1
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
895
Okunma

Mizbah bey vardı, emekli oldu, kendine hiç bakmıyordu, diş etleri çekilmiş, müdürle konuşurken sürekli eli ağzındaydı. Masasında öksürüp duruyordu. Dairenin müdürü değişti diye hayatı altüst olmuştu. Yenisinin gözüne girmek için kendini paralıyordu. Yaş itibariyle dairenin en yaşlısıydı. Müdürden azar işitiyordu. Önünü iliklemiş kapıda beklerken görürdün. Mizbah bey amirlerinden bir övgü duyunca bunları kendi hesabına büyüterek kahvedeki arkadaşlarına anlatıp duruyordu. Eve iş getiriyor diye rahatsız oluyordu eşi, konu komşuya dert yanıyordu. Mizbah bey karısına diredeki konumunu anlatamıyordu. “Ben olmasam işler yürümez” diyordu. Her akşam okey masasında karıyı boşayacağına yemin ediyordu. Akşam emekli memurların oturduğu lokale gider, arkadaşları ile okey oynuyordu. Lokalde, “Müdür bey beni çok seviyor” deyip övünüyordu.
Cuma namazı için merkez camisini tercih ediyor, kaymakamın elini sıkma fırsatı yakalamak için önceden çıkıp eşikte bekliyordu. Bir keresinde övünerek “Ne demek biliyor musun, koca kaymakam bey beni odasına çağırdı” diyordu. Mizbah bey sabah erken kalkıp tiftiklenmiş kıravatını bağlıyor, evden koşar adım ayrılıyordu. Eşi telefon açıyor peşinden, “Herif!” diyor “çocuk ödevlerini yapmıyor, toplantıda öğretmeni çok kızdı” diyordu. Akşam alacağı öteberiyi mesaj ile atıyordu. Mizbah Bey sefer tası ile getirdiği soğuk patates yemeğini öğle arası çay ocağında yiyordu.
Geçen sokakta Mizbah Beyi gördüm. Ayaküstü biraz lafladık, bir ara oturalım söhbet ederiz dedim. Baktım ön dişlerinden biri düşmüş, yeri siyah duruyor, çok üzüldüm ama morali bozulmasın diye şakaya vurdum, sana mesaj gelmiş, artık namaza başalamalısın dedim. Biraz güldük. “Gel çayımı iç” dedi. İstanbul pasajdaki lokanli tarif etti. İkinci katta emekli memurların takıldığı bir local vardı. “Ne zaman gelirsen ordayım” dedi.
Dün akşam pasajdan geçiyordum başımı kaldırdım. Yukarda Mizbah Beyin takıldığı lokalin pencerelerini gördüm, ölgün ışıkların aydınlattığı locale gireyim dedim. Binanın kapısı ekmek fırını ile tavuk dönerci arasındaydı. Kapının yanına küçük bir tabelada emekli memurlar lokali diye yazılmıştı. Binanın girişi oldukça basıktı, başımı eğerek yürüdüm. Işıkları bozuktu, telefonun lambasını yaktım. Gece sarhoşların tuvaletini yaptığı sidik kokusundan belliydi. Korkuluklara bir kaç eski bisiklet bağlanmıştı. Yerde bir karış buz vardı. Yukarıda sayaç donmuş, açmak için ateş yakmışlardı. Duvarlar simsiyah islenmişti. Basamaklada akan sular donmuş, merdivenler kaybolmuştu. Bu seferde eritmek için sobanın kullerini dökmüşlerdi. Merdivenlerde kayıp düşen insanların çamurlu el izleri duvarlarda duruyordu. Biraz yukarıya tırmandım, geri geri kayıp geldim. Yukarıda okey masalarında ıskarta sesleri geliyordu. Arabesk müziği eşliğinde oyun oynuyorlardı. Bir iki deneme daha yaptım, baktım olacak gibi değil korkuluklara tutunarak geri indim. O gece rüyamda çamurlu bir bacadan çıkmaya çalışıyordum.
Mustafa Alagöz