- 2875 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ÇOCUKLUK AŞKIM.
Merhaba çocukluk aşkım;
Düşünüyorum da, ne uzun zaman olmuş köyden ayrılalı. Ne kadar aklımda kaldı bilmiyorum. Ama o günleri çok özlüyorum. Hani akşamları gaz lambalarını yakar etrafına toplanır ders çalışırdık ya arada bir göz göze gelirdik sen gülümserdin ve ben bayılacak gibi olurdum ne de tatlı tebessümün vardı.
Hatırlar mısın? Elektrik direkleri henüz dikilmişti köye ve ikimiz hep dua ederdik köye elektrik gelmesin diye! Elektrik gelirse o kadar yakın olamayacaktık çocuktuk işte
Sahi sizin evin avlu girişinde karadut ağacı vardı. Ne de tatlıydı. Hep beni tırmandırırdın ağaca inmekte zorlanınca da alay eder gülerdin. Bense kızar gibi yapar ve senin gülüşünden ne çok mutlu olurdum bir bilsen saklambaç oynarken bizim samanlığı yaktığını hatırlıyor musun? O gün bugündür bir sır gibi sakladım. Kimseye söylemedim biliyor musun? Kendimiz küçüktük ama aşkımız büyük. Belki de bu yüzden saklıyorum bu sırrı!
Hele kaçamak buluşmalarımız yok mu, neydi öyle? Yıldızları bile sahiplenirdik. Kâinatın sahibiymişiz gibi, o yıldız senin bu yıldız benim. Sahi aşkımıza şahit tuttuğumuz bir yıldız vardı. Tıpkı aşkımız gibi en büyüğünden. Birisi çoban yıldızı derdi, bir diğeri kutup yıldızı. Biz ise, aşkımızın yıldızı diyorduk. Buluştuğumuz son geceden beri hâlâ duruyor mu yerinde? Sende aşk yıldızı diyor musun?
Sahi şimdi hatırladım da; ölmüş olsa gerek! Mustafa öğretmenimiz. Evet bir tek o bilmişti bizim içten içe eridiğimizi! Birbirimize deliler gibi aşık olduğumuzu!
Yaşıyorsa Allah ömürler versin. Ölmüşse Allah rahmet eylesin. Ne babacan adamdı.
Komşularımız latif amca, Gönül abla yaşıyor mu? Hayalperest Rıfat amca
Bakkal Hacı Yusuf, Hele Hacı Dadaşın çocukları, neydi öyle dört kardeşlerdi.
O gün yoktu ki kavga etmesinler. Okul dönüşünde, Onların kavga etmesi bizim en mutlu anlarımızdı değil mi? Sen korkar gibi yapardın, bende hemen elini tutardım. Öylesine sıkardık ki ellerimizi, avuçlarımız terlerdi. Ya gören olursa diye düşünmezdik bile. Biz öyle severdik birbirimizi!
Ha bir de Saray teyze vardı; Allah rahmet eylesin. Garibim iki büklümdü. Hani kızıl saçlı saray teyze, oğlunun adı Muharrem. Annesini hiç sevmez hep çıkışırdı garibime. Hatırlıyor musun? Yine bir keresinde annesine bağırmıştı ve ben yerden taşı aldığım gibi fırlatmış Muharrem’in kafasını yarmıştım. jandarmalar beni alıp götürecek diye ne çok üzülmüştün!
Beni unutmadın değil mi? Çünkü ben seni hiç unutmadım! Sahi kiminle evlendin? Kaç çocuğun var? Adları nedir, evliler mi? Şunun için soruyorum.
Hatırlıyorsan bir grubumuz vardı evlenecek olursak; çocuklarımıza birbirimizin adını verecektik. Ümit ile Nevgül, Bayram Ali ile sanem, sen ve ben. Ha bir de Nihal’le Recep vardı. Ne de güzel ekiptik!
Özlüyorum şimdi. Her şeyi özlüyorum. En çok ta gaz lambasının ışığında ders çalışırken, kaçamak bakışmamızı özledim. Ne de güzel tebessüm ederdin. İşte o sıcacık tebessümü özledim. Ama ne çare bazen özlemek te yetmiyor.
Şimdilerde bir özeleştiri mi desem, öz yargı mı desem, kafam hep keşkelerle meşgul. Çocukluk aşkı mıydı? Sorup duruyorum şimdi. Öyle ki, hâlâ rüyalarımda sen varsın!
Efkan ÖTGÜN