Sabiha Rana (fecir vakti çok güzeldir!)
Mart güneşi ayazla berraklığın en barışık olduğu mevsimsel özelliklerin yaşandığı günleri arz ederken, zaten kurşun gibi ağır olan havanın gün ışığında su kristallerinden süzülerek, insanın yüzünü yalaması insana yüreğine dönüp başka sıcaklıklar aramasına neden olur. Gün içinde yaşananlardan veya mazide kalmış yüksek kalibreli hatıralardan veya öğretilerden, mukavemetine ilave katkı, direnç sağlayacak kutlu vesileleri sorgular. Hatta bir yanınız buz tutmaya meyletmişken, dost bir yüzün vermiş olduğu tebessüm, gamze sizi yeniden hayata döndürmüş gibi rehavete sokar.
Adımlarınız kaskatı kesilmeye başlarken, beklide hemen her şeyden vazgeçmeye başlamışken, yâdınıza düşen sımsıcak bir gülümseme kanınızı ısıtır. Kayıplarınızın çetelesini tutarken, üzüntünüzün yeise vardığı noktada, hafızanızda filizlenen vefa timsali bir sembol, ihtiyacınızın ötesinde kâr’a geçtiğinizi düşündürebilir. “Mart güldü!” diyebildiğinizde ve buna gönülden inandığınızda, rüyalarınızda gök gürültüsüne kabaran toprakla birlikte, erguvanların müjdeleyicisi bahar kokar.
Bir vesilede bin atlının koşarak geldiği, sümbül koniklerinin kolonlarında perilerin raks ettiği, rüya kuşlarının kanatlarının altında hasretli sevgililere umutlu haberler taşıdığı, üçlerin yedilerle oturup sohbet ettiği., Kırkların şehitlerle birlikte yeşil sarıklar kuşanmış vaziyette, kanatlı atların üzerinde düşmanın üzerine gittiği ve meleklerin aşk yağmurlarında ıslanmış halvet yorgunu fukaranın yüreklerinden öperek muhabbete ısındırdığı gün dönümü düşleri görebilirsiniz.
Dünya gözü ile baktığınızda, bal mumunun sırrını ifşa etmeye muktedir olamazsınız belki ama sırra kadem basan vefanın ayağının tozuna kafa yormaktan yorulduğunuzda, usunuzu muhasaraya alan uykunun derinliğine daldıkça, rengi ve tonu sayısızca açalyaların arasında devriâlem edersiniz. Zenginliğin bir gönül mertebesi, bir müspet yansıma olduğunu da fizik ötesi gezintilerinizde anlamış idrak etmiş olabilirsiniz.
İstidanın, dua dilekçelerinin sahibine istenilen ile birlikte cevaben verilip ikram edildiğini de, yolların bittiği yerde çarelerin hiç tükenmediğini de, trafik kazalarında ölümcül vakalar olmadığını, hançer kesiklerinden kan sızmadığını da, yürek dehlizlerinde yaşanılan gezegenler arası turların bir hakikati olduğunu, hissen ve kalben yaşayabilirsiniz.
Sır dolu, hikmetli yolculuklara çıkabilmek ve efkârın, düşüncenin mucizevî erdemini tatmak için sadece gözleri kapatmak yetmez! Gönül koridoruna açılan irili ufaklı onlarca kapının, birer birer tetkiki ile nereye imkân ve yol verdiğini bilerek, hangilerinin basireti kör edeceğini doğru teşhisle, Rahmani olanla nefsanî olanı muntazaman ayırt edebilmekte önemli olup şehvet ve şöhret kokan mahfilleri, yılan deliği gibi örtüp kapatmakta gereklidir.
Merakınızı yenemeyerek, tokmağını tuttuğunuz küflü bir kapıyı hafifçe ittiğinizde o ardına kadar açılır. Bir kez araladığınızda ilginizi şahlandıran yaldızlı alkışlarla içeriye buyur edilirsiniz. İstifadelerinize hoş gelen esintiler zaviyenizi daha iç ergenliklere, tadılmamış lezzetlere doğru kuvvetle çekebilir. Hiç kuşkusuz; Düşlerinde hıyanet çayırında serilip sofra kuranlar, hakikatte de yanılgıya ve üzüntüye tevessülen yol ve mesafe alıyor demektir.
Yönünüz (Kıble gibi..!) hakikatte olduğunda, rüzgar kucağındaki rızk sepetini dolaştırırken, yıldızların yerdeki ihtiyaç sahiplerini bitkilerin dilinden fısıldadığını, kuru dallarım müjdelere mest olup sevinçten ıslık çaldığını ve arıların bacaklarındaki polenlerin aşka olan seyrüseferlerinde şevkle hışırdadığını ve sırası gelmeyen selvi boylu seğirtgenlerin neden nemden nasipsiz kaldığını ve duası kabul olunanların nasıl hasılatta bire bin aldıklarını dinleyip temaşa edebilirsiniz.
İlham Rahmani ise, İlahi mesajların sebepler eli ve düşünce dili ile alınıp özümsenerek okunup çözülmesi bir bahtiyarlıktır ancak, hüsnühalde irtifa alındıkça bu niyete mukabil fikirlerin meyvesi ilânihaye kalıcı eserlerin oluşmasına sebep teşkil edecek, azim kararlılık ve kuvvet kazandırır. Yürek dilini anlama, alma konuşma kabiliyeti, becerisi yalnızca ateşe, ağrıya, sızıya ve acıya yüreği ile dokunmasını bilip becerebilenlere, hakkı tutanlara İlahi armağandır.
İmtihana tabidir beşer! Önce Karun gibi mülk ve variyete sahipken, yanılma yılma ve öfkenin esaretine kapılarak maalesef şap’a da oturabilir. Cürümünü bulutların arasında meşk ederek görmek dahi, cennete cehenneme uğramadan gidebileceğine delalet etmez. Korku, ölçülü bir miktarla yetimizde hep olması gereken ihtiyat mesafesi (güvenlik alanı) olup, aynı boyutta ümidimizde hep (Allahtan) imdadımız olacaktır.
Görmek istemediğimiz cerahatli yüzlerden tiksinerek yüzümüzü çevirdiğimizde, “yarası olan gocunur!” üzüntüye gark olur, mahzun olur diye düşünür müyüz biz? Bilekleri kapkara, su yüzü görmemiş sefilliği resmeden bir kişinin, düşüncelerinde neleri keder tutup neden nezafetle barışık olmadığını akıl edip ilgi duyar mıyız? Bir milim makara ipliğinin katmanları arasında, binlerce kitaplık ilmi denklem barındırdığını, bir damla hayat suyunda, milyonlarca şifa ve ruh olabileceğini fikir edebilir miyiz?
Günün getirdikleri ayaklarımızı yerden kestiğinde, attığımız her adım bizi kibir (büyüklenme) hanesine yaklaştırdıkça, cehaletin fiyakası benliğimizi sarar. Gözde, beğenilen olma arzusu ve bu minvalde elde edilen başarı bizi merhamet damarındaki reflekslerden mahrum, kör eder ki, yarın yevmil mahşerde, omuzlarımızda vebali büyük taşınması zor, ağır yükler olabileceğini fark etmeyi, farkında lığı kendimize hasım ederiz. Biz hataları huy edindikçe kusurla hemhal oluruz. Meşruiyetin tezahürüne gösteremediğimiz sabırsızlık, kanaat yollarını keserek korsanca bir eda ile keyfiyetine mahsus ihtiyaç ve ikmal reçetesi yazarak ikame eder.
Kısmetin adresine varıncaya dek olan kader yolculuğu, hayırla helalinden menzil bulması çabası, şahsi temennilerimizde yelkenleri çoktan suya indirmiştir. Şefkat ve merhametimize sığınan menfaatleri hile yoluyla alıkoymak, keyfe keder kılıflar giydirmek, hükümlerimizi dokunulmaz kılmak, dolaylı sahiplenmek, bizlere sorumluluğun sevabını kazandıracağı yerde büyük bir vebali yük edindirir ve günah kazandırır. Dolayısıyla Hakka riayet etmek en büyük ahlaki kazanç ve erdemdir ki, kalbi vuslata çarpanların (hâşâ) haddini aşarak, elini ve gönlünün başkalarına ait olan umdelere uzatması (değimli ki?) cümlenin kalbini karartır. Sanılarda çabaların doğru mesafe kat ettirdiğini var sayarak, yanlışı ve yanılgıyı gözü kara bir biçimde savunmak, sözde galibiyet olsa da özde mağlubiyeti tescil etmek olacaktır.
Ömür törpülenirken bakmalı; Verilen emek kimin bahçesinde güller açtırıyor ve size müteşekkir olan kesim hangi kuralların bilahare sinden medet umuyor? Layihanın buyurduğu vakit; Yakıcı güneşin altında, arşın gölgesine baktığınızda sizi yanına çağırıp ferahlık kazandırabilecek kimseler veya Allahın razı olduğu fiiller olacak mı? Hülasa inananlar için hesap gününe iman, hesap edilmesi gereken ince ama çok önemli bir ayrıntıdır!
Allah yolunuzu ve yolumuzu açık etsin ki, bizler “elhamdülillah” inanmış ve amentünün mucibince iman etmiş kimseleriz. Serdettiğimiz efor hiçbir zaman küfrün, şirkin, zulmün bahçesini bostanını sulamaması gerektiği gibi, dolayısıyla ifadelerinde muharref kitapları, garp edebiyatını, mitolojik felsefeyi kaynak göstererek sözde bilimselliği ve çağdaşlığı sunanlar, savunanlar savunduklarıyla sevdikleriyle haşır olunacaktır.
Yaşamayı sadece dimağında hissedilenlerden ibaret olarak görenler için söylenecek fazla ne olabilir! İbrahim’e Abraham, İsa’ya İzak demek ve sol el marifetiyle nemalanmak ne kadar medenilikse, yere, göğe, suya, rüzgara Tanrılar atamak, saygısızlığı çılgınlığı ve hatta kuralsızlığı, sapıklığı özgürlük diye tanımlamak, ahlaki ölçü ve değerleri hafife almak ne kadar çağdaşlıksa ben bunları benimsememekle o kadar onlardan ve kabullerinden uzağım.
Gerçekleri saptıranlar ve yanlışları, yeni yeni kılıflarla yeniden yararlılık gibi takdim edip servis yapanlar zalimler değimlidir? Bilimsel gelişmelerin arz ettiği imkânların, tedricen ve hedeflenen inanç ve kültürler üzerinde baskı unsuru olarak kullanılması., Zayıf medeniyetlerin öz kaynaklarının sömürülmesi, edepsiz alışkanlıklar edindirilerek anarşi, terör ve kargaşa çıkarmak suretiyle uyanışın, kalkınmanın önünün kesilmesi ve bunu yapıp yardımcı olanlara çıkar sağlanması., Karşı olanların rezil rüsva edilmesi hangi onurlu, şerefli, haysiyetli duruşun rıza gösterip kabul edebileceği bir gerçektir?
Onun için attığımız adımların neyin ve kimin için olduğuna dikkat etmeliyiz ki, biz sevgi kemendi attığımız kimseleri de kendimiz gibi bilerek icabında kenetlenmemiz gerektiğinde hiçbir sorun yaşamadan sathı müdafaa etmenin inancı ve coşkusunu kalben ve hissen bir bütün olarak yaşayabilelim.
İncitmek kırmak, aldatmak ve aldanmak efkârı umum için galat sayılan bir tavır ve davranış olup, mükellef kişiliğin attığı sıradan bir bakışta dahi ufuk barışı, huzuru, mutluluğu ve top yekûn esenliği resmeder. Keza bu manada sanatçının el belirgin özelliği, erdemi insanı sevmesidir.
Aşk, (koşulsuz sevgi) akıl sahiplerine bir cümlede manen cihanı iktiza ettirir ve Kubbe-i Mina’nın sırrını, hayatı memat-ı ezbere okutturur. Kuru bir kütükte yaşam emareleri bulup yeşerecek olan kutlu bir teşebbüsü görecek olan göz rana(çok güzel)dır. Rayihanın miski kucaklayıp tütsüme si, güzel kokunun saç örgülerinden beyinlere uzanıp varan letafeti, hafızada şafak atması, yeni bir başlangıcın ta kendisi, fecir (Sabiha) vaktidir. Sadece insana özgü anlatımların, ifade şekillerinin farklı, değişik bir başka suretidir fecir ki, siz kendinize geldiğinizde o kutlu günün içerisindesiniz demektir.
Sevgi ve selamlarımla..
Not; Bu yazı Sevgili kardeşim hanımefendi “Sabiha Rana” ve muhterem eşleri “Birhan Beye” ithaf en kaleme alınmış olup onların her türlü güzelliğe ve iyiliğe layık oldukları düşüncesi ve inancıyla, selam sevgi ve hürmetlerimi arz eder.
Mehmet Sani Özel
02.02.2007