- 608 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Yazımsız harf olur mu?
Anlamın şöyle bir tabiatı var bence: Anlam, ancak kendisinden daha büyük bir anlama yaslanıyorsa, ayakta kalabiliyor. Sözgelimi: Bir harfin anlamı aslında içinde bulunduğu kelimenin anlamıyla hikmetli oluyor. Tamam, kendi başına da bir anlamı var, kabul. En azından kendisinin ne olduğunu ifade ediyor. Doğrudur. Fakat bir kelime içinde (veya kendisini anlamlı kılacak bir bütünlük içinde diyelim) kullanılmadıktan sonra, harfin, kendisi olarak varlığı anlamsızdır. "Harf neden var?" sorusu karşılık bulamaz bu şekilde. Yani herşey kendisinden daha aşkın birşeye işaret etmekle anlamlanır. Boşuboşunalıktan kurtulur. Hikmetlenir.
Buraya karalayacağım abidik-gubidik bir şekli gözünüzde harf olmaktan koruyan hiçbir yazıda kullanılmıyor olmasıdır. Yani: Yazısı olmayan harf olamaz. ’Harf’ diye birşeyin varoluşu ’kelime’ diye birşeyin varolacağına bakar. ’Kelime’ diye birşeyin varoluşu ’cümle’ diye birşeyin varolacağına bakar. ’Cümle’ diye birşeyin varoluşu ’paragraf’ diye birşeyin varolacağına bakar. ’Paragraf’ diye birşeyin varoluşu ’yazı’ diye birşeyin varolacağına bakar ve hakeza. Herşey kendisinden daha büyük birşeyin parçası olmakla varoluşunun anlamını elde eder. Yoksa, kullanılmadıktan sonra, harf bir hiçtir. Varlığı değersizdir. Hikmetsizdir. Onu kıymetli yapan başka anlam bütünlükleri için yapacağı görevdir. Zaten hikmetini de bu bütünlüğün içindeki fonksiyonundan dolayı alır.
Farklı bir örnekle konuyu biraz daha açmayı deneyelim. Diyelim ki: Siz müthiş bir mimarsınız. Bir bina yapıyorsunuz. Bina ama ne bina! Her detayı ince ince işçilik. Her köşesi ayrı bir sanat harikası. Herbir taşı bir özeniş hikayesi. Sonra, bina bitince, dinamitle havaya uçuruyorsunuz. Güm! Binadan geriye yalnızca tozu kalıyor. Oraya harcadığınız emek ne oluyor peki? Siz söylemeden hemen ben söyleyeyim: "Saçmalık." Evet. Saçmalık. Çünkü kendisinden daha aşkın birşeyin parçası olamayacak şeylere harcadınız gayretinizi. Tükettiniz.
O şeyde icra ettiğiniz sanat mühim değil artık dikkatle bakarsanız. Çevrenizde bu olaya şahit olanlar o binada yaptıklarınızla artık ilgilenmez oluyorlar. Neden? Çünkü yapılanların hepsini anlamsız kıldınız. Eserinizi kendisinden (veya yapılış sürecinden diyelim) ibaret addetmekle anlamından ettiniz. Eğer o bina kalsaydı. Sizden sonra da varolsaydı. Kullanılsaydı. İncelenseydi. Veya en azından sergilenseydi. Böyle bir tahkire maruz kalmayacaktınız mutlaka. Çünkü insanlar onu kendisinden aşkın bir bütünlüğe bağlayacaklardı. "(...) binasını mimarinin ülkemizde gelmiş olduğu noktaya dikkatlerimizi çekmek için yaptı." Veya "(...) binasını uzun yıllar ülkemize hizmet etmesi için miras bıraktı." Veyahut "(...) binasını mimari sanatının günümüzdeki durumuna bir eleştiri olsun diye yaptı."
Hatta o binayı bombayla havaya uçurmanızı dahi ’bir eleştiri’ olarak anlamlandırabilseydiniz, insanları buna ikna etseydiniz bir şekilde, o zaman da çevrenizdekiler bu yıkımı ’hikmetsiz’ görmezlerdi. Yine kendisinden aşkın birşeye bağlayarak onu anlamlandırırlardı. Rahatlarlardı. Yani, bir açıdan, ’geçici anlamı daha kalıcı bir anlama bağlayarak’ ayakta tutarlardı. Tıpkı Banker Bilo fiminde olduğu gibi: "Yıktım ama bir sor ki niye yıktım?" durumu olurdu.
Son paragraf mühim. Hatırınızda tutmanızı istiyorum: Biz, geçici bir anlama, ’ancak daha kalıcı bir anlama yaslanıyorsa’ saygı duyarız. Daha kalıcı bir anlam kendisinden daha geçici bir anlama bağlanıyorsa onu ’boşuboşunalık’ gibi görürüz. Sözgelimi: Hiç değmeyecek bir kız için dostunuzun kendi elleriyle topladığı bir çiçek buketi size anlamsız görünürken çok değecek bir anne için toplanan demet nazarınızda azizleşir. Veya hiç değmeyecek bir adama adanan bir şaheser gözünüzde güdükleşirken çok değecek bir isme adanmış küçücük emekler bile nazarınızda kıymetlenir. Bağlamının farkı anlamını ortaya koyar.
İslam’ın sanata bakışında da şu son noktanın büyük etkisi vardır. Yani bir müslüman için kendisinde biten bir eserin kıymeti yoktur. İşaret ettiği hakikat üzerinden kıymeti vardır. Bu nedenle ’heykel’ yerine ’hayrat’ yapmayı seçer müslüman sanatkâr. Orada varolacak olanın bâkileştiği, kendisinden daha aşkın birşeyin parçası olduğunu bilir, hisseder, ona göre amel eder. "Bir heykel yaptım. Öylece duracak!" yerine "Bir çeşme yaptım. Öylece akacak!" demeyi tercih eder.
Buraya kadar sizi iyi gezdirdimse asıl manzaraya çıkalım. Yukarıdaki tefekkürlerimiz ekseninde şu soruya cevap vermenizi isteyeceğim sizden: Bütün anlamsız olduğu halde parça anlamlı olabilir mi? Yukarıda ’harf, kelime, cümle, paragraf, yazı’ denklemini doğru aktarabildimse vereceğiniz cevap "Olamaz!" olmalı. Çünkü biz bu misalle artık âlemin ’anlamını bütünden alan parçalar topluluğu’ olduğunu anlamaya başladık. Yani bir nevi Fatiha’nin ilk ayetine döndük: "Elhamdülillahirabbilalemin/Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun!"
Evet. Parçalar, hamdedilesi özelliklerini bütünden aldıklarına göre, hamd da ancak bütünün sahibine gider. Çünkü harfin hüneri de aslında yazının sahibine aittir. Yazısı düşünülmemiş hiçbir şekil harf olamaz. Yazı diye birşey varolmasa paragraf, paragraf diye birşey varolmasa cümle, cümle diye birşey varolmasa kelime, kelime diye birşey varolmasa harf olamaz. Harfin hikmeti yazının (yazıyla anlamın aktarılabileceğinin) hikmetinden sonra düşünülmüştür. Yoksa yazı varlığını harfe borçlu değildir. Hayır, kesinlikle, değildir.
Bakınız bu çok çok çok kilit birşey. Tesadüfçülük ile İslam’ın varlığı açıklayışında temel bir ayrımı nazara veriyor. Tesadüfçülük, varlığı, parçaların anlamları sayesinde oluşmuş daha üst anlamlarla açıklamaya çalışıyor. Lakin en büyük/temel resme gelindiğinde şöyle diyor: "Ama bunun hiçbir anlamı yok."
Yani bir nevi ’hiçbir anlamı olmayan bir bütünlük’ içinde ’parçaların anlamıyla’ meşgul ediyor bizi. Onları öğütlüyor. Sözgelimi: Yaratıcıya inanmıyor ama yaratılanları kabul ediyor. Sanatkâra inanmıyor ama sanatı kabul ediyor. Bütündeki anlamı reddediyor ama parçadaki anlamı kabul ediyor. Tabir-i caizse, yazıyı reddediyor, fakat harfleri kabul ediyor. Bu nasıl mümkün olabilir?
Mürşidimin çok güzel bir sözü var: "Nizamı nizam eden, saadet-i ebediyedir. Öyle ise, nizam-ı âlem, saadet-i ebediyeye işaret ediyor." Evet, öyledir, çünkü kendisinden aşkın bir düzenin parçası olmayan hiçbir ’parça düzen’ düzenli değildir. Sonu düzensizliğe çıkan düzen olamaz. Makinenin çarklarında varolan bir düzenden bahsedebilmemiz için o makinenin bütünün birşeye hizmet etmesi gerekir. Zaten düzen denilen şey, nesnelerin, ’kendisinden aşkın birşeyin parçası olmakla’ elde ettiği aidiyetten ibarettir. Bu aidiyetleri, en büyük çerçevede yele verdikten sonra, daha küçük resimler içinde aramak, tıpkı yazı diye birşeyin varlığını inkâr ettikten sonra harf aramaya benzer. Halbuki yazının varlığıdır harfi hikmetli kılan. Evet, arkadaşım, bu geçici hikmetleri ’kendilerinden daha kalıcı’ bir anlama bağlayarak ayakta tutabiliriz. Fakat anlamla dolu herşeyi en nihayet tesadüfe bağlayarak ayakta tutamayız. Çünkü Allahsızlık aynı zamanda amaçsızlıktır. Evrenin amaçsızlaştıktan sonra sen amaç sahibi olamazsın.