı altında hayat bulması bir başka boyut teşkil edecektir. Ve kaderin bir cilvesiyle yarım asır sonra aynı coğrafyada Türkiye’yi bir başka muzafferiyet beklemektedir.
Siz bakmayın, iyi de Avrupa’dan hiçbir ekiple karşılaşmadık ki diyenlere. Üstte de belirttiğim üzere Avrupa takımlarının hali tam perişanlıktır. Uruguaylı gazeteci, denemeci ve yazar Eduardo Galeano “Gölgede ve Güneşte Futbol” adlı eserinin 2002 dünya kupasını konu edinen bölümünde milli takımımız için "Şampiyonanın bir başka sürprizi de Türkiye’ydi. Hiç kimse bu ülkenin önemli bir başarı elde edeceğine inanmıyordu. Dünya kupalarından elli yıldır uzaktı. Brezilya’ya karşı oynadığı ilk maçta hakemin kararıyla göz göre göre haksızlığa uğradı; Ama yoluna devam etti ve sonunda üçüncülüğü elde etti. Enerjik ve kaliteli futboluyla kendisini küçük gören uzmanların ağzını açık bıraktı..." derken yabancı bir gözlemci olarak hiçte yabana atılmayacak bir anekdot sunmaktadır.
Gelin birlikte anımsayalım. Grupta Brezilya, Kostarika ve Çin bekler bizleri. İlk maçta Brezilya’ya karşı kıran kırana bir mücadeleyi izlerken gönül neyler? Yıldıray’ın mükemmel ara pasıyla Hasan Şaş’ın kazandırdığı golle göz gönül temaşa eyler. Ne yazık ki, ikinci yarıyla beraber umutlar suya düşecektir. Ardından gelen Kostarika beraberliği ile birlikte salt bize bağlı olmayan bir fırsat kapıdadır. Çin karşısında alınan 3-0 galibiyet ve Kostarika’nın Brezilya mağlubiyeti bizi ikinci tura sevk edecektir. Oysa, iki Latin Amerika ülkesinin birbirlerine göz kırpacakları noktasında ne çekinmiştik, hey gidi yaa!
İkinci turda ev sahiplerinden Japonya karşısında 1-0 galibiyetle beraber çeyrek final karşımızdadır. Gol mü? Kızılderili tarzı saç modeliyle Ümit Davala imzalıdır. Santraforumuz İlhan Mansız ise arka planda bir imajmaker var mıdır bilinmez ama Japonvari profiliyle seyircilerin de ilgi odağı halini alır. Bir bakıma rahmetli Barış Manço’dan bayrağı devralır. Japon forveti Suzukı de, şimdi Kawasakı oyuna girer gibisinden arkadaşlar arasında espri konusu olmaz mı?
Yine ikinci turda İtalya Güney Kore eşleşmesi dikkat çekicidir. İtalyanlar altın golle kaybederler. Maçı takiben bir İtalyan gazetesinin “dünya kupası kâbusu Türkiye Güney Kore finali” şeklinde attığı başlıksa tam bir faciadır. FİFA’yı adeta göreve çağıran açıkçası kaybetmenin psikozuyla çamurlaşan bir tavır değil midir bu? Gerçi G. Kore’nin İtalya ve İspanya karşısında hakemler tarafından kollandığı da öne sürülecektir. Ne çare ki, şu soruyu sormakta gerekmez mi? Diğer ev sahibi Japonlar neden kollanmaz? Kaldı ki, eğer kollandıysa Kore bunda Türkiye’mizin kabahati ne ola?
An itibarıyla göz gezdiriyorum özet üzerinden. Bir İtalyan oyuncu bi mücedelede rakibi arkadan doğru formasından çekmekte, Kore’li kuşkusuz fair play dışı dirsek atıyor. Ne ki, İtalyanlarda dünya futbolunda namlıdırlar. Az kaşar değildirler hani. Öyle görünüyor ki, Avrupa sahalarındaki genişliği burada bulamıyorlar. Biraz o psikoloji olmalı. Garip gelecek belki size ama şuuraltı insana oyun oynar bazen. Uzak doğu egzotizmiyle karışık haayaaa, haaayytt! Nidaları kulaklarında yankılanmışta olamaz mı? Taekwondonun mucididir hani Koreliler.
Öte yandan çeyrek finalde Senegal müsabakasını Bursa’mızın Tayyare Kültür Merkezinde dev ekranda izlemekteyim. Doğrusu başlarda zorlandığımız bir maçtır. Ve epey kaygı duyduğum bir mücadele olmakta. Sonraki dakikalarda mücadeleye ortak oluyoruz ve uzatma bölümünde altın gol uygulamasının meyvasını yemekteyiz. Tabi İlhan’ın muhteşem golü anılardadır. Ümit Davala’nın harika ortası da nasıl unutulur? Senegal o dünya kupasının renkli takımlarındandır. 98 dünya ve 2000 Avrupa şampiyonu Fransa’yı 1-0 mağlup ederek sükse yapmaktadır.
Bu arada İlhan dedim de, sıra dışı bir golcüyü erken yitirdiğimizi düşünürüm hep. Türkiye ligi gol krallığı, dünya kupası katkıları, Beşiktaş’ın yüzüncü yıl şampiyonluğu performansı, maalesef hepsi o kadar. Hıncal Uluç’un bir spor programında yaptığı yorumu hatırlarım. İtalyanların tam hakkıyla golcü olan, olabilen yıldızları “goleador” şeklinde kavramlaştırdığından söz ederken İlhan goleador demektedir. Ne hazindir ki, baş edilmez sakatlıklar sonrasında futboldan kopuş ve sonrasında dizi oyunculuğu evresi. Bu yönleriyle de bir bakıma, ünlü İspanyol müzisyen ve şarkıcı Julio İglesias’ı hatırlatır bana. İglesias’da gençliğinde futbola ve Real Madrid’e doyamaz. Ve sonrasında gelsin plaklar, albümler.
Yarı finalde Brezilya karşısında yine Ronaldo’yu aşamıyoruz. Ve bizi yenen dünyayı yener kuralı işliyor. Brezilya, Almanya ve Oliver Kahn engelini kolay aşıyor. Oliver Kahn’ın turnuvanın en iyi kalecisi seçilmesi elbette hak edilmiş bir başarıdır. Almanya’nın finale çıkmasında en büyük emek onundur. Ne var ki, milli kalecimiz Rüştü Reçber’in haksızlığa uğradığını düşünürüm hep. Buna rağmen dünya kupasının ikinci en iyi file bekçisi seçilmesi de azımsanamaz. Ve tabi sonrasında Barcelona’ya transferi gelir. Teknik direktör Rijkaard ile anlaşamaması ise ayrıca hazindir.
Yine 2002’de Milli takımımızda Rüştü’nün yanı sıra Hasan Şaş, Yıldıray, Emre Belözoğlu, İlhan Mansız, Ümit Davala gibi yıldızlarımız ay yıldızlı al bayrağı şerefle temsil ederler. Turnuva boyunca formsuz görünen Hakan Şükür’ün Güney Kore karşısında dünya kupası tarihinin en erken golüne imza atması da futbolun adaletini teyit eden hadiselerden biridir bence. Kimbilir Hakan o ilk dakika golünü atmasa, atamasa ev sahibi ekibi yenemezdik belki de. Tabi 3-2 galibiyette İlhan’ın iki golünü de unutmamak gerekir. Kuşkusuz takımımızı çalıştıran Şenol Güneş’in de başarıda hissesi ayrıdır. Dünya üçüncülüğü tesadüfi kesinlikle değildir. Kanımca 2000 Avrupa şampiyonasında elde edilen çeyrek final başarısı ve Galatasaray’ın aynı yıl elde ettiği Avrupa zaferinin devamıdır. Gerçektende, Cimbomda 90’lara damgasını vuran jenerasyon 2002 dünya kupasında da Milli takımımızın başarısında etkin bir figür teşkil edecektir.
Brezilya’dan Ronaldo turnuvanın gol kralı olur ve takımının şampiyonluğunda başrolü oynar. Kuşkusuz genç bir yıldız Ronaldinho’yu unutmamak gerekir. Özellikle İngiltere karşısında 1-0 mağlupken turun yakalanması Ronaldinho’nun eseridir. O gün şeytanın insan suretinde Brezilya İngiltere maçına konuk olduğunu söylersem mübalağa mı ederim acaba?
Kanaatimce dünya futbolunun Maradona sonrası dönemde en büyük yeteneği Ronaldinho’dur. Barcelona formasıyla da gözleri bir yana ayakları başka yana gidip gelen bu şeytani yıldız ne var ki bir dünya kupasına damgasını vuramaz.
Nihayet, 2002 Güney Kore Japonya; dünya kupası tarihinin gökkuşağının renklerine dönüşmesini müjdelerken futbolumuzunda milli takım düzleminde romantik altın çağını simgelemektedir.
L.T.
YORUMLAR
Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Türkiye'nin en iyi oyunu 2003 Konfederasyon Kupasında, özellikle de Brezılya ve Fransa'ya karşıdır. Şenol Güneş 2003e daha istediği bir takım götürmüş, Brezilya'ya fark atmanın eşiğinden dönülmüştür. 2002 de rüyamda görsem inanmayacağım bir başarı yakalandı ama oyun olarak pek tatmin olduğumu söyleyemem.
2002 yi başka bir sebepten dolayı da sevmem. O turnuvaya kadar Türkiye Dünya Kupalarının en golcü takımıdır. Maç başına 3.33 gol ortalamasıyla oynamaktadır (Yenilen 3.67 lik ortalamayı hiç karıştırmayalım) 2002 de 7 maçta sadece 10 atabilince bu golcülük ünvanı da tarihin tozlu raflarında yerini alır.
Öte yandan Üçüncülük maçı sonrası bir yabancı yayında 'This could be the World Cup final!' başlığı da bir o kadar göğsümü gerer. Bir küskünler maçının iki tane aç ülke tarafından oynanınca nasıl tatmin edici olduğunu gösterir.
Tekrar bizi o günlere götürdüğünüz için teşekkür ederim. Saygılarımla.
levent taner
Çalışmalarınızda başarılar dilerim
Saygı ve selamlarımla...