- 446 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Tarihi Olan İlahi Adalet 1
İlah neydi? Bir totem mesleğine sahip olan her bir gruplardı. Üreten ve üretmekle iradesi olan gruplardı. Ve de kendi aralarında farklı totem meslekli ürünlerin takasını konu alan ittifakları yapan grup ve gruplar iradesiydi. Özelde üreten ilişkileri içindeki gruptu. Genelde üretim hareketi içinde ittifakı olan gruplardı.
İlah; ittifak kararı alanlardı. Üreten ilişkiler sahipliği olanlardı. Üreten grup sahipliğiydi. İttifak içinde diğer gruplara karşı; üreten iradi grup aitliğiydi. Üreten grubun kendi grup bilinciydi. Üreten grubun kendi grup gücüydü. Üreten grubun kendi grup hafızalı kültür ve üretim aitliğiydi.
Totem meslekli üreten yapılar tüketirken, kendilerinin totemi sosyal yapılarından devraldıkları bir totemi kolektif yaşam üzerineydiler. Gruplar kendi içinde kolektiftiler. Bu ilk meşruiyetti.
Gruplar, ittifak ile gruplar arasında takasa dayalı bir denklikle farklı bir kullanım değerlerinin değişmesini yapıyorlardı. Bu da ikinci meşruiyetti. Daha sonra mütekabiliyeti olan takas kavramı kâr, ticaret gibi sömüren sistemin argümanlarına dönüşecekti.
İlah bu iki meşruiyete dayanıyordu. İlki "totem grup aitliği" üzerinde "üreten ilişkili kolektif meşruiyetti". İkincisi gruplar arası "üretim hareketine" dayalı "ittifakı meşruiyet" ile karşı tarafında sizin iradenizi tanır olması meşruiyetiydi. Üretim ilişkisi gruplar arası takdir eden İlahların irade denkliğiydi.
Totem de İlah ta, El de mana kavramı da kültür de çok köklüydü. İlahlar üreten ilişkiler üzerinde toteme doğru her birçok köklülüğün, kendi temsilcileriydiler. Hiçbir ilah bu çok köklülüğün tümünü temsil etmezdi. Ancak ittifakın kendisi olan baş ilah bu çok köklülüğün her birine bir atıftı.
İlahi adalet denen adalet temelde "kolektif adaletti". Kolektif adalet "grup içi kolektif adalet" ve "ittifaklar arası gruplar kolektifle adaletti". Grup alanları, araç gereçler zaten totem dönemden beri grup ortaklı sahiplik olmakla, mülk sahipliği ilahi adaletti.
Grup içi ilahi kolektif adalet, herkesin yeteneğine ve çalışmasına göre pay almasıydı. Adaletin temeli böyle atılmıştı. Bu adalet üretim ilişkisine ve gruplar arası üretim hareketine uygun olmakla zorunluydu.
İlahi adalet, kendi dışındaki bir grubun üretim ilişkisine ve ittifak içinde de üretim hareketine göre söz, yasa, ortaya koymanın ant içmesiydi. Bir tüketim ve kullanım değerine karşı, farklı bir kullanım ve tüketim değeriydi.
Grup sahipliği yanında herkesin yeteneğine ve çalışmasına göre olmakla pay alan ilke; ittifakla grupların tüketilen ve kullanım değeri üreten yeteneklerine göre paylaşımına dönüşmüştü. Bu dağılımdan sonra grup içi grup sahiplik ve grup içi üretim ilişkisine göre kolektif paylaşıma dönüşüyordu.
Totemiler groteski yansıtmaları içinde bir görünüp bir kaybolan firarilerine cin, şeytan gibi tanımlamayla söyleşiyorlardı. Totemi groteskiler, bilemedikleri etkilenmelere belirip kaybolan bu firarilerden ötürü "cin etkisi"; "şeytan etkisi" diyorlardı. Cin şeytan söylemi groteski yansımalıydı. Bakınız groteski ilik yazım.
El; ilah adaletine ve ilahi meşruiyete karşı olmakla, önce adaletsiz ve meşruiyetsiz oldu. El türü söylemler kolektif olana karşı kimi kişilerin sahipliği olmakla o güne kadar bilip tanımayıp; deneyimini oluşmadıkları garip bir firari belirimdi. Bu belirim yanlıları, İlah yanlılarınca groteski dil ile şeytanlıkla, iblislikle, cin fikirli olmakla suçlandılar. El meşru olmadıkça taraftar bulamayacaktı.
İlahi adalet neden meşruiyetti? grup üzerinde üreten de tüketen de kendisiydi. Kolektif grup üzerinde üretim nesnesinin de emek gücünün de sahibi kendisiydi. Üreten grup ilişkisi üzerinde yeteneğe ve çalışmaya göre ve grup sahipli aitliğe göre payını delil söylemekle, meşruydu.
Kısaca İlah aitliği herkes gibi kendi ihtiyacına göre her kişinin bencilliğine bir hitaptı. El de kişiler bencilliğine söylemekle meşru olacaktı. Oysa El bencilliğe mülk sahipleri gibi olmayı özdeşim yaptırmanın sömüren kontrolüydü.
El, grup (kolektifin) sahipliği yerine kişi sahipliğini söyleyip "Mülkün sahibi benim" diyecekti. Böylece "takdirce söylemeyi" kolektif grubun sahipliği (ilahın) yerine El’in sahipliği olarak söyleyecekti. El’in sahipliği söylemi, El’in mülkünü kişilere vermeyi takdir ve vaat etmesiydi. Söylem kişiler bencilliğindeki vaade dönüşecekti. Bu söylemle "herkes kendi sahipliğini, başkasının sahipsizliği üzerine" hayal eder oldu.
Herkesin kendi sahipliğini hayal etmesi bilinç altına gönderilen müthiş bir psikolojik etkiydi. El gerçekte değilse de bilinç altına psikolojik etkilerden ötürü kolektif olup biten karşısında kolektif olmayışla "anlaşılır olmaya" ve "meşru olmaya" başladı.
El bu mana çevrimleriyle meşru olunca, bu meşruiyetle kendisine yükletilen cin, şeytan türü sıfatları gerisin geriye kendisine söyleyenlere yansıttı. El her şeyin önüne kendisini ve kendi sahipliğini koymakla tarihi kararttı. Bu durumda da kendi öncesi olmayınca cin, şeytan da "kendi meşruiyetine karşı çıkan" meşruiyetsizler olmuştu.
El’in adaleti mülk sahipliğine göre olan adaletti. Gerçeğe göre değil gerçeğin çarpıtılmasına göre bir adaletti. Fakat bunun müthiş bir adaletsizlik olduğunu Elohim olarak Aton olarak ta görmüştü. Buna zulüm diyordu.
Ne var ki güçsüzlerin dişi kana değecek olmakla; mülk sahiplerinin sömüren "dişinin de bir kez kana değmiş kurt gibi olmasıyla" güçlüler de güçsüzler de El adaletine sarılıyorlardı. El zaten dişi kana değenlerin tasımıydı.
Nasıl El, ilahi tümlüğün zıttı olan ilahi negatif ilik eksikliği üzerine bir inşa olmuşsa; bu kes de El, kendi zıttı olan bozduğu ilahi adaletin çekimine referansla, "Elohim olarak adalet aramaya çıkmıştı".
El’in kendisi Baal’di. Efendiydi. Sahipliğinin niteliğine göre karı-koca olan teklikti. Ve kendi sahipliğinin sahipliği olmayanları köleleşmesiyle tümelleşti. Bu tümellik monarşiydi. Monarşinin zıt ve eksik tarafı danışma meşveret etme olmanın meşruti olması ile ve zulmü karşısında "Elohim olmayı (acıyan-merhamet eden-bağışlayan olmayı)" şiar edinerek var oldu.
El’in kendi Nemrut tarafındaki tekillik ve tümlük üzerinde; İbrahim’i eksikliği nedenle aslında El adaleti bu anlamıyla bir anlamda giderek "ilahi adaleti" aramaktı. Nasıl kolektifle, kolektif olmayan yaşamla tümlenir oluyorsa; Sahipsizlikler üzerine kişisi sahiplikte, zıttı olan kolektif sahipliğe; Elohimi adalet yoluyla dönmek zorundaydı.
İşte kişileri ve süreci özne nesnelce olan ilahi adalette saptırıp, sömüren El adaleti içine dönüşen vesile nedenlerden birisi de size de çıkabilir kabili vaadin "bencil psikolojisi üzerinde sistemi meşrulaştırmaktı". Buradaki El meşrulaştırması içinde birinci adımda herkes kendisini El’in vaadi karşısında nasiple görüyordu.
İkinci adımda ise El kuraları çekmiş herkes payını almıştı. Kimine El’in mülkünde pay verilmişti ama daha çok kişiye de mülkten pay yoktu. Bu durumda "sistemi meşrulaştırmanın" ikinci adımı kendilikten devreye girecekti.
Bu ikinci adım da şuydu. "Mülkü olmayanlar da bir gün tıpkı mülkü olanlar gibi bir mülklerinin olacağına inanıyor olmakla" eylemlerini efendilerine biat etmeye yöneltiyorlardı. Öyle ya "onlar gibi zengin olacakları" mülk te onlardaydı. Bilgiden, tarihi hafızadan ve nesnellikten koptuğunuz zaman; psikolojik kelebek etkisinin gölge yansımaları sizlere egemen olacaktı.
El de yapacağı takdiriyle öngörülebilirdi. El’in de öngörülebilir olması kişinin kendisini bu öngörülebilir olan yerine komasıyla kişi süreci meşrulaştırmaya başlayacaktı. Gerçekleşen ve gerçekleşmeyen durum karşısında öngörülebilir olamamış kişiler bu kez de öngörülebilir olucu meşruiyetin "öngörülenler gibi bir gün kendisine de öngörülebilir olacağı" anlayışıyla El’e teslimiyet içinde olmalarıydı.
Bu iki meşruiyetin ikisi de yaman çelişkiydi. Kendisini mülksüz koyan da El’di. Ki El ile yaptığı ilk onayla bu meşruiyeti kabul etmişti. İkinci adımda El’in vaadi bitmemişti. Mülksüzleri efendileri gibi zengin olacağına inandıran da El’di. Efendi gibi olmayı umar olmakta meşruiyet olmuştu.
İşte El kişinin bencillik gibi sinir uçlarına dokunan hitabı ile kişilere aksi yönden öngörülebilir bir yapı, anlayışı sunuyordu. Bu kes kişi köleliği ile efendi gibi olmanın düşlerini görme anlayışından doğan tevekkül etmenin istikrarını, meşruiyet olarak görüyordu.
Günümüzde de kendilerini sefalete düşüren, ücretli, sözleşmeli köleliğe iten siyasetlere oy veren mantığın bek raundu da budur. Kişi belirsizlikte hep kaçınır. Tarihi hafıza yok olmuştu. Kolektifin belirsizliği karşısında rızkı takdir edilenler gibi bir rızk takdirini beklemenin bilinirliği daha cazipti!
Bu tutum kişideki enerjinin sakınımı kuralına da pek uygundu. Kişi bu nedenle bilgisizliğe inanmakla enerji yorulmasından kaçınıyordu.
Kişiler bu etki ile de belirsizlikten kaçıp El’in öngörülebilir statükosuna sarılıp inanıyorlardı. Belirsizliğin stresinden kaçınıp, statükoyla sakinleşip, süreci akılcı etmekle mutmain oluyorlardı! Artık kişi, kişisi beklentili meşruiyetle köleydi.
Bir gün onlar gibi nasıl mülklü olacaktı ki? Onlara ram olarak onların razı lığıyla onların mülkünden mülk sahibi olacaklardı. İşte kendi celladına âşık olmak buydu. Köleci ruhun binlerce yıllardır kendi nemrutlarına nefret ve dirençleri kadar itaat etmeleri de bundandı. Kişisi mülk sahibi olma meşrulaşmasındaydı! Nemruda da hem sövüyorlardı hem biat ediyorlardı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.