BİR BUĞDAY TANESİ
- Çok iddialısın böyle sevmek gerçekçi değil günümüz dünyası için. dedi ama yüreğimi bilmiyordu.
- Can içim, yüreğim kitap değil ki açıp okuyasın ya da defter değil ki kalemi eline gerekli yerleri düzeltesin. Ne kadar sevdiğimi bir ben bilirim, bir de rabbim bilir. diye cevapladım ve devam ettim. ‘O zaman dedim seni iddiasız seviyorum.’
- Nasıl? dedi.
- Dinle o zaman. dedim. Başladım edebiyat yapmaya. Hem söze kıran mı girermiş! Sahayı boş bulunca depara kalkan futbolcu gibiydim direkt kaleye iniyordum. Mecnun çöle düşüyorsa ben de kâğıda düşüyordum. Kerem dağı deliyorsa, ki bu mantıklı geliyor da, benim de satırlardan dağlar yapmamın neresi yanlış?
- Sen bir damlasın ve ben de o damlaya muhtaç olanım. Damlanın mübalağalı bir yanı yok işte. Azdan çoğa, hiçten vara doğru bir anlatım derdindeydim. Zerre de kürenin bir parçası değil mi? O zaman zerre de kürenin ta kendisidir. Damla dediğim zaman aslında okyanusu kastetmiş olmuyor muyum? Yüklemeye çalıştığım anlam mübalağalı olsun istiyordum. Mübalağa sadece çokla olmaz azla da olur. Seni uçsuz bucaksız da sevdim diyebilirim nokta kadar da! Noktanın manasını bilen ki dört kitabın manası saklıdır benim ne demek istediğimi anlar.
- Hımmm. dedi. O böyle durunca ben durur muyum daha? Kıra salınmış yağız at gibiydim, gem vurabilir mi kimse?
- Seni bir çakıl taşı kadar seviyorum. Ve o çakıl taşı bendeki sen dağının temelidir. Çakıl taşı abartılı değil sanırım. Çakıl da olsa dağın bir numunesidir diye düşünüyordum. Yoksa imkânı yok içimi baştanbaşa bir yara gibi saran ve onulmaz bir hale koyan sevdamı anlatamazdım.
- Sen konuş ben dinliyorum. Bakalım daha neler söyleyeceksin. İkna edebilecek misin beni?
- Bir çiçek gibi, dedim ‘başlarım seni sevmeye ve ahirde bakmışsın ki sana olan sevdam çiçek tarlası olmuş.’
- Eeeeee! Başka yok mu diyecek söz? Son kurşunun bu muydu? Mühimmattın bitti mi? İçimden, dur daha neler var benim karanlık gönlümde gün yüzüne çıkmak için amade bekleyen diyordum. Sancı çok kabul ediyorum ama o sancının çıkaracağı mükâfat da büyük.
- Bir yıldız gibi, dedim ‘severim seni. Sonra bir bakmışsın milyonlarca yıldız olmuş sana olan sevdam.’
- Başka!
- Bir çocuk gibi severim seni masumca… Kocaman bir dünyayı sığdırırcasına yüreğine.
- İkna oluyor gibiyim. Güzel konuşuyorsun. Aşk ilminin anahtarını saklıyorsun kelimelerinde ve bir kalbe nasıl tesir edeceğini çok iyi biliyorsun. Bugüne kadar bana senin gibi hitap eden olmadı sanki bu yönüm hep eksik kalmış. Ve sen benim bu eksik yanımı tamamlıyorsun.
- İkna olmaya başladın yani.
- Az da olsa evet!
- Bir kıvılcımdın ilk bende. Nasıl da büyüyüp cehennem oldun ve sardın dört bir yanımı? Söndürmek isteyen kim? Yak beni sonsuza dek, küle döndür. Okyanusu getirip döksen bu yangın sönmez. Çünkü içsel bir yangına somut bir şeyle müdahale edemezsin. Ateşten bir nehir akıyor içimde. Lav gölüne dönmüş hislerim. Kâğıttan gemilerinle nasıl dayanacaksın? Şeyh Galip de Hüsnü Aşk’ta ateşten denizlerden bahseder. Kolay değil sana bir çırpıda ulaşmak, kolay da olmasın bir zahmet.
- Sen yanacaksan ben de yanarım. dedi.
- Noktadır aslında abartısı sevdamın. Sevdamın başlangıcı… O kadar çok sevdim ki seni, dünyanın bütün noktalarını yan yana getirsen, üst üste koysan yine de eksik kalır sevdamın yanında. Hani meşhurdur ilim bir nokta idi onu cahiller çoğalttı diye. Cahiller değil âşıklar çoğalttı diyorum ben de.
- Ruhum yıkanıyor boydan boya sen böyle konuşunca. Bir hafiflik gelip ikamet ediyor canıma. Tarifi mümkün olmayan bir huzura kavuşuyorum ve aklım aydınlanıyor sanki. Evet, artık kabul ediyorum beni severken iddialı olduğunu.
- Seni sevmek farz ve o farza riayet etmek de bana düşüyor. Sen bir tutam mavisin havaya saçtığımda rengini veriyorsun göğe. Bir buğday tanesisin sen ve saçtığımda seni tarlaya milyonca buğday oluyorsun. Yani diyeceğim şu ki sensiz yazmanın da yaşamanın da bir tadı yok. Bu yüzden özgür bırak beni yazarken, o kadar meraklı varken bunları okuyup da bana ‘âşık mısın?’ diye soran bir de sen beni meşgul etme. Dün de aşkı yazdım, bugün de yazıyorum, yarın da yazacağım. Çünkü kimse bilmez ve anlamaz ama seni geniş zaman çekiminde seviyorum. Sadece mazide kalan bir aşkla değil, hâlde olan bir aşkla da değil sadece atiyle sınırlı da sevmiyorum.
Sus işareti yaptı parmaklarını dudaklarına götürerek. Elini uzattı bana. Sımsıkı tuttum ellerini. Kıracak gibiydim, bunu yüzüne dikkatlice bakınca anladım. Gevşettim ellerimi ve onun ellerini dudağıma götürüp avuç içinden öptüm.