- 780 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ayna aramaktan yorulduysan güzel olmayı bırak
Yorgunum. Sırtıma bakıyorum. Üzerindeki yüklerin çoğu arzularım. En çok iddialarımın altında eziliyorum. Yaralarımın üzerinde hırslarımın resmi var. Kimse yüklememiş onları bana. Ben altlarına girmişim. Taşımayı hüner bilmişim. Bin altın bilezikle denize girmişim. Sonra da bacaklarım kaldıramaz olmuş. Ağırlıklarından şikayet etmişim. Boğulmuşum.
Ah, arkadaşım, çocukluğum başımdan gitmiyor. O zamanlar da yarışırdık ya akranlarımızla. Odun olsun, tezek olsun, taş olsun. "En çok kim taşıyacak?" diye. Kolay olan işleri kendimize zorlaştırırdık. Hatta birgün rahmetli babam bu halime bakıp demişti: "Oğlum, bu kadar kendine yüklenme, ormanı ’çok götüren’ değil ’sık götüren’ bitirmiş."
Babamın dilinden Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın diline uzanıyorum. Mü’min babaların dilleri öyledir çünkü. Hani o da buyuruyor: "Amellerin en hayırlısı az da olsa devamlı olanıdır." Yaşım kırka doğru gelirken kırkında peygamber olanı daha iyi anlıyorum. Şefkatini dikkatle yudumluyorum. Hem tüm zerrelerimle katılıyorum. Benim de belimi büken onlardı. Az yerine çokun peşinde koştum ben. Devamlılık yerine anlık parlamaların müşterisi oldum. Onlar da beni tokatladılar. İki şekilde yaptılar bunu: 1) Çoku kaldırmaktan yoruldum. Dermanım tükendi. Dizlerim ağrıdılar. 2) Bırakmak zorunda kaldım. Yahut sırtımdan düştüler. Kırıldılar. Sonra hep ayrılıklarıyla yaşadım.
Evet. Böyledir. Azın lezzeti gitmez. Çokun lezzeti gider. Bir baklavayı hergün bir dilim yemekle bir oturuşta bir tepsiyi tüketmek arasında fark var. En başta lezzet farkı. Tadımlık olanın sihrini aşırılık söndürür. Güzelliğini öldürür. İsraf bir tür cinayet olduğundan haramdır. Ben de neyi iddia olarak sırtıma yüklendiysem onu öldürdüm. Çünkü onda ’en iyisi’ olduğumu iddia ettim. Hadi, bu kadar ileri gitmediklerimde bile, bir küçük yarış vardı. Hırsettim. Geçebileceğim kadarını geçmeye çalıştım. Bu yarış beni yordu. Yorgunluk tüm arzuların ölümüdür. Ben de arzuladığım güzellikleri ifratımdaki yorgunlukla öldürdüm. Ayı yavrusunu severken paralarmış. O kadar sıkı sarıldım ki Leyla’larımın belleri kırıldı.
Sana söylediğimi kendime de söylüyorum sık sık: "Ayna aramaktan yorulduysan güzel olmayı bırak." İddialarından soyunursan onlardan göreceğin zararlardan da soyunursun. 1) Taşırken yükünün ağırlığından. 2) Taşıyamazken ayrılığın acısından. ’Az’ ama ’devamlı’ olanın güvenli iklimini yaşarsın. Beğenilmeyi beğenmezsin. Seni beğenenleri de beğenmezsin. Çünkü Hızır ile Musa (a.s.) kıssasından şu dersi alırsın: Gemi delik olursa zalim ona el koymaz.
Kusurların da, tıpkı Hızır aleyhisselamın dostların gemisinde açtığı delik gibi, seni zararlardan koruyor. Belki Musa aleyhisselama benzer yanların bu duruma itiraz ediyor. Dostun dostta kusur bırakmasına şaşırıyor. Mükemmellik arzuluyor. Fakat sabrın mahiyeti de bir değişik marifet işi. Tıpkı Hızır’ın (a.s.) Kur’an’da dediği gibi: "İçyüzünü bilmediğin birşeye nasıl sabredeceksin?"
İnsanın ilk sabretmesi gereken şey kaderidir. İradesinin işlemediği yerleridir. Olduğudur. Olacağıdır. Kaldığıdır. Kalacağıdır. Yandığıdır. Yanacağıdır. Hem daha geçenlerde Mevlana Celaleddin-i Rûmî Hazretleri de (Allah şefaatine kavuştursun) sana aynı kıssayı hatırlatıp sırrını söylemedi mi: "Madem ki kırık olan, dökülen, perişan olan kurtuluyor; sen de kırıl, dökül, perişan ol. Kurtuluş, selamet yokluktadır. Haydi, sen de benlikten, varlıktan kurtul, yokluğa doğru git."
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.