Berrak Yürek
Ucu bucağı görünmeyen uzaklardan gelip yamaçtaki köyün etrafını sardıktan sonra tüm heybetiyle gözden yitinceye kadar devam eden sıradağların köye en yakın uzantısının ortasına yakın bir yerde peşpeşe yükselen irili ufaklı kayaların oluşturduğu yükseltilerle denizin ortasında kalmış bir ada görüntüsü vardı. Kayalıkta gün doğumuyla birlikte taşların ve otların üzerindeki ıslaklık içinde bir araya gelip damlacık halini su tanecikleri güneşten gelen ışıkları yansıtarak yüzlerce ışığın birden yanıyormuş gibi bir görüntü vermesini sağlıyor küçük küçük ama parlak bir ışık gösterisi oluşturuyordu. Kayalığın etrafının ağaçsız oluşu
ışık taneciklerinin yansımaları kayalıklara kadar varıyor görsel şöleni daha da belirginleşiririyordu. Işık dansının olduğu kayaların arasından doğan ve ormanlık alana kadar devam eden kayalık arasında zik zaklar çizerek ormanın derinliklerine doğru akan suyun sesinden başka ses yoktu. Tüm doğa sessizliğe kesmiş akan suyun sesini dinliyor gibiydi. Günün ışımasıyla birlikte şakıyıp duran kuşlar, otlarken meleyen koyunlar, koşarken ayaklarının altından gelen çakıl sesleriyle varlıklarını hatırlatan yabani dağ ceylanları kısacası ne kuş sesleri ne koyun melemesi ne de yakınlarda olduklarını belli edecek ceylanların ayak sesleri hiçbiri yoktu sanki tüm canlılar anlaşmış suyun sesine kulak kesilmişti. Her şeyin sustuğu sadece suyun sesinin olduğu kayalıkta bu sessizliğe eşlik eden başka bir şey vardı ki esas garip olanı buydu. Suyun sesine akıntısına inat kaynaktan biraz aşağıda kayalar arasında akmadan sessizliğe gömülmüş durgun, akıntısı belli olmayan saklı küçücük bir gölet vardı bu gölet onu vareden kaynaktan gelip ormana devam eden suyun sesine sessizlikle eşlik ediyordu. Hiçbir elin değmediği ama sanki tasarlanmış ve yapılmış gibi insanı kendine çeken ve rahat etmesi için ne gerekiyorsa sunan bir doğa parçası olarak orada varlığını sürdürüyordu sessiz duru ve berrak. Her sabah yürüyüş yaparken mutlaka oraya da uğrar berrak suyundan az da olsa içer biraz dinlenir yürüyüşüme öyle devam ederdim. Ne zaman başladı hatırlamıyorum ama ne zaman orada olsam o da göletin başına gelir orada göletin kenarında oturup uzunca bir zaman suya yansıyan siluetine bakar bir süre oyalanır sonra da elindeki uzun çubuğu sallaya sallaya ormanın derinliklerinde kaybolurdu. Durgun suyun berraklığı akıntısız, dalgasız oluşu ona bir ayna görevi görüyor yüz hatlarının tamamını görmesini sağlıyordu. Baktığı su muydu suda yansıyan silueti mi her ikisi birden mi ya da görünmeyen başka şeyler mi bilmiyordum. Sudaki yansıması da gerçek yüzü de dağın kendine has oluşturduğu sertlikteydi. Bu sert yüz ifadesinin altında yatan bambaşka biriyle sohbet eder gibi hüzün kokan sesiyle mırıldandır uzun sürmeden sessizliğine gömülürdü. Onu tanımayanlar için yüzündeki sertlik bazen tedirginlik yaratabiliyor zaman zaman oraya gezmeye gelen yabancıların ondan kaçmasına sebebiyet verebiliyordu. Oysa o sertliğin altında yatan yumuşak yüz hatlarının ortaya çıkması küçücük samimi tebessüme bağlıydı ve onu da bilen pek yoktu. Bu durumda şanslı olanlardan biri bendim çünkü onu tanıma fırsatım olmuş o sertliğin altındaki yumuşak ve tebessüm ettikçe aydınlanan yumuşayan yüzünü görebilmiş nasıl ortaya çıktığını keşfetmiştim. Zor da olsa onunla arkadaş olabilmiş ve halen arkadaşlığımız devam ediyordu ki bu arkadaşlık sadece onun istediği zaman ve yerdeydi, yani sınırlı bir arkadaşlıktı bizimkisi. Benim ilgimi çeken yüzündeki sertlik veya tebessüm ettikçe sertliği kaybolan yüz ifadeleri değildi tıpkı o durgun su gibi berrak olan yüreğiydi. Ne bir eksik ne de bir fazlaydı onu tanımlayan çokça kelime olsada sanırım şu anda onu tam olarak tanımlayacak tek kelime buydu berraklık. Doğanın ve insanın birbirini tamamlayan tabloya yansımaları gibi onu orada suyun başında gördüğüm zaman inanılmaz bir hafiflik bir huzur hisseder bu anın hiç bitmesini istemezdim ama nafile bu durum fazla uzun sürmeden bitiyordu. O orada öyle sessiz kendi halindeyken asla bu durumu bozacak bir şey yapmamayı öğrenmiştim. Konuşmak isteği varsa bile onu beklemek zorunda hissediyordum kendimi. Ne zaman onu bu halde görsem bir kitaptan aklımda yer edinen şu cümleleri hatırlıyordum. Bazen bir türkü mırıldanmak istersin düğümlenir sesin, kıvranır boğazın çıkmaz sesin boşunadır çaban çökmüş gecenin karanlığında üşürsün havadan değil üşümen sıkıntıdan yalnızlıktandır ama sen bilmezsin bunu sanırsın hava soğuk ondan üşürüm kat be kat giyinirsin ısınırım diye oysa giyinmekle ısınmaz yalnızlık dost sesi ister dost gülüşü belki de için için ağlamayabilmektlr çaresi başını koyup dostun omzuna kapatabilmektir kendini dış dünyaya kalabilmektir yeni doğmuş bir bebeğin günahsızlığıyla orda o anın kısalığında yaşayabilmektir sonsuzluğu..
Evet aynen böyleydi. Onun hareketlenmesiyle beraber ben de yanına sokulur o gün neler yapacağını sorardım. Sorum hiç değişmezdi aldığım cevapta aramaya gidiyorum derdi o kadar ne ben üstelerdim ne de o daha fazla detay verirdi ama ikimiz de ne aradığını biliyorduk. Bir keresinde ağzından kaçırmıştı ve hemen arkasından kimsenin bilmesini istemediğini söylemeyi ihmal etmemişti. O gün orada kimsenin bunu bilmeyeceğine söz vermiştim. Günün birinde yaşantımız el verir de bulursa mutlaka anlatacağına söz vermişti o da. Onun için üstelememin bir anlamı yoktu. Başka yerlerde arayıp ta bulamadığı huzuru burada yakalamış bozulmaması için kendini doğaya vermişti. Onun için varsa yoksa doğaydı aslolan gerisi anlatılması uzun ve zor bir hikaye ve bu uzun ve zor hikâyenin konuşulması tekrar hatırlanması dahası sırrının ortalıkta dolaşması ona eziyet verdiği için konuşmak istemediğini söylemişti. Tam olarak ne olduğunu anlamasamda konuşurken zorlanmasından konuşmayı sevmediğine yoruyor onun için o konuşursa eşlik ediyor sustukça ben de susuyordum. Çubuğunu sallayıp giderken arkasından baka kalmalarımdan biriydi bugünkü de her zaman kullandığı dar patika yolu kullanarak ormanın derinliklerinde kayboldu. Kendimi arkasından bakakalmış bir vaziyette yakaladım daha önce olmayan bir ruh haliyle ne bir veda vardı gidişinde ne de tekrar görüşeceğimize dair bir söz yüreğindeki berraklık yüzündeki masumiyete yansımış bir halde onu son görüşüm olduğunu bilemeden güle güle dedim. Bu onunla son konuşmam olmuştu ve de yaşarken son görüşüm gittikten yaklaşık bir saat sonra ormanın derinliklerinden gelen ve yüksek kayalıklarda yankılandıkça çoğalan silah sesleriyle irkildim. O anda yüreğimin derinliklerinde bir sızı hissettim ama hiçbir şeye yoramadım silah seslerine karışan insan sesleriyle birlikte o güne kadar olmamış bir gürültüyle beraber köyden koşarak gelen insan kalabalığının peşine düşerek onlarla birlikte ormana daldım. Patika dar olduğu için kim nereden gidebiliyorsa herkes bir an önce oraya varmak için yol alabildikleri her yerden varmaya çalışıyordu sanki ne olduğunu bilen ama söylemeyen tek bir insanmış gibiydi yüzleri. Oraya onun olduğu yere daha doğrusu cansız bedeninin yattığı yere vardığımızda orada bir takım üniformalı kişilerin bir an önce alınmasını ister gibi etrafinı boşaltmış boğazına kadar örtmüşlerdi onu yüzü açıkta öylece tebessümle donakalmıştı. Onu yerden almaya çalışan herkesin yüzündeki o sert ifade inanılır gibi değildi sanki herkes onun yüzünü maske yapıp takmıştı ama eksik bir şey vardı. Hiçbirimizde onun yüreğindeki berraklığın yansıması yoktu. Ne olursa olsun bir başkası olamıyor benzemeye çalışsak ta beceremiyorduk. İşte o an anladım şimdiye kadar yaşamadığımı ama artık geri getirmenin de mümkün olmadığını bilmenin pişmanlığıyla ayrıldım ordan kendimden kocaman bir parça bırakarak orda yatan berrak yüreğe veda etmeden çünkü artık istesem dahi onunla vedalaşamayacağımı biliyordum çok kısa zamanda çok şey öğrendim ondan ama en önemlisi değerin ne olduğunu bir insanın nasıl değerli olabildiğini ve onu koruduğunu geriye kalan herşeyin aslında bir yanılsamadan başka birşey olmadığını yüzündeki o tebessümden. Yerde yatan cansız bedenine bakarken onun mu ölü yoksa ayakta duran ama ölü olan bizler miydik sorusunun cevapsızlığı. Sorunun cevabı belki garip gelecek ama aslında ölü olan bizdik bilinmeze giderken dahi yüzündeki ifadeyle bize gülümsememiz gerektiğini öğretmeye çalışıyordu sanki ama biz bunu ne kadar anlayabiliyorduk sorun buradaydı işte. Gerçek olan şuydu ki yüzümüze taktığımız maskelerle yüreğimizdeki bencilliğimizi saklıyorduk ve o yüreklerdeki bencillik ancak ve ancak gerçekten insan olanlarda veya olmayı başarabilenlerde yoktu. Zaten yok denecek kadar az olan onlardan birini orada bırakarak ayrıldım ordan. Bir süre sonra kaldığımız yerden devam edecektik bencilliğimize bunu biliyordum çünkü ben de onlardan farksızdım belki de onlardan daha kötüsü her şeyin farkında olup onlar gibi olmaktı. O pişmanlıkla onu orada bırakıp o göletin başına gelip onun oturduğu yere oturup kimseciklerin oraya gelmeyeceğini düşünerek orada yalnız kalmak istedim. Öyle de oldu hiç kimse gelmedi orada oturup onu düşündüm. Düşüncelerimden sıyrıldığımda ay şavkıyordu suda sesssiz karanlıktı ortasında yüzü vardı şavkında suyun
aydınlatatıyordu karanlığını gecenin gökte ay yerde o vardı. Yarım kalmış bir düştü koynunda örülmüş gecenin şafağına varmazdan evvel gökte ay yerde o vardı istemeye istemeye kalkıp eve doğru yürüdüm. O gece ve ondan sonraki
bir çok gecenin en karanlık anlarında yasaklanmış çalgılardan gelen yasaklı ezgiler eşliğinde yıldızlara bakar ona benzeyen en parlak yıldızı arar nihayet sabaha yakın bir saatte görebildiğim en parlak yıldıza nakşederdim tebessümlü yüzünü . Başkasına benzemezliğini kendine has duruşunu tüm olumsuzluklara rağmen gülümseyebilmesini ve insanca yaşam için dinmeyen direnciyle eşsizliğini işlerdim. Gecenin koynunda yolunu kaybetmişlerin yollarını aydınlatsın diye ilmik ilmik örerdim düşlerimi yüzüne bakarken yarınlara umut diye beslediğim maskemi takmamak üzere indirdiğim gecelerdi onlar. En çok mutlu olduğum zamanların başlamasına vesile olmuştu o düşler ve onun sayesinde inen kocaman bir maskeydi yüzümden düşüp paramparça olan.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.