BAZEN İKİ KERE ÖLÜNÜR
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kaldırımlara değen topukları gecenin sessizliğine başkaldırıyordu. Bulunduğu izbe sokak arasından bir an önce çıkmak istiyordu. Daha birkaç ay önce iki sokak öte de arkadaşını bıçaklamıştı sevgilisi. Artık geceleri korkarak sokağa çıkıyordu. Her gece bu ara sokakları geçmek zorunda olmaktan nefret ediyordu. O başarılı bir ressam olacaktı…
Nefes nefese ana caddeye ulaştı sonunda. Kaldırımın kenarındaki tinerciler her zaman ki sotelerine çekilmişlerdi. Torbacı Arif karşı caddedeki kafede tezgâhı açmıştı. Beden pazarı sokak boyunca kurulmuştu. Bir dükkânın önünden geçerken durdu. Camdaki aksini inceledi. Daracık mini eteği, göğüslerini çok güzel gösteren dekolteli askılı bluzu, abartılı makyajı ile tam da buraya ait bir orospuya bakıyordu. Yıllar önce gömdüğü hayallerinin yası sadece gözlerinden okunuyordu. Ama kimse, hiç kimse görmüyordu. O başarılı bir ressam olacaktı…
Ağzındaki sakızı patlata patlata çiğnerken elindeki küçük el çantasını sallıyordu. Bir saattir tek bir müşteri bile onun yanında durmamıştı. Bu gece biraz para kazanamazsa işler oldukça zorlaşacaktı. Ev kirası yakındı ve dolapta artık yiyecek pek bir şey kalmamıştı. ‘’Ulan orospuluğu bile beceremiyorum’’ dedi yüksek sesle. Uzun zamandır bu işi yapmaya mecbur kalmıştı. Ama bir türlü üzerindeki tutukluğu atamıyor, müşterilerini kızdırıyordu. Ondan beklediğini alamayan bazıları öfkelenip dövmüşler, araçlarından kum çuvalı gibi yolun ortasına atıp gitmişlerdi. İnsanların en fazla ne kadar kötü olabileceklerini en iyi o bilirdi. Bu iğrenç kıyafetlerin içinde, bu sokakta ne işi vardı? O başarılı bir ressam olacaktı…
Yıllar önce oturduğu varoş semtin yetenekli çocuğu idi. Okul çıkışlarında ayakkabı boyayarak kazandığı para ile sprey boyalar almıştı. Sokakta duvarları boyayan o ressam abi gibi gördüğü bütün boş alanlara hayallerini çiziyordu. Muhteşem resimler değillerdi belki ama onun yaşında bir çocuk için çok başarılı resimlerdi. Bir gün yine duvar boyarken yanına bir araba yanaştı. Her şey ‘’sana resim yapmayı öğretmemi ister misin?’’ cümlesi ile başladı. Babasından her gün okul çıkışı onu atölyesine götürmek için izin almıştı bu iyi adam. Ücretsiz olarak resim kursu verdiği yetmiyormuş gibi kullandığı tüm malzemeleri de ressamın kendisi karışılıyordu. Evi ve atölyesi aynı bahçe içinde idi. Çok para kazandığını belli eden bir mal varlığı ve yaşantısı vardı. Arada sırada atölyeye gelen ilginç giyimli ve tuhaf konuşan arkadaşları ile onu sanki önemli biriymiş gibi tanıştırıyordu. Henüz on iki yaşında bir çocuk olmasına rağmen herkes onunla bir yetişkinmiş gibi konuşuyordu. Kendi ailesinden bile görmediği ilgiyi ve sıcaklığı bu garip insanlardan görüyordu.
Babası bazen bu işin çok uzadığını, ayakkabı boyarken hiç olmazsa üç beş kuruş getirdiğini söyleyip duruyordu. Yaptığı bir tabloyu ressamın bir arkadaşına satmıştı. Kendi eserinden para kazanıp babasına götürünce artık ailesi onun ressamla vakit geçirmesine hiçbir şey demiyorlardı. Herkes olan bitenden çok memnundu. Sanki bir rüyada yaşıyor gibiydi. Orada kaldığı süre boyunca hayalleri çığ gibi büyüdü. Artık kendisini önemsiz bir gölge gibi değil önünde güzel yarınları olan yetenekli genç bir insan gibi hissediyordu. ’’insan’’ gibi …! Artık biliyordu başarılı bir ressam olacaktı.
Üç ayın sonunda ressam ile artık iyice samimi olmuşlardı. Koca adam ona abi demesini istememişti. İlk isteklerinden biri de bu idi, ressama her zaman ismi ile hitap ediyordu. Alıştığı kültür gereği başta bu ona biraz tuhaf gelmişti ama orada gördüğü her tuhaflık gibi buna da zamanla alışmıştı. Mesela atölyeye gelen arkadaşlarının onunla sürekli dokunarak konuşmalarına, konuşurken bol küfürlü olmasına rağmen anormal kibar bir dil kullanmalarına, kadınla erkek arası acayip giyim tarzlarına, gündüz vakti bile içki içmelerine alışmıştı.
Yine okul çıkışından onu arabasıyla alan ressam ona yeni bir sürprizi olduğunu söylemişti. Çok heyecanlanmıştı. Önce birlikte yemeğe çıkmalarını ve orada bu sürprizi konuşmalarını rica etti. Onu hem yemeğe götürüyordu hem de bunun için ricacı oluyordu. Bu ressam gerçekten bir melekti. İyi bir insan denilince ilk aklına gelen tek kişi bu adamdı. Her şeyden önce ona hayallerini hediye etmişti. En sevdiği şeyi, resim yapmayı kitabına uygun bir şekilde öğretmişti. Dünya üzerinde bir Tanrı olsa kesinlikle o, bu ressam olurdu.
Yemekte kendisinin bir resmini yapmak istediğini söyledi ressam. Yüzü ve bedeni bu iş için çok uygunmuş. Çok yakışıklı bir genç olduğunu, vücut hatlarının mükemmel olduğunu, bunun mutlaka resmedilmesi gerektiğini söylemişti. ‘’istersen babanla da konuşabilirim. Ama ben bunu kendi aramızda çözeriz diye düşünüyorum. Sen artık kendi kararlarını verebilecek yaştasın’’ demişti. Onunla böyle bir yetişkinmiş konuşmasına bayılıyordu. Kendini gerçekten büyük ve değerli bir kişi gibi hissediyordu. Sonuçta abisi gibi sevdiği, ona türlü iyilikler yapmış olan ressam sadece resmini yapmak istiyordu. Bunu babasına söylemeye neden gerek olsundu.
Atölyede yeni bir sürpriz daha olmuştu. Ressam, tıpkı kendilerinin giydiği gibi ilginç, tuhaf, havalı ve pahalı kıyafetlerden ona da almıştı. Beden ölçülerini tam olarak tutturmasına çok şaşırmıştı. Bunları kabul etmek istemese de aşırı ısrara dayanamayıp giymişti. Ressamın karşında geçirdiği saatler sonunda resim şekillenmiş ve gerçekten tıpkı kendisine benzemişti. Çok mutlu olmuştu. Resim bittiğinde ressam o tabloyu kendisine hediye edebileceğini ama bir şartı olduğunu söylemişti. Eğer kendisine çıplak poz verirse ilk tablo onun olacaktı. Daha önce atölyede para karşılığında çıplak poz veren insanları görmüştü. Buna nü resim dendiğini de öğrenmişti. Bu nedenle teklif onu pek şaşırtmamıştı.
İkinci tablo oluşurken ressamın hareketleri ve ilgisi iyice değişmişti. Sürekli bir bahane ile onun bedenine dokunuyordu. Bakışları çok arzulu oluyordu. İşin tuhafı ressamın kendisine böyle tarifi zor dokunuşları onunda hoşuna gitmeye başlamıştı. Ressam ona ‘’ içindeki dişiyi ilk gün o duvara çizerken gördüm ben. Hadi kendini serbest bırak. Ne olması gerekiyorsa olsun. Ben sana aşığım’’ dedikten sonra her şey değişmeye başlamıştı. İlk gün olan bitene çok tepki göstermişti. Midesi bulanmıştı ve kusmuştu. Hemen üzerini giyinip oradan kaçmıştı. Bir hafta onunla gitmeyi reddetmişti. Akşam yatağa yattığında onun tenine dokunduğu anlarda hissettiği heyecanı düşünüyordu ve ressamı çok özlüyordu. Hiç bıkmadan her gün okul çıkışına gelmeye devam etmesini düşününce yüzüne bir gülümseme yayılıyordu. Ailesi neler olup bittiğini hiç fark etmemişti. Zaten dokuz kardeşin arasında onu kimse görmüyordu. Eğer eve para getirirse sadece o gün biraz sevgi ve ilgi görüyordu. Bunun dışında kaldığı yerden gölge olarak yaşamaya devam ediyordu. Ressamın onun gözlerinin içine bakarak konuşmasını, söylediği her şeyi dinlemesini, ona değer vermesini ve en çok da dokunuşlarını özlemişti. Sıcacıktı… Ressamın ona âşık olduğundan bir haftanın sonunda emin olmuştu. Ama kendi hislerini inkâr etmeye devam ediyordu. Böyle bir şeyin olması imkânsızdı. Erkek adam gider bir kız bulur sevişirdi. İki erkeğin sevgili olmasını düşününce artık midesinin bulanmamasına şaşırıyordu. Ressamı düşününce heyecan duymasına çok ama çok şaşırıyordu.
Yatağına uzanmış yine bunları düşünürken kapı çalındı. Onu kimsenin arayıp sormayacağını bildiği için oralı olmamıştı. Az sonra annesi ona seslenip kapıya gelmesini söyleyince içini garip bir heyecan kaplamıştı. İçten içe kapıda onu bekleyenin ressam olmasını dilediğine hayret etmişti. Evet, kapıdaki ressamdı ve onu arabasına davet etti. Annesinden izin alarak yakındaki bir kafeye gittiklerinde ona elindeki poşeti uzattı. Poşetin içinden çıkan kitabı eline alıp biraz karıştırıp ressamın önüne bıraktı. Ressam yeniden kitabı ona uzatıp ilk sayfayı açtı. Ressamın kendi el yazısı ile ‘’ Bu kitaptaki çırağın tarihte ikincisi neden sen olmuyorsun? Bize bir şans ver. Seni seviyorum.’’ Yazıyordu. Yazıyı okuyup başını kaldırdığında ressam ona’’ Mona Lisa’ya hiç dikkat ettin mi? Yani gerçekten dikkat ettin mi? O bir kadından çok bizden birine benziyor. Bu kitap sana yol gösterecek. Sana boş hayalleri değil gerçeğin zorlu yollarını tarif edecek. Da Vinci bile zorluk yaşamadan tarihe geçemedi küçük sevgilim. Senin şansın sen o başarı merdivenlerini çıkarken yanında ben olacağım’’ demişti. Kitabın ismi bile çılgınca idi ‘’Aklın uçuşları’’ …
O gün ressamla yeni hayatına başlarken yeni kimliğine de uyum göstermeye çalışıyordu. Önceleri sadece dokunuşların ve öpüşlerin olduğu ilişkide ilk birlikte olduklarında ressamın tecrübesi ile çok keyif almıştı. Çok canının yanacağının sanmasına rağmen ressamın ona gösterdiği azami şefkat ile mutlu bir ilk yaşamıştı. Yaşanan mutlu anların ardından ressam ona ’’Kitabı hatırla, çocukluk ve çıraklık geçiyor. Şimdi özgürlük sayfalarını yazıyorsun. Sana bir atölye kuracağım. ‘’demişti.
Ressam başka her şeyi bir kenara bırakıp sürekli onun resimlerini çiziyordu. Gelen arkadaşlarından aralarındaki ilişkiyi hiç gizlemiyordu. Diğerleri de bunu hiç garipsemiyordu. Hem aralarındaki uçurum derecesindeki yaş farkı hem de iki erkeğin arasındaki sevgili ilişkisi oldukça kabul edilemez olmasına rağmen ressamın çevresi bunu oldukça sıradan karşılamıştı. Zaten bu sonucu biliyorlarmış gibi hiç şaşırmamışlardı. Zaman akıp gidiyordu ama ressam bırak söz verdiği atölyeyi kurmayı her fırsatta onunla sevişmek için fırsat kolluyordu. Sanki çok az zamanları kalmış gibi büyük bir iştahla sürekli olarak her anın tadını şehvetle çıkarmaya çalışıyordu. Artık ona eskisi gibi resim sanatının sırlarını da öğretmiyordu. Ona zaman içinde geyşası gibi davranmaya başlamıştı.
Birkaç ayın sonunda ressamın ona olan ilgisi hızla azalmıştı. Atölyeye yeni bir çırak almıştı. Daha çok onunla vakit geçiriyordu. Ona hala saygılı davranıyordu ama eskisi gibi önemsemiyordu. Böyle davranmasının onu ne kadar üzdüğünü hiç umursamıyordu. Bir gün yine böyle üzgün bir şekilde ve tabi ki kıskanmış bir âşık olarak yeni çırağı ve ressamı izlerken yanına ressamın o çok güler yüzlü mirasyedi dostu yanaşmıştı. ‘’ seni böyle üzgün görmek benim canımı çok sıkıyor. Biraz hava alalım mı? Hem sana da iyi gelir.’’ Cümlesi ile yeni bir yakınlaşma dönemi başlamıştı. Ressamı kıskandırmak ve ona geri dönmesini sağlamak için mirasyedinin tüm yakınlığına karşılık vermişti. Ama tüm bunlar ressamın hiç umurunda olmamıştı. O yeni oyuncağını bulmuştu. Maymun iştahlı bir avcıdan başka bir şey olmadığını artık görüyordu. Bu neyi değiştirecekti ki?
Ressam onun artık kendi hayatına dönmesi gerektiğini, ona verebileceği yeni bir bilgi kalmadığını söylemişti. Yani özetle kapı önüne koyulmuştu. Mirasyedinin açtığı şefkatli kollarına çaresiz bir şekilde kendini bırakıp geri dönülmez yola artık iyice girmişti. Eski hayatına dönemezdi. Ailesi ondaki değişikleri iyice bariz olduğunda ancak fark etmişlerdi. Babası ve ağabeyi hastanelik edene kadar dövüp evden atmışlardı. Tek çaresi hastanede onu yalnız bırakmayan miras yedi idi. Ona âşık değildi ama sağladığı imkânları seviyordu. Ressama olan aşkı hiç ama hiç azalmıyordu. Ondan nefret etmesi bile aşkını yok edemiyordu.
Mirasyediden sonra hayatına onlarca sevgili girmişti. Ama ressama olan aşkı en masum hali ile hep aynı yerinde duruyordu. Bu gün bu kaldırımda bir fahişe olmasının nedeni o ressam olsa bile onu hep seviyordu. Tüm hayatını alt üst eden ressam ona ;‘’ Sana kim olduğunu gösterdim. Bana kızmaya hakkın yok. Sen zaten günün birinde bu yolu seçecektin’’ demişti. Bundan emin değildi. O zamanlarda bir kızdan henüz hoşlanmamış olabilirdi. Bu asla bir kadını sevmeyeceği, âşık olmayacağı anlamına gelir miydi? O gerçekten bu muydu? Yoksa yaşadıkları onu böyle olmaya mı zorlamıştı. Aslında seçimini kendisi yapmış gibi gösterilse de o gün için ressamın tecrübeli manevraları ile tuzağa çekildiğini çok sonra anlamıştı. Şimdi istese de başka türlü olamıyordu. Bir kadınla birlikte olmak hiç içinden gelmiyordu. Bunu seçecekse bile kendi tercihi ile olmasını isterdi. Şimdi yaşadığı hayatı neden yaşadığını bilmeden sonuçlarına katlanıyordu.
Kaldırıma oturup çantasındaki ruju çıkardı. Kolları ve bacakları olan kocaman bir penis çizdi. Sonra bunun yanına iki koca meme çizerken yanında bir araba durdu. Onun bir müşteri olduğunu düşünüp ayağa kalktı. Sol kolunu arabanın üstüne koyup yeni yaptırdığı dolgun göğüslerini göstererek eğildi. Aracın içine baktığında an durmuştu. Hareketsiz bir şekilde öylece şoför koltuğundaki yaşlanmış, yıpranmış ama onun aşkı olan ressama bakıyordu.
- Beni nasıl buldun?
- Çok zor olmadı küçük sevgilim. Beni bilirsin çevrem geniştir.
- Bunca zaman sonra ne istiyorsun?
- Seni çok özlüyorum. Hadi gel evimize gidelim.
Üzerindeki şaşkınlığı atmak için yeniden kaldırıma oturup bir süre daha öyle kaldı. Başındaki peruğu çıkarıp, gözlerindeki yaşları sildi. Yeniden aracın camından eğilip ‘’ ben kullanacağım’’ dedi. Bir süre yol aldıktan sonra;
- Evin yerini sormayacak mısın?
- Ben yolu biliyorum.
- Neden şimdi diye sormayacak mısın?
- Hayır.
- Çok hızlı gidiyorsun.
- Evet.
- Yapma dur refüje çarpacağız Mehmet.
- Mehmet’i yıllar önce öldürmüştün. Bana lütfen Elif de…
Deniz...
YORUMLAR
Bugün kaç tane yazınızı, kaç şiirinizi okudum sayısını unuttum, o kadar güzel ve anlamlı buldum ki, okudukça kalemize olan hayranlığım arttı, ben hak ettikleri yorumu yapamam zaten, tek kelime ile HARİKA bir kaleminiz var derim ama içten...
Ama bana bir kötülüğünüz dokundu aynı zamanda :))) 3-5 deneme yazım vardı, paylaşacaktım burada ve hatta bugün birini paylaşmak için gelmiştim siteye, sizi okuyunca vazgeçtim, çok basit kaldılar gözümde...
Artık başka bahara :)))
Sizi okumak zevkti, çok kutluyorum yazdıran yüreğinizi, nicelerine...
hoppaaaa.. imanı gevreten bir yazı. beklenmedik, duvarın oluşturduğu o soğuk, buzulu saniyesinde eriten volkan püskülü. panik halinde kaçışıcak hepsi. neyse Queen i dinleyelim.
https://www.youtube.com/watch?v=vZZyXbSOj7Y
emirhan.efe1985 tarafından 6/6/2018 8:10:03 PM zamanında düzenlenmiştir.
Beni Deniz yazılarında en çok cezbeden şey onun yazılarına serpiştirdiği zeka pırıltıları olmuştur.
Dün okuduğum yazının devamının geleceğini tahmin etmiştim. Aslında bunu tahmin etmek çok zor değildi. Çünkü şaşırtmayı seven ve bir kaç öyküyü ustalıkla , sürprizlerle birbirine bağlayan bir kalemsin sen sevgili Deniz.
Yine müthiş bir yazıydı. Sonuna geldiğimde ise aradığımı bulmuş gibiydim.
Ne çok Mehmet ve Elifler var içimizde diye düşündüm. Ne çok ölen Mehmetler, Elifler.
Madde olarak insan ölümü bir defaya mahsustur, peki manevi ölümler ?
Bu anlamda bazen defalarca ölebiliyor insan.
Oldukça başarılı ve akıcı bir anlatımdı.
Sen hep yaz, bizler de senin yazılarında kaybolmaya devam edelim seve seve.
Sevgilerimle