- 602 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
Yorgunluk da Allah'ın bir şifasıdır
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Yaralarımızı kapamaya çalışıyoruz kalemle. Bir yere kadar oluyor. Bir yerden sonra, kalem de çaresiz, söylediklerinin tesirini garanti edemez. O da hayalkırıklığına uğruyor. Evet, arkadaşım, evet. Kalbimizin sahibi değiliz. Maruzuyuz. İçimizde ne olup biteceğini biz söyleyemeyiz.
Kalemimiz de bunu söyleyemez. O sadece bize bir nasihat eder. İçimizden içimize konuşur. Aklımızı acılarımızla konuşturur. Yaralılarımızı yaralarımızla konuşturur. İyimsersek yazdığımız nasihat olur. Kötümsersek yazmakla kendimizi daha da zehirleriz. Fakat nihayetinde meşguliyetin de bir sihri var. Ve yorgunluk Allah’ın bir şifasıdır. Belki de kalem en güzel sözünü yorarak söyler. Yazarken zihin yorulur. Şifa olur.
Dert unutulmaz arkadaşım ama dertten yorulunur. Bu sözlerime güldün belki. Fakat ben böyle düşünüyorum. Allah yorgunlukla hepimize bir şifa dağıtıyor. Gayretimizi bölüyor. Derdi bile dibine kadar yaşamaya hırseden sinemizi molalandırıyor. Evet. Şu gündüzü katlanılır kılan gecesidir. Uyumasaydık uyanıklığa dayanamazdık. Bir yarımız cennetini hatırlıyor mutlaka. Şu dünyaya katlanmak için ondan nefes almaya muhtacız. Nasıl ki, Yusuf aleyhisselam, rüyalar ile zindanda nefes alırdı ve tâbirleriyle arkadaşlarına aldırırdı; biz de rüyalar ile şu dünyadan bir nefes alıyoruz. Nefes aldırılıyoruz. Salt ciğerimize girenden ibaret değil ism-i Kayyum tecellileri. Devam ettirilen herşeyde bir çeşit gölgesi var.
Bir dal resmi gördüm geçenlerde. Yeşil halinden soluşuna görüntülenmiş. Hızlandırılmış. Kalp gibi atıyor resmen. Sonra yine bir fotoğrafa rastladım. Kabe’de kılınan bir namazı hızlandırmışlar. O da kalp gibi atıyor, aynen. Şimdi düşünüyorum: Benim de ceninlikten bebekliğime, bebeklikten çocukluğuma, çocukluğumdan büyüklüğüme, büyüklüğümden ihtiyarlığıma, ihtiyarlığımdan ölümüme, ölümümden dağılışıma görüntelenme imkanım olsa ve o görüntü de tıpkı diğerleri gibi hızlandırılsa, ben de tıpkı bir kalp gibi atacağım. Şişeceğim-ineceğim.
Yahu sakın bütün bu ’atmalar’ bize ism-i Kayyum hakkında bir nasihat olmasın? İsm-i Kayyum’un tecellilerini görmekte gözlerimizi zorlayan nedir? Bence yavaşlığımızdır. Eğer bütün bir varoluşu bir kalp atışı hızında izleyebilseydik zaten ister istemez ’Allah!’ diyecektik. Fakat bazı şeyler çok yavaş oluyor. Onların içinde işgal ettiğimiz zaman bize fenalığını göstermiyor. Fani olduğunu hissedemiyoruz. Hızlı gelmiyor. Hızlı gitmiyor. Bu bizi aldatıyor. Zamanın içinde asılı kalan varlıklar gözlerimizi yanıltıyor. Halbuki bütün bunlar bir sürat meselesi.
Eğer evrenin ömrünü yeterince küçültüp hızlandırabilseydim, kimbilir, belki de onda bir deniz üzerindeki kabarcıktan fazlasını bulamayacaktım. Oluştu. Üzerinde güneş yansıdı. Ben yansıdım. Sen yansıdın. Patladı. Söndü. Yansıma yokoldu. Ben yokuldum. Sen yokoldun. Deniz yüzeyindeki köpükler gibi: Göründü, gösterdi, öldü. Fakat farzedip diyelim ki: O köpük üzerinde yaşayan saniyenin milyonda biri ömründe şuurlu canlılar var. Bu canlılar kendi ömürleriyle köpüğün ömrünü kıyaslıyorlar. Ve diyorlar: "Belki de bu köpük sonsuzdur!"
Gençliğimde daha komiktim. Şimdi daha ciddiyim. Gençliğimde daha hareketliydim. Şimdi daha yavaşım. Gençliğimde hafızam daha kuvvetliydi. Şimdi eskisinden zayıf. Bu kalbin atmadığı yer yok. Ancak atma sayısı ve attığı hız farklı. Hayatımız bir kere atıyor mesela. Yani bir kere ölüyor insan. Ama kalp ölümümüze kadar belki milyonlarca kere atıyor. Yüzümüzün tebessümü de bir yayılıştır. Bir günde yüzlerce kez gülümsüyoruz. Evren, eğer yalan değilse, ’Giderek yayılıyorI diyorlar. Belki onun da ömrü bir atımlıktır. Sonlarına doğru koşmaktadır. Çöküşünün başlanıcını aramaktadır. Yani arkadaşım: Her yerde atan kalpler var. Bazılarının tekrarı olmuyor. Bazıları sanki tekrar ediyor.
Bir de dünya yüzeyini düşün. Baharın dışarıya doğru inkişafı da bir çeşit yürek atışı gibi değil midir? Sonra o yüzeydekiler dağılır. İçeriye çöker. Kalp sanki küçülür. Dünyayı diğer gezegenlerden en çok bu ayırır. Onların yüzeyi çok değişmez. Ama bu kalbin sinesi sürekli şişer-iner. Âdeta dünya âlemin kalbidir. Ben şimdi bütün bu yükselip-alçamalardan hareketle diyorum ki: Herşeyde bir ism-i Kayyum tecellisi var. Onu görmek için ’atmalara’ bakmak gerekir. ’Gelmeler’ onun işareti fakat ’gitmeler’ onun delilidir. Belki biraz da bu yüzden, en çok kalbimizin attığı zamanları, en çok yaşadığımız zamanlar zannediyoruz. Unutamıyoruz. Hayat da en çok atan kalbin üzerinde, yani dünya yüzeyinde, görünüyor.
Sahi, sen söyle arkadaşım, en son ne zaman heyecanlandın? Gitmelerden her zaman şikayetçisin amma şimdi bir de böyle düşün: Belki de kalbinin atması için içeriye de çökmesi gerekir. Eğer bu çöküntülerin korkusu olmasaydı kalemini bu kadar istimal edebilir miydin? Nihayetinde ölüm hayatın bereketidir. Yaraların da kaleminin...