- 573 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Virginia'nın mektupları
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Tansley’in asıl anlatmaktan zevk duyacağı şey, kendileriyle İbsen’i görmeye gidişiydi. Bilgiçlik taslamaya bayılıyordu. Hiç çekilir gibi değildi. Artık kasabaya girmişler, taş döşeli yolların üstünden gıcırdayarak geçen arabaların arasında anayoldan ilerliyorlardı ama, o hâlâ konut ve yerleşme işleri, öğretim, işçiler, kendi sınıfımızdan olanlara yardım ve konferanslar diye konuşmasını sürdürüyordu. Belliydi, yine o her zamanki güvenini bulmuş, sirkin demin neden olduğu durumdan kendini kurtarmış, dahası (şu anda Tansley’e karşı yine sıcak bir yakınlık duyuyordu) nerde ise, ona — ama tam bu sırada evler bitti; kendilerini rıhtımda buldular, tüm koy olduğu gibi önlerinde serili idi; Mrs. Ramsay, «Aman ne güzel!» diye haykırmaktan kendini alamadı. İşte koy bir tabak dolusu mavi su gibi önündeydi; açıkta, her şeyden uzak, tek başına yükselen apak yaşlı Fener, sağda da göz alabildiğince, kıpır kıpır uzun yabanıl otlarla kaplı, dalga dalga yeşil kum tepeleri, insan ayağının basmadığı bir efsane ülkesine koşup gidiyorlarmış duygusunu veren tepeler. Mrs. Ramsay durdu, gözlerinin grisi koyulaşarak, işte, dedi, kocamın sevdiği görünüm. Bir an öyle sessiz kaldı. Sonra, ama şimdi buraya ressamlar gelmiş, dedi. Gerçekten de onlardan biri hemen birkaç adım ötelerinde duruyordu. Başında panama bir şapka, ayaklarında san çizmeler, kırmızı yuvarlak yüzünde büyük bir kıvanç, merakla çevresini alan on kadar küçük çocuğa hiç aldırmadan, ciddiyetle, sevecenlikle, kendinden geçmiş, uzun uzun bakıyor, sonra fırçasını daldırıp, ucunu yeşil ya da pembe yumuşak bir sıvı ile buluyordu. Mrs. Ramsay, Mr. Paunceforte, üç yıl önce buraya geldiğinden beri tüm resimler hep böyle birbirinin eşi diyordu, yeşil ve gri, limon rengi yelkenliler ve kumsalda pembe pembe kadınlar. Ressamın yanından geçerlerken, belli etmeden bir göz atarak, ama, dedi, asıl büyükannemin zamanında çok zorluklar içinde çalışmışlar; önce kullanacakları renkleri karıştırırlarmış, sonra ezerlermiş, ondan sonra da,
kurumaması için üzerine ıslak bezler örterlermiş. Mr. Tansley, anlaşılan adamın yaptığı resmin pek iyi bir şey olmadığını anlatmak istiyor bana, diye düşündü. İnsan böyle mi derdi? Acaba bunu mu demek istemişti? Boyalar dayanıklı değilmiş. İnsan böyle mi derdi? Bunu mu demek istemişti acaba? Mrs. Ramsay’in çantasını taşımak isteği içinde uyandığı anda bahçede başlayıp tüm yol boyunca büyüyerek, kasabaya girdikten sonra kendisiyle ilgili her şeyi anlatmak için çırpındığı sırada büsbütün artan o olağanüstü heyecanın etkisiyle şimdi artık kendini ve o zamana kadar ne öğrendiyse hepsini her zamankinden biraz başka, biraz sakat görüyordu. Çok tuhaf bir duyguydu bu. Girdikleri küçük biçimsiz evin alt kat odasında, hasta kadını yoklamak için bir dakika yukarı çıkan Mrs. Ramsay’i bekliyordu. İşte üst katta çabuk çabuk yürüyordu; önce neşeli sonra yavaşlayan sesini duydu; hasırlara, çay kutularına, cam abajurlara göz gezdirdi; sabırsızlanıyordu; bu kez çantasını taşımaya karar vermişti. Dört gözle eve dönecekleri zamanı bekliyordu; odadan çıktığını, bir kapının kapandığını duydu; pencereleri açık, kapıları kapalı tutmalısınız diyordu, bir şey isterlerse (herhalde bir çocukla konuşuyordu) eve gelmelerini söylüyordu; sonra birden içeri girdi, bir an sessizce durdu (sanki deminden beri yukarda zoraki davranmış da şimdi bir an için kendini bırakıvermişti); mavi dizbağı nişanı kuşanmış Kraliçe Viktorya’nın resmi önünde bir an hareketsiz kaldı. Ve birdenbire Tansley ayrımına vardı; nedeni işte buydu, buydu: — Mrs. Ramsay gördüğü insanların en güzeliydi. Gözlerinde yıldızlar, saçlarında tüller, siklamenler ve yabani güllerle — ne saçma sapan şeyler düşünüyordu böyle? Mrs. Ramsay en aşağı ellisinde vardı; sekiz çocuk annesiydi. Çiçek tarlaları arasından geçerek kopup kırılan goncaları toplamış, düşüp kalan kuzuları kucağına almıştı; gözlerinde yıldızlar ve saçlarında rüzgârla — Tansley onun çantasını aldı. Mrs. Ramsay, «Hoşçakal Elsie,» dedi. Yokuşu çıkmaya başladılar. Mrs. Ramsay şemsiyesini dimdik tutmuş, hemen köşede biriyle buluşacakmış gibi hazırlıklı bir tavırla yürüyor, Charles Tansley de tüm yaşamında ilk kez olağanüstü bir gurur duyuyordu; lâğım kazan bir adam işini gücünü bırakıp Mrs. Ramsay’e baktı; kolunu indirdi ve Mrs. Ramsay’e baktı; Charles Tansley olağanüstü bir gurur duydu; rüzgârı, siklamenleri, menekşeleri yüzünde, gözünde duydu; öyle ya yaşamında ilk kez güzel bir kadınla yanyana yürüyordu. Onun çantasını taşıyordu.
2
Pencerenin yanında duruyordu, sesi yine sevimsizdi, ama Mrs. Ramsay’in hatırı için bir parça olsun tatlılaşmaya çalışarak, «Fener’e gidemeyeceksin ha, James,» dedi. Mrs. Ramsay, pis küçük adam, diye düşündü, ne diye durup durup bunu söylüyor sanki.
3
Oğlunun başını okşayarak sevecenlikle, «Kimbilir belki de sabahleyin güneşin ışıkları, kuşların cıvıltıları ile uyanırsın,» dedi. Belliydi kocası, o iğneleyici konuşma biçimiyle, yarın hava kötü olacak diye, çocuğunun neşesini kaçırmıştı; James’in bu fener yolculuğunu nasıl heyecanla ve sabırsızlıkla beklediğini biliyordu. Sanki kocasının söylendiği yetmiyormuş gibi, şu küçük pis adam da durup durup bu konuyu tazelemişti. Oğlunun saçlarını okşayarak, «Kimbilir belki de yarın hava iyi olur,» dedi. Mrs. Ramsay’in şimdilik, buzdolabına hayran olmaktan, Ordu Pazarları’nın resimli katalogunun sayfalarını karıştırıp, sayısız dişleri ve saplarıyla kesilip çıkarılması pek çok dikkat ve özen isteyen bir tırmık veya çimen kesme makinesi resmi bulmaktan başka elinden bir şey gelmiyordu. Tüm bu gençler de kocası ne derse onu yineliyorlardı; o, yağmur yağacak dedi mi, onlar kesinlikle, bir kasırga kopacak diyorlardı. İstediği resimleri bulmak için elindeki katalogun sayfasını çevirirken birden duraladı. O zamana dek (pencerenin önünde oturduğu yerden) ne konuştuklarını duymasa da, pipolarını ağızlarına sokup çıkardıkça arasıra kesilen gürültüden, erkeklerin neşeli neşeli konuştuklarının ayrımındaydı. Yarım saattir süren bu ses, kriket sopalarının gürültüsüne, bahçede kriket oynayan çocukların zaman zaman, «Bu gelen nasıl? Bu gelen nasıl?» diyen bağırışlarına karışıyor, hepsi birden onu sarıp avutan bir uyum içinde sürüp gidiyordu. Ama şimdi kesilivermişti. Kıyıya çarparak parçalanan dalgaların tekdüze sesleri, çok zaman düşüncelerine ayak uydurarak içini rahatlatan,
çocuklarıyla olduğu zamanlarda sanki doğanın mırıldandığı eski bir ninninin, «Seni koruyan benim — senin desteğin benim» sözcüklerini mırıldanıyormuş duygusunu veren, ama bazen de ansızın, umulmadık bir anda, özellikle düşünceleri elindeki işinden biraz ayrılacak olsa böyle güzel şeyler fısıldamayıp, korkunç davul uğultuları halinde yankılanarak yaşamın akışına acımasızca tempo tutan, ada yıkılıp göçerek denizin içinde kaybolup gidecekmiş gibi insanı kötü düşüncelere salan, günü işten işe seğirtmekle geçip gitmiş olan Mrs. Ramsey’e her şeyin bir gökkuşağı gibi geçici olduğunu anımsatan bu ses —öteki seslerin bu ana dek bastırıp gizlediği ses — o anda birden gök gürültüsü gibi kulaklarında uğuldadı. Mrs. Ramsay korkuyla başını kaldırdı. Konuşma kesilmişti; ondan olacaktı. Bir anda tüm bedenini kavrayan o gerginlikten kurtularak onun tam tersi bir duyguya, sanki az önce boşa harcadığı o heyecanı karşılamak içinmiş gibi sakin, neşeli hatta biraz da muziplik karışık bir duyguya kapıldı; herhalde, dedi, zavallı Charles Tansley kurban edildi. Bu da umurunda bile değildi. Eğer kocasına kurban gerekiyorsa (hem gerekiyordu da) Mrs. Ramsay, oğlunu o kadar üzen Charles Tansley’i seve seve feda ederdi. Bir dakika daha başı dimdik, olduğu gibi kalarak kulak kabarttı. Sanki her zaman duymaya alışık olduğu bir ses, düzenli, mekanik bir ses bekliyordu; işte kocası taraçada bir aşağı, bir yukarı gezinmeye başlamıştı; kulağına bahçeden yarı söz, yarı şarkı, ritmik bir mırıldanma geldi, bu hem bir ezgiye benziyordu, hem de homurdanma gibi bir şeydi; her şeyin yolunda gittiğine güven getirdi, yeniden rahatladı, dizlerinin üstündeki kitaba eğilerek altı ağızlı bir çakı resmi buldu; James’in bunu kesebilmesi için çok özen göstermesi gerekiyordu. Sonra birden, bir uyurgezerin yarı uyanınca kopardığı feryat gibi tiz bir ses Top gülle yağmurunda diye öyle bir yükseldi ki Mrs. Ramsay acaba duyan oldu mu telaşıyla çevresine bakındı. Neyse Lilly Briscoe’dan başka duyan olmamıştı. Bunun da önemi yoktu. Ama çayırın kıyısında durmuş resim yapan genç kızı görür görmez hemen aklına geldi: Lily’nin resmi için başını elinden geldiğince aynı durumda tutmaya söz vermişti. Lily’nin resmi! Mrs. Ramsay gülümsedi. Çinli gibi küçük gözleri, o buruşuk yüzü ile kızcağız belki de hiç evlenmeyecekti; insan onun ressamlığını da pek önemsemiyordu; ama
bildiğinden şaşmayan bir kızdı. Mrs. Ramsay de işte onu bunun için seviyordu; sözünü anımsayarak başını eğdi.
4
Elini kolunu sallayarak, «Korkmadan ilerledik,» diye gürleyerek öyle bir gelişi vardı ki az kalsın Lily’nin sehpasını devirecekti. Neyse ki hemen çark edip başka yöne doğru ilerledi, kimbilir belki de Balaclava sırtlarında şan ve şerefle ölmeye gidiyordu. Hem bu denli gülünç, hem de insanı bu denli şaşırtıp korkutan biri daha görülmemişti. Ama böyle elini kolunu savurup, haykırdığı sürece Lily için tehlike yok demekti; çünkü durup da yaptığı resme bakmazdı. Bakılmasına da Lily Briscoe dayanamazdı. Bir kümeye, bir çizgiye, bir renge, pencerede James’le oturan Mrs. Ramsay’e baktığı zamanlarda bile haberi olmadan biri yaklaşır da resmini görüverir korkusuyla hep çevreyi kollardı Lily. Tam, tüm duyuları ayakta karşıki duvarın ve sarmaşık çiçeklerinin rengi gözlerinde tutuşuncaya dek gergin bir dikkatle bakarken, evden birinin çıkarak kendine doğru geldiğini duyumsadı, her nasılsa, ayak seslerinden gelenin William Bankes olduğunu anladı; gerçi eli titredi ama, Mr. Tansley, Paul Rayley, Minta Doyle ya da kim olursa olsun birini gördüğü zaman yaptığı gibi resmini hemen çevirip ters yüzüne çimene kapatmadı; olduğu gibi bıraktı. William Bankes gelip yanında durdu. İkisi de köyde birer oda tutmuştu; gelip giderken, geç vakit kapı eşiklerinde birbirlerinden ayrılırken çorbadan, çocuklardan, şundan bundan söz ede ede ahbap olmuşlardı; şimdi gelip bir yargıç tavrıyla yanında durunca (hemen hemen babası yaşındaydı, bitkilerle uğraşırdı, duldu, sabun kokardı, çok titiz ve temizdi) Lily hiç istifini bozmadı. Bankes de hiç kımıldamadan yanında duruyordu. Dikkat etti kızın ne kusursuz ayakları vardı. Parmaklarını hiç sıkmadığı belliydi. Onunla aynı evde pansiyoner olduğu için ne düzenli bir yaşantısı olduğu da gözünden kaçmamıştı: Kahvaltıdan önce kalkar, sehpasını kapıp resim yapmak için başını alır giderdi, hem de galiba yalnız başına; anlaşılan varlıklı değildi, onda Miss Doyle’ın tazeliği ve çekiciliği de yoktu; ama yine de, ona kalırsa, Lily aklıyla, anlayışıyla o genç hanımdan kat kat üstündü. Örneğin şimdi Mr. Ramsey haykırıp elini kolunu sallayarak üzerlerine gelirken, kesinlikle. Miss Briscoe anlamıştı. Biri pot kırmıştı.
Mr. Ramsay onlara dik dik bakıyordu. Sanki görmüyormuş gibi bakıyordu. Bu bakışlar karşısında, nedenini anlamadılar ama, bir rahatsızlık duydular. Sanki görmemeleri gereken bir şeyi görmüşlerdi. Bir başkasının özel yaşamına girmişlerdi. Lily’ye öyle geldi ki Mr. Bankes’in hemen havanın serinliğinden söz edip şöyle bir dolaşmalarını önermesi, oradan ayrılmak, Mr. Ramsay’i duyamayacak kadar uzaklaşmak için uydurulmuş bir şeydi. Lily, evet, iyi olur, dedi. Ama gözlerini yaptığı resimden güçlükle ayırabildi. Sarmaşık çiçekleri mosmordu; duvar da bembeyaz. Mr. Paunceforte’un gelişinden beri her şeyi soluk, ince ve yarı saydam görmek her ne kadar moda olmuşsa da, Lily doğadaki renklerle oynamayı doğru bulmuyordu; mademki onları öyle mosmor ve bembeyaz görüyordu, değiştirmeye ne hakkı vardı. Sonra rengin altında bir de biçim vardı. Bakarken her şeyi öyle açık, öyle kesin görüyordu ki; ama fırçasını eline alır almaz, birden, her şey değişiyordu. İşte tam görünümden gözünü ayırıp çizmeye başlayacağı o anda tüm şeytanlar başına toplanır, Lily ağlayacak gibi olurdu; kafasında kurmakla işe başlayış arasındaki bu geçit bir çocuğun karanlık bir yoldan geçişi kadar korkunçlaşırdı. Çok zaman böyle olurdu. Cesaretini yitirmemek için çok savaşması gerekirdi; «Ama işte böyle görünüyor, tıpkı böyle,» diye söylenir, bin bir gücün ondan koparıp almak için uğraştığı gördüğü o şeyin, hiç olmazsa, bir parçasını kurtarmaya çalışırdı. İşte o soğuk ve rüzgârlı günde resim yapmaya başlayınca daha başka düşünceler, kendi yetersizliği, kendi hiçliği, Bröton Cadde’si’nin bir sokağındaki evde babasını geçindirmek kaygısı gelip kafasına yerleşmiş, Mrs. Ramsay’in dizlerine kapanmaktan (çok şükür şimdiye dek bu isteğe karşı koyabilmişti) kendini güç alıkoymuştu — hem ona ne söyleyebilirdi ki? «Seni çok seviyorum» mu derdi? Ama öyle değildi ki. Elini çitin, evin ve çocukların üzerinde dolaştırarak, «Tüm bunların hepsini çok seviyorum» mu diyecekti? İşte bu çok saçma idi, olacak şey değildi. İnsan demek istediğini söyleyemiyordu. Böyle düşünerek fırçalarını özenle yanyana kutusuna yerleştirdi ve Mr. Bankes’e dönerek: «Hava hemen soğuyuveriyor. Güneş ortalığı hiç ısıtmıyor gibi,» dedi; çevresine bakarak söylemişti, çünkü ortalık henüz aydınlıktı; çimen hâlâ yumuşak koyu yeşilini koruyor, ev mor çiçekli yeşil sarmaşıklar içinde parıldıyor, engin maviliklerden kargaların soğuk çığlıkları geliyordu. Ama bir şey kıpırdadı, parladı, boşlukta gümüş bir kanat çırptı. Ne de olsa artık eylüldü, hem de eylülün ortası, vakit de akşamüstü altıyı geçiyordu. Her
zamanki gibi yoldan aşağı doğru yürümeye başladılar, tenis sahasını geçtiler, sık çitte kor halindeki kömürler gibi kıpkızıl demir çubuklarla korunan o aralığa gelip durdular, bu kızıllık arasından körfezin mavi suları her zamankinden daha mavi görünüyordu.
Sevgili nick,
Öyle bir iç geçirdin ki onu görünce böyle güzel kızlar bana bakmaz dedin.Daisy çalıştığı okuldan çıkıyordu,elinde öğrencilerinin verdiği kırmızı güller vardı.Hafif bir gülümseme ile öğrencilerine veda edip yavaş yavaş otobüse yaklaştı.Merdivenlerden çıkmak için eliyle eteğini hafifçe yukarı kaldırdı.İlk buluşmanızda bu hareketi yaptığında ne kadar etkilemişti seni!
Otobüsün koridorunda ilerlerken gözlerini ondan ayıramadın,tam önündeki koltuğa oturdu.Öğrencilik günlerinde tam bir sıra önünde oturan Gwen’i hatırladın birden,hafifçe öne eğilerek Özür dilerim,size bir şey sormak istiyorum dedin ve bu şekilde iki aylık ilişkiniz başlamıştı.İlk gününüz kampüste kuş cıvıltıları duyduğunuz sakin bir yerde birlikte sohbet edip çay içerek geçti.Gözlerini ondan ayıramamıştın,şiir konuştunuz ve şairleri
Ümit yaşar’ı,CahitSıtkı’yı
Her günün bu kadar tatlı bır heyecanla geçeceğini düşünmüştün.İkinci buluşmanızda yine kampüste oturdunuz,edebıyat fakultesının önundeki banklarda soguk kasım akşamında Daisy üşüdüğünü söyleyınce ona sıkı sıkı sarıldın ve Tanrı’dan bunu yapmanız ıcın emir almış gibi buyuk bır hızla dudaklarınız bırbırıne yaklaştı,senin amacın onun burnunun ucuna masum bır öpücük kondurmaktı ancak yaklaşan dudaklarının cazıbesıne kapıldın.Tesadüf denır mı bılmem ama o bankta yıllar once Nathalie ile oturmuştun bunu Daisy ile paylaştın ve o ilişkinizi biterecek olan kişinin ismini ilk kez duymuş oldu.
"Eski aşklarımız hiç gitmemiş gibi yine aramızdalar ,Nick dedi.Ailesi ile tanıştın gunler sonra babası sızın kulturunuze göre bır toprak ağasıydı.Yıllar önce kız kardesın de zengın bır toprak ağası ıle evlenmıştı.O günleri anımsadın bırden fakır ailenızi ziyaret eden zengın misafirlernizi,yaz tatilinde ziyaret ettiğiniz sahildeki iiki katlı villayı ve sonra hayaller kurdun sen de kız kardesın gıbı yazlık evde yaşayacak ve pahalı arabalara bınecektın ama içinde bu mutluluğun biteceğine dair bir his vardı,Daisy senın kaderın değildi.
YORUMLAR
Virginia Woolf, paltosunun cebine taşlar doldurup evinin yanındaki ırmağa girdiğinde 59 yaşındaydı. Hayatı boyunca faklı farklı dönemlerde akıl hastalığıyla boğuşan Woolf, bu döngüyü daha fazla sürdüremeyeceğini hissetmişti. İntiharından önce kocası Leonard Woolf’a yazdığı veda mektubunda bunu açıkça ortaya koyuyor.
Woolf geriye dokuz roman, öykü derlemeleri ve birçok deneme bıraktı.
Günün Yazısı, bu değerli yazarın 'Virginia'nın Mektupları' adlı eserinden alıntılarla harmanlanmış güzel bir bilgilendirme çalışması...
Okunmaya değer yazara ve eserine dikkat çekerek güne taşıyan yazınızı kutlarım... Saygılarımla...