- 3179 Okunma
- 17 Yorum
- 0 Beğeni
DİYALOG VE TÜRKİYE!!!
Son yazımızda diyalog sürecinin başlangıcını, gelişimini ve amacını kısaca açıklamıştım. Zaten aşikâr olan gerçekleri sizlere hatırlatmıştım. Bu yazımızda da bu süreç içerisinde Türkiye’de yapılan toplantılarda neler konuşuluyor ve ne gibi icraatlara imza atılıyor bunlardan bahsedeceğim. Ama önce bir soru ve bu soruya bir yanıtla yazımızı açalım…
Neden DİNLER ARASI DİYALOG?
Bu soruya dört şık sunalım Ali Nar’ın ‘DİNLER ARASI DİYALOG YA DA EHL-i KİTAB’IN ENCAMI’ adlı yazısından:
a)Bu tebliğ için müzakere, muhavere ise; hadi olsun
b)Karşılıklı dokunulmazlığı, saldırmazlığı sağlamaksa o,dinler arası değil de toplumlar arası siyasi iliş ki gibi olur ki; bunda da beis yok
c)Yok dinleri kıyaslayarak, hangisinin daha doğru, faydalı, geçerli olduğunu tespit ise, iki taraf içinde abes: Çünkü kendi dininden/geçerliliğinden şüpheyi ifşa eder ki küfürdür, hıyanettir de
d)Dördüncü ihtimal ise, kişinin ahmaklığı ve haddini tanımazlığı olabilir
Saydığımız dört maddeden birisi bu sürecin Türkiye ayağına içeriden destek verenlerin temel aldıkları maddedir. Kendi beyanatlarına göre amaçları tam da (b) maddesinde yazandır. O halde şunu soralım: Neden kültürler arası siyasi ilişkiler değil de DİNLER arası ilişkiler esas alınmakta ve ön tarafa konmaktadır? Bu durum şüphe etmemizi gerektiren çok açık bir noktayı ortaya çıkarmaktadır. O halde başta sorduğumuz soruya cevabımızı verip sürecin Türkiye ayağına bakalım.
CEVAP: Bu sürecin amacı öncelikle tarihten bu yana Hıristiyanların temasa geçip de Hıristiyanlaştıramadıkları tek topluluk olan Türklerin, manevi direği olan İslam’ın temel değerlerini zaafa uğratmak ve sonraki adımlarda onu ortadan kaldırmaktır. Yani süreç bir MİSYONERLİK sürecidir. Ama bu oyuna yüce milletimiz gelmeyecektir.
DİYALOĞUN TÜRKİYE AYAĞI
Sayın Gülen’in Papa’ya yazdığı mektupla başlamıştık bu yolculuğa. Orada da dediğim gibi süreç içinde İslam dininin temel direklerini yıkacak şeyler yapılıyor diye. Az-çok o yazımda anlatmağa çalışmıştım. Şimdi yapılan yanlışların neler olduğunu maddeler halinde yazalım.
1)Hıristiyanlarla aynı inanç esaslarına sahip olduğumuz yanlışı savunuldu.
2)Hz. Muhammed (s.a.v) efendimizden taviz verildi.
3)Allah’ın emir ve yasakları çiğnendi.
4)Geniş bir kitlede Hıristiyanlığında hak din olabileceği intibahı uyandırıldı.
5)Türk milletinin onuru ve maneviyatının bekası ayaklar altına alındı.
6)Hz Muhammed (s.a.v) efendimiz bu süreç içerisinde hakaretlere uğratıldı.
7)İslamiyet’teki şehitlik kavramının içi boşaltılmağa çalışıldı.
8)’Dinler Bahçesi’ adı altında üç dinin mabedi aynı mekâna kurularak İslam’la diğer dinlerin eşitliği gibi hayali bir gerçek ortaya çıkarılmak istendi.
Sıralama yaptığımızda, liste uzayıp gider. Ancak burada sadece bunları almakta fayda olduğunu düşünüyorum. Bu toplantılarda yapılan hatalar şimdi zaman ve mekânını vererek söyleyecek ve aynı hususlarda yüce İslam’ın neler dediğini Kuran-i Kerim’le anlatmağa çalışacağım. Bu noktada ilahiyatçı olmadığımdan dolayı ayet yorumlarını siz okuyucuya bırakmakta fayda görüyorum. İlk maddeden başlayalım.
Hıristiyanlarla inanç esası olarak bir olduğumuz palavrası ortaya atıldı. Palavra dedim çünkü Hıristiyanların üçleme bir Allah inancı taşıdığını, Müslümanların ise bir Allah’a inandığını çocuklar bile bilir. Ancak Gülen’in sağ kolu olan Ahmet ŞAHİN sanırım bilmiyor:
‘Ehli kitapla amentüde ittifakımız var.’ (Zaman, 17 Nisan 2000)
Aslında bu tarz sözleri yeni duymuyoruz bu kesimlerden. Aynı şeyleri bir zamanlar komünizme karşı Hıristiyanlarla birleşmemiz ve dinsizliğe karşı savaşmamız gerektiğini söyleyen bir isim daha vardı ki, o da işte bu felsefenin temellerini atan Said Nursi idi.’Emirdağ Lahikası’nda bu konu üzerinde çok geniş bir şekilde durmuştu. Hatta ordumuzun Kore’ye asker göndermesi bile bu minval üzere olmuştu. Ama bu noktada konuyu fazla dağıtmamak için o noktaları sadece üstün körü geçiyoruz.
Şimdi bu konu hakkında Kuran’ın ne dediğine bakalım.
-‘Şüphesiz ki; Allah Meryem oğlu Mesih’tir diyenler, ant olsun ki kâfir olmuşlardır’ (Maide 5)
-‘‘…Hâlbuki Mesih,’Ey İsrail oğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk ediniz. Biliniz ki; kim Allah’a ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zalimler için yardımcılar yoktur.’’ Demişti.’ (Maide 72,73)
-‘(Yahudiler)Allah’ı bırakıp hahamlarını, Hıristiyanlarda rahiplerini ve Meryem oğlu İsa’yı rabler edindiler. Hâlbuki onlara ancak tek Allah’a kulluk etmeleri emrolundu. O’ndan başka İlah yoktur. O,bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır.’ (Tevbe 31)
-‘Yahudiler, Uzeyr Allah’ın oğludur, dediler. Hıristiyanlar da, İsa Allah’ın oğludur, dediler.
Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdirler. Sözlerini daha önce kâfir olmuşların sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin. Nasıl da (hak’tan batıla) dönüyorlar.’ (Tevbe 30)
Son olarak iki ayetle bu maddeyi noktalamak isterim.
-‘…Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilen bir gruba uyarsanız, imanınızdan sizi yeniden inkârcılığa sevk ederler. Allah düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah kâfidir.’ (Al-i İmran 100 ve Nisa 45)
Alev ALAPLI’DAN bir alıntı:
‘Hz İsa’nın canlı tanrı olduğuna inanan papazla, tevhide inanan bir imam ne konuşabilir? Bence ikisinden biri yalan konuşuyor.’
Yalan konuşanın kim olduğu aşikârken, mumunda yatsıya kadar ışık vermediği ortadadır. Şu halde küresel bir tezgâhın kucağında emzik emenler, Hıristiyan ninnileriyle daldıkları rüyadan uyanmalıdırlar. Devam edelim…
Konuyu İhlâs suresiyle noktalayalım:’De ki, Allah birdir. Allah öncesiz ve sonrasızdır. O, doğmamış ve doğrulmamıştır. Ve hiçbir şey onunla mukayese edilemez.’
İkinci maddede ise Peygamberimizden taviz verildiğini söylemiştim. Aslında bu taviz hem O’ndan hem de O’nun elçiliğini ettiği dinden taviz demektir. Yine Ahmet ŞAHİN’İN aynı yazısından bir alıntıyla devam edelim:
‘Mühim olan Kelime-i Tevhid inancıdır. Hz Muhammed’i kabul ve tasdik etmek ise şart olmayıp bir kemal mertebesidir.’
Bu sözleri söyleyen birisinin Hz. Muhammed uğrunda kürsülerde yaşım yaşım ağlayan birisinin sağ kolu olduğuna ve aynı sözlere iştirak ettiğine inanmak mümkün mü?Ama inanmalıyız.Zira gerçekler ortadadır.
Şimdi şunu soralım: Bir dinin elçisine inanmayan birisi, o dinin kendisine iman etmiş olabilir mi?
Bu soruya akıllı bir insanın vereceği cevap ‘HAYIR’dır.Ama Sayın Şahin bu soruya bu açıklamasıyla evet diyor ve de az sonra yazacağımız bir alıntıyla da Sayın Gülen de evet şıkkını tasdik ediyordu.
‘…Hatta Kelime-i Tevhidin ikinci bölümüne, yani-Muhammed Allah’ın Resulüdür- kısmını söylemeksizin ikrar eden kimselere de merhamet nazarıyla bakılmalıdır.’ (Küresel Barışa Doğru 131)
Evet, merhamet nazarıyla bakılacak kesimlerin kimler olduğu ortada. Bu iki açıklamanın da bir birleriyle örtüştüğü ayan.
Kuran-i Kerim’in cevabı:
-‘‘Deki Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah’ta sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.’’ (Al-i İmran 31)
-‘‘Deki Allah’a ve peygamberine itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse muhakkak ki Allah kâfirleri sevmez.’’ (Al-i İmran 32)
-‘‘Kim Resul’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik.’’ (Nisa 80)
-‘‘Müminler, ancak Allah’a ve Resul’üne inanmış kimselerdir.’’ (Nur 62)
Yazdığımız ve daha da yazabileceğimiz bu ayetler apaçık bir gerçeği ortaya koyuyor ki o, da: Hz Muhammed (s.a.v) efendimizi ret eden bir kimse Allah’ın yolunda olamaz. Bunu Allah ayetleriyle yalanlamaktadır. Şimdi de Hz. Muhammed’in (s.a.v) ne söylediğine bakalım:
-‘Ümmetimden veya Yahudilerden ya da Hıristiyanlardan her kim benim peygamber olduğumu işitirde bana iman etmezse o kişi cennete giremeyecektir.’ (Müsned ve İbn-i Kesir)
Bu sözlerin üzerine daha ne söyleyebiliriz bilemiyorum. Ama şundan eminim ki O’nun olmadığı bir din ve felsefe kör ve topaldır. Aslında bu söylemlerin kaynağı Gülen veya yakın arkadaşları değil, bizzat Vatikan’ın Diyalog Sekretarya’dır. Sekretaryanın başında olan Kardinal Rosanna:
‘Her din mensubu, başka dinlerinde doğru olabileceği ihtimalini kabul edecek; her din mensubu sadece tanrıya ve ahir ete iman ettiği takdirde ebedi kurtuluşa ereceğine ve cennete gideceğine inanmağı kabul edecektir.’
Bu açıklama da diyalog görevinin bir parçası olmağı kabul eden Gülen’in hangi çizgide olduğunu ve kimlerle yoldaş olduğunu ortaya koymaktadır. Görüldüğü gibi Gülen ve ekibi ne tesadüftür ki(!) tam da Vatikan’ın arzuladığı bir esasla diyalog masasına oturmaktadır. Peki; Gülen ve yakın çevresi uğrunda yaşım yaşım ağladığı Peygamberimizden vazgeçerken, Hıristiyanlar İsa’dan vazgeçmekte midirler? Bu sorunun cevabını bizzat Papa’dan alalım:
‘Kilise ile diğer dinler arasındaki diyaloğa evet diyoruz. Ancak; tek kurtuluşun İsa olduğunu da ilan etmek zorundayız.’ (San Pietro Meydanı 25 Haziran 2000)
Papa diyalog için İsa’dan vazgeçmezken, Gülen bu konuda Hz. Muhammed’den (s.a.v) vazgeçebilmektedir. O halde ilkyazımızda sorduğumuz bir soruyu hatırlatalım: Uğrunda yaşım yaşım ağladığı Hz. Muhammed’i (s.a.v) gerçekte sevmiyor muydunuz? Seviyorsanız O’ndan nasıl taviz verdiniz? Şayet sevmiyorsanız, gözyaşlarınızı neden boşa akıttınız?
Sonraki maddeyle devam edelim.Evet,Allah’ın emir ve yasakları çok açık ve net bir biçimde çiğnendi.Hem de Allah’ın kanunlarına devrimler ilan edilerek.Nasıl mı?Bakalım.
2000 yılında Harran’da düzenlenen en etkili diyalog toplantısında çifte dinli insanların olduğu ve olabileceği tezi ortaya atılarak, yasak olmasına rağmen bir Müslüman kızla bir metodis Hıristiyanın nikâhı Haham, Papaz ve Müftünün önünde kıyılmıştır. Yanlış okumadınız. Bu toplantıda bu yapılmıştır. Bu düğünü de 15 Nisan 200 tarihli Zaman gazetesi ‘Diyalogdan Düğüne’ adlı başlıkla yayımladı. Sür manşetindeyse ‘BU BİR DEVRİM’ başlığı vardı. Şimdi bu konu hakkında Kuran neler demiş bir de ona bakarak yorumumuzu genişletelim:
-‘Bu kadınlar o inkârcılara helal değildir. Onlarda bunlara helal olmazlar.’ (Mümtehine 10)
İşin ilginç yanı ise bu evliliğin bizzat Papa II. John Paul tarafından istenmiş olmasıdır. Ağustos 1999 tarihli bir konuşmasında bunu çok açıkça ortaya koymaktaydı:
‘Hıristiyan erkekler, Müslüman kadınlarla evlenebilmelidir.’
2004 yılında Mardin’de düzenlenen toplantılarda temsili Sırat köprüsünden haham ve papazlar da geçirilerek, Hıristiyan ve Yahudilerinde cennete gidebileceği mesajı çok açık bir şekilde verilmiş ve bu temsili geçiş aynı tarihlerde Gülen’in kanalı olan SAMANYOLU TV’de yayınlanmıştır. Bu noktada hem Allah’ın buyruğu çiğnenmiş hem de dördüncü madde dede dediğimiz gibi, geniş bir kitlede Hıristiyanlığında geçerli bir din olduğu mesajı verilmiştir. Bu noktada Allah kendi katında tek hak dinin İslam olduğunu Maide suresinde ayan beyan ortaya koyarken şu can alıcı soruyu tekrar yazalım: Allah katında tek hak din İslam dini iken, siz ‘dinler’ diyerek nasıl oluyor da başka dinlerinde varlığını kabul ediyor, edebiliyorsunuz? Bu sorunun cevabı varsın bir sır olarak kalsın…
Değerli okuyucu! Yazının gereğinden fazla uzadığının farkındayım. Ancak; işlenen konunun önemi ve muhataplarının düsturu yazının içeriğinde artışa neden olmakta. Bu noktada yazdığım diğer maddeleri açıklamadan geçiyor ve sonraki yazıma ayırıyorum…
DEVAM EDECEK…
YORUMLAR
Simray bey!
iyalogtaki nihai hedef onlara göre İslam dinini yaymaktır.Tebliğ etmektir.Bunu ben söylemiyorum.Ya da söylediklerinden böyle bir varsayım ortaya atmıyorum.Bunu bizzat kendileri söylüyor.
Dahası sadece İslam'ı yaymak değil kıyamete yakın Hz.İsa'nın yeryüzüne gelmesinden önce onlar Hıristiyan ve Müslümanlarla bir birlik oluşturup,ileride kurulacağını varsaydıkları dini devlete zemin hazırlamaktır.
Detaylandırmayacağım fazla.Zira sonraki yazılarda gelecek...Sağol...
(Gezgin1985:Güzel kardeşim Gülen ve ekibinin diyalogdaki amacı İslam dinini yaymak değildir.Onlar sadece ve sadece medeniyetler arasındaki ilişkileri iyileştirmek için bu çalışmaları yürütmektedirler.)
Değerli kardeşim gezgin ve göktürkmen, sizlere katılmadığımı ve bilip bilmeden kimin hakkında incitici yazı yazdığınızı üzelerek söylemek zorundayım.... Kemter kardeşim hakikati söylediği için keşke bu yazıyı tüm edebiyat defteri okuyucuları okusa da kendilerine gelse bir de gelebilse.....
Gardaşım, Birtengri senden razı olsun.
Tek şey bilirim. Birtengri birdir. Elçisi Saygın Muhammed (A.S.)Yalavaç son elçisidir, diğerleri ondan sonra zayidir. Bİr de Kur'an son kitaptır, sonrakiler tahrif edilmişlik nedenli ilgadır.
Diyalog ve hoşgörü anlamı kaymış ve kirlenmiş emperyalize edilmiş, mühre kuşluğu kavramlardır.
Ben İsa Birtengri'nin oğlu zırvalayanla ne diyalog edecekmişim? Ben Üzeyir Birtengri evladıdır saçmalayanla ne hoşgörü falan vakit kaybedeceğim?
Kemter dost; sana yakışmamış.
Esenlikler dilerim.
Göktürkmen tarafından 11/16/2008 10:39:04 PM zamanında düzenlenmiştir.
BİZ DİYALOGDAN YANAYIZ.ELBETTEKİ İNSAN KENDİ DİNİNİ ANLATMA VE ONU YAYMA ADINA ÇALIŞMALAR YAPABİLİR.ANCAK BU ÇALIŞMALAR DİNE ZARAR VERMEMELİDİR.ÇOK AÇIK VE ÇOK NET SÖYLÜYORUM Kİ BU ÇALIŞMALAR ŞUAN İSLAM’A VE MÜSLÜMAN ALEMİNE ZARAR VERMEKTEDİR.DERHAL BU ÇALIŞMALARDAN VAZGEÇİLMELİ VE BU TÜR İLİŞKİLER İLGİLİ KESİMLERLE KESİLMELİDİR.
AMA SOSYAL VE TİCARİ İLİŞKİLERİ HER DAİM SÜRDÜRMEKTE YARAR VAR.
kıymetli kardeşim bu sana son yorumum merak etme bir daha rahatsız etmeyeceğim. ben kimsenin avukatlığını yapmıyorum, zaten haddim de değil hocaefendiyi ve ona ve hizmetine gönül verenlerin avukatlığına soyunmak. islama zararı olduğunu söylemiştin. geçen gün bir yazı okudum. yazıyı yazan yabancı, afrikadan biri. ben susuyorum o konuşsun. baki selam.
Güney Afrika'da, Johannesburg'da bir mabedde "İhtiyarlar Heyeti Başkanlığı" yapmakta olan Sibusiso Mzolo, Afrika'dan bize ulaşan mektubunda düşüncelerini şöyle ifade ediyor:
"Ben altmış dört yaşındayım, fakat cehaletin kölesi durumunda kalmışım bunca yıl. Bunun sebebi: Ben bu altmış dört yaşıma kadar İslam dinini sadece Hintlilere ait ve İlâhî olmayan beşeri bir din olarak biliyordum. Bana kendi dinim, ruhu ebediyete ulaştıracak tek din olarak öğretilmişti. İhtiyar olmama rağmen tekrar öğrenmeye başladım, ve halen öğrenmekteyim. İşin üzücü tarafı çok uzun zaman önce öğrenmem gerekenleri şimdi öğreniyorum. İslam Merkezi'nden edindiğim eserleri okuyup kendi mutluluğumu yakalamaya çalışıyorum... Oradaki vazifeli gençleri, yaşımın ileri olmasına rağmen oturup dinliyorum. Zira sadece bir Allah'a inanıp O'nun emirlerini hayatıma tatbik etmekle kendi mutluluğumu elde edebileceğim kanaatini taşıyorum. Johannesburg Sandton'da tertip edilen 'Hz. Muhammed'i (sas) Anma' adlı konferansa İslam Merkezi'nin müdürü tarafından davet edildim. Yolculuk boyunca bu insanları daha yakından inceleme fırsatı buldum, evet bu arkadaşlarda tevazu, iyi karakter gördüm. Konferansta benim Güney Afrika'da, bugüne kadar bildiğim İslam'dan daha güzel ve açıklayıcı bilgiler edindim. Zira bugüne kadar itiraf etmem gerekirse ben Müslümanları, içlerine girilmesi zor ve İslam'ı da sadece kendilerine ait bir din ve diğer kendi dinlerine mensup olmayanlara karşı da tahammülsüz olarak biliyordum. Artık İslam'ı daha iyi biliyorum ve kendi dinimle karşılaştırabiliyordum. Bu arkadaşlarla ve İslam Merkezi'yle tanıştıktan sonra şunu çok iyi anladım ki; dünyanın, hususiyle Afrika kıtasının İslam dinini gerçek olarak anlayabilmesi için yapılması gereken daha çok şey var. Bu yapılırken dikkat edilmesi gereken noktalar var, insanları kaçırmamak, düzgün bir ifade tarzı, yumuşaklık gibi. Bu konferansta öğrendiğim ve beni derinden etkileyen birkaç şeyi sizlerle paylaşmak istiyorum:
'Cennet nefsin hoşuna gitmeyen, cehennem ise nefsin hoşuna giden şeylerle çevrilmiştir.' Hz. Muhammed'e ait bu söz gerçekten çok düşündürücüdür. Bu tür konferanslara üst kademede bulunan diğer dinlere mensup din adamları da davet edilmeli. Böylece verilmek istenen mesaj çok daha rahat bir şekilde istenilen yerlere ulaştırılabilir. Bilhassa kölelik sisteminden ve ırkçılık baskılarından yeni çıkmış siyahlar arasında. Zira biz siyahlar arasında öyle yanlışlıklar var ki. Mesela kâhinlerden medet dileme, sihir, büyü, Allah'a şirk koşmak gibi. Bir de bizim toplumumuzda boşanmalar korkunç boyutta... Bunlar da bizim insanlarımıza ancak güzel örnek olmakla verilebilir. Bence bizim bu şekilde irtibata geçmemiz evvela Allah'ın rahmetini celbedecek, ikincisi de azabından kurtaracaktır. Bence İslamiyet dünyaya ne kadar hızlı yayılırsa, dünya, o derece içerisinde güzel ve rahat bir şekilde yaşanabilecek bir mekân halini alır."
Sibusiso Mzolo'nun mektubundaki bu ifadeler aslında, nûrânî aydınlıklar arayan hatta onları sabırsızlıkla bekleyen bahtı kara bir kıtanın imdat çığlıklarıdır...
27 Ekim 2008, Pazartesi
abdullah aymazın yazısıdır. hoşçakal gezgin beyefendi.
cevher füruşan olmayan cevgerin kadrini bilmez. Herşeyin doğrusunu Allah bilir. demogoji falan yaptığımda yok. ben diyeceği dedim sadece. Asıl demogojiyi yapanlar seninde yazdıklarınıda içinde barındıran cd leri basan. etrafa dağıtan. ve ne yazık ki senin gibi buna kanan insanlardır. yazdıklarımı bir daha oku demeyeceğim beyhude oluyor. yazmakta serbestsin tabi yaz, çiz devam et kardeşim.irade senin fikir senin. ben sadece ehl-i sünnetin görüşlerini yazdım. saygılar.
Merhabalar!
Sevgili Kemter!
Bilmeni isterim ki benim yazdığım her hangi bir bilgi üzerinde durulmadan yazılmış değildir.Yani kimseye iftira atmıyoruz.Bizzat alıntısını yazdığım kişilerin sözleri bunlar.Ama onlar kime iftira atıyor orası malum.Neyse.
Güzel kardeşim Gülen ve ekibinin diyalogdaki amacı İslam dinini yaymak değildir.Onlar sadece ve sadece medeniyetler arasındaki ilişkileri iyileştirmek için bu çalışmaları yürütmektedirler.
Ama siz benim yazımda amaçlarının İslamı yaymak olduğunu söylediğimi yazmışsınız.Ben böyle bir bilgi vermedim.Zira amaçlarının bu olmadığını kendileri söylemektedirler.Geçelim sonraki sözlerinize.Daha doğrusu alıntı yaptığınız sözlere….
‘Dialog, iki insanın, grubun, zümrenin, milletin, devletin veya herhangi bir topluluğun birbirleri ile tanışmasına; sözlü, yazılı, fikri, ticari vb şekillerde alış-verişde bulunmaları demektir. “Dinlerarası Diyalog” ile sağlanmak istenen husus, 3 dinin (İslam, Hrsitiyanlık ve Yahudiliğin) birbirlerini yakından tanıma, dinleme, fikir teatisinde bulunmasıdır. Yoksa tüm dinlerin birleştirilmesi değildir.’
Yukarıdaki alıntıyı sizden aldım sevgili kardeşim.Burada diyalog denen olgunun tanımı verilmiş.Dikkatini çekerim ki diyalogdaki araçlar arasında din kullanılmamış.O halde neden gülen ısrarla dinler arasındaki diyalogdan bahsetmekte?Bu bir.Kaldı ki kimse üç dinin birleştirileceğini ya da birleştirilmek istendiği söylemedi.Buna düpedüz hedef saptırma denir.Buna düpedüz demagoji denir.
Gülen’in diyalog sürecine katılmasından sonra sürecin İslam lehine döndüğünü söylemekte bu arkadaş.Sürecin lehimize döndüğüni nasıl anlamış?Örnek verebilecek bir durumda mı?
Sonra Ramazan ayında hahamların ve papazların oruç tuttuğunu ve bunun da İslam açısından sevindirici olduğunu söylemiş.Peki Alanya’da bir cami imamının ölen bir Müslümanın kabri başında İncil okuması ne demek oluyor acaba?
İnsanın tek dini olur sevgili kardeşim.Bu dine bağlı olarak yaşar.Kimse kimseyi kandırmağa çalışmasın.Devam edelim…
Üstadın hakiki Hıristiyanlıktan bahsettiğini yazmış.Allah aşkına nedir hakiki Hıristiyanlık?Hakikisi kalmış mı Hıristiyanlığın?Ne saçma bir laf.Ne anlamsız sözcükler.Bu laflarla belki sokaktaki Ahmet efendiyi kandırır ama beni asla.Sonra Kuran-i Kerim’den yukarıda alıntılar yazdım.O alıntılarda hiç mi okumadınız ki Hıristiyanlarla ve Yahudilerle bu tür bir birliktelik İslam açısından asla ama asla tasvip edilmiyor.
Allah’ın sözlerine karşı,kimin sözlerinin alıntısı bunlar?Anlamak,idrak etmek çok zor.Devam edeyim gene…
Diyalogda Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin hak din olduğu kabullenilmiyor demiş arkadaşımız.Bu külliyen yalandır.Düzmecedir.Bir insanın bu yalanı söylemesi ne talihsiz bir şeydir.Diyalog toplantıların ilk şartlarından birisidir.O DA MÜSLÜMANLAR SON VE HAK DİN İSLAM’DIR ifadesinden vazgeçmeleri.Yani masaya oturduğunuz zaman bu şartlar çerçevesinde oturuyorsunuz.Zaten bu toplantıların hiç birinde de söz konusu kesim son ve hak din İslam’dır deyememiştir.Deyemezde…
Peygamberin doğum günü kutlamasına gelince.Başka bir oyunda buradadır.Onlar asla biz HZ MUHAMMED’in (S.A.V) doğum gününü kutluyoruz demediler.Onlar nasıl ki sıradan bir vatandaşın doğum gününü kutladılarsa bizim peygamberimizin de doğum gününü öyle kutladılar.Üstelik bu kutlamadan sonra aynı papazlar peygamberimiz hakkında neler neler söylemediler.
Başka bir çarpıtma da Mide suresinde.Kimse Hıristiyanlar ve Yahudilerle sosyal ve kültürel ilişkiler kurmayın demiyor.Elbette ki bu tarz ilişkiler kurulabilir.Ancak bu kesimlerle bir din tartışmasına ya da iman tartışmasına girmeyiniz deniliyor.Ve bunda da ne kadar haklı oldukları yazdığım yazılarda verdiğim bilgilerle açıkça ortaya çıkıyor…
İslamın terörizmle eş değer olmadığını ve bunun Hıristiyan ve Yahudi ruhani liderlere gösterilmek istendiğini söylemiş.Allah aşkına İslam’ı terörizmle eş değer tutanlar ki?Hıristiyanlar.Müslümana terörist deyen kim?Hıristiyanlar.Siz onların bu kavramların ne olduklarını bilmediklerini mi sanıyorsunuz.Siz bir Rossano’nun İslam’ın ne olduğundan haberi olmadığını mı sanıyorsunuz?Beyler onlar sizin dininizi sizden daha iyi biliyorlar.Ama sırf bu dini lekelemek için bu söylemlerle ortaya çıkıyorlar.O halde bildikleri şeyleri onlara anlatabilir misiniz?Saçmalığın katı bu paragrafta arttı.Bu arkadaş yazdığından bir haber.
Kardeşim son söz şunları yazıyorum:
BİZ DİYALOGDAN YANAYIZ.ELBETTEKİ İNSAN KENDİ DİNİNİ ANLATMA VE ONU YAYMA ADINA ÇALIŞMALAR YAPABİLİR.ANCAK BU ÇALIŞMALAR DİNE ZARAR VERMEMELİDİR.ÇOK AÇIK VE ÇOK NET SÖYLÜYORUM Kİ BU ÇALIŞMALAR ŞUAN İSLAM’A VE MÜSLÜMAN ALEMİNE ZARAR VERMEKTEDİR.DERHAL BU ÇALIŞMALARDAN VAZGEÇİLMELİ VE BU TÜR İLİŞKİLER İLGİLİ KESİMLERLE KESİLMELİDİR.
AMA SOSYAL VE TİCARİ İLİŞKİLERİ HER DAİM SÜRDÜRMEKTE YARAR VAR.
SELAMETLE.SONRAKİ YAZIMDA GÜLEN’İN DİNLER ARASI DİYALOG KARŞITI OLANLARA VERDİĞİ CEVAPLARI YAZACAĞIM İÇİN BU NOKTADA BU YAZIYI UZATMIYOUM
Kur’an-ı Kerime ve Efendimiz'e (sav) en bağlı insanlar olan ve Kur’anı Kerim'de Allah’ın, “Ben onlardan razıyım “ (41) dediği Ashab-ı Kiram’ın bu noktada farklı düşünmeleri hiç mümkün mü?
A) Dört Halife döneminde Diyalog
Gayrimüslimlerin kendi kültür ve dini inanışlarını devam ettirdikleri okullar, İslam idaresi altındada eğitimlerine devam etmişler ve buralardan başta patrikleri olmak üzere din adamları yetiştirmişlerdir. İncelemelerimizde, Hristiyanlara karşı çıkarılan zorlayıcı emirnamelerin hiçbirisinde, onlara ait din okullarını denetim altına alıcı, kısıtlayıcı bir hükme rastlanmaz !
Peygamberimizin vefatından sonra başlayan Fetih hareketleri ile birlikte ele geçirilen şehirlerin çoğu Sulh yoluyla ele geçirilmiş ve cizye ödemeleri şart koşularak gayrimüslimlere bir ahitname ile yükümlülükleri ve hakları sunulmuştur. Bu ahitnamelerde, fethedilen beldelerde faal olan kiliselerin yıkılmıyacağına dair garantiler bulunuyordu. Hatta Hz.Ömer, Kudüsün fethi üzerine gittiği bu şehirde, Patrik Sofranyus’un namazını büyük Kıyame (Bas) Kilisesinde kılması teklifini geri çevirmiş, şayet bu Kilisede namaz kılması halinde acaba ileride camiye çevrilir ve bir haksızlığıa vesile olurmuyum mülahazası çerçevesinde uygun görmemiştir. (42)
Halife el-Velid b Andulmelik tarafından Dımeşk mescidinin genişletilmesi gayesiyle yıkılan Yohanna Kilisesiyle ilgili hatalı uygulma, Halife Ömer bin Abdulaziz tarafından düzeltilmiş, o kilisenin iadesi düşüncesi ile, Hristiyanlar buna Rıza göstermesede, kilise yerine yapılan caminin yıkılmasına karar vermiştir.
Miladi 3.Asırda yapılmış Tur dağındaki Sina Manastırı (St.Catherina Manastırı) , bugün bile ziyaretçilere sahib olması bakımından, İslami İdare tarafından korunmuş, sadece bir hatıra mahiyetinde küçük bir odası namaz kılınmak üzere düzenlenmiştir. Bunun ile birlikte, Filistin, Suriye, Ürdün, Mısır, Irak ve Anadolu coğrafyasında mevcut bazı manastırların XXI.Yüzyıla ulaşabilmiş olmalarını, İslamın farklı din mensublarına bakış açısını net bir ortaya koymaktadır. (43)
Emevi devletinin, Hristiyanların yoğun olarak yaşadığı Şam topraklarında, iktidara gelmesinden itibaren, Hristiyanların devlet kademelerinde geniş çerçevede istihdam edildikleri bilinmektedir. Bu husus Abbasiler dönemindede devam etmiştir. Onların bu hoşgörüsüne tahammül edemeyen kimseler olmasına rağmen uygulamalar devam etmiş ve Abbasi bürokrasi hayatında Vezirlik makamında bile pek çok Hristiyan görevlendirilmiştir. El-Maverdi, vezirlik görevini tefvid (karar) ve tenfiz (uygulama) olarak iki ana Gruba ayırmış ve tenfiz makamına bahse konu gayrimüslimlerin istihdam edileceğini belirtmiştir. İleriki asırlarda, tefvid makamında bulunduklarıda olmuştur. Özellikle ilk Hicri 5 Asırda kurulan devletlerin değişik alanlarında, Köy Reisliği (Mevazit) , Cehbez, Katib, Tabip, Divan-ül Ceyş başkanlığı, Kahramane (özel vekil) , Hazinulfüruş, Zimam, Sahibüş- Şurta gibi vazifelerde görevlendirilimişlerdir. Özellikle sarayda görev yapan Tabipler, ailenin bir bireyi olarak izinsiz Halife ve yakınlarının odalarına girebilmişler ve ibadetlerini de yine sarayda yapabilmişlerdir. Emevi Sarayında önemli bir yeri olan Saray Şairliğine getirildikleri gibi, Abbasiler döneminde de yine Hristiyan Şairler Saraya gelerek eserlerini sunmuşlardır. (44)
Hulefayi Raşidin döneminde, zımmi statüsü aynı Efendimiz (SAV) döneminde olduğu üzere devam etmiş, hatta Hz.Ömer kendi döneminde gerçekleştirilen Fetihlerde, ele geçirilen insanları esir statüsünde değil, direkt zımmi statüsüne tabi tutup büyük bir insaniyetperverlik göstermiştir. Demek cizye, Hristiyanları ezmek için değil onları korumak için alınan bir katılım payı olduğunu bizzet Thımas W.Arnold kabullenmektedir. (45)
Tüm bunlarla beraber, ilk Fetih hareketleri sırasında Bizanslıların İslam ordularını geri püskirtmek amacı ile saldırı düzenledikleri sırada, korumayı yerine getiremiyeceklerini anlayan Müslümanlar (o bölgenin Müslüman Valisi) , Ehli Kitabtan topladıkları vergileri geri iade etmiş ve bu davranış bölge halkında derin tesirler bırakmıştır. Bu konuya en güzel örnek, Şam Valisi Ubeyde bin Cerrah’ın, bahse konu Bizansın saldırısı karşısında, daha güçlü bir Ordu ile geri döneceği ana kadar geçici olarak Şamı terk edeceği sırada, Hristiyanların Liderini yanına çağırtıp, topladığı cizyeyi iade etmesidir. Bunun üzerine, Şamda bulunan ve vergilerini iade alan Hristiyanlar, Bizanslıların Hristiyan olmasına karşın, Müslüman bir idarenin başlarına tekrar geri gelmesi için, Manastıra kapanmış ve tekrar Müslümanların raiyetine girmek için dua etmişlerdir. (46)
Hz.Ali’nin:” Zimmet akdi, malları mallarımız, kanları kanlarımız olsun diye akdedilir“ yaklaşımı, Zımmilerin İslamiyetteki konumuna açıklık getirmiştir. (47)
Hz.Ömer’in yaşlı bir zımmiye söylediği:” gençliğinde senden cizye alıp, ihtiyarlığında seni terk etmek olmaz “ sözü meşhurdur. Yine Hz.Ömer’in cüzzamlı Cabiye Hristiyanlarına zekat gelirlerinden pay ayırdığı ve kendilerine yardımcı olduğu da bilnmektedir. (48)
B) Türk-İslam devletlerinde ve Osmanlıda Diyalog
Türk-İslam Devletleri, Müslüman olmayanlara karşı iyi niyetli ve müsamahalı davranmış, onların dini değerlerine karşı saygılı olmuş ve bunu yaparkende insani bir vazifeninde ötesinde, İslam dinini referans almışlardır.
İslam Hukukçuları, dünyayı Dar-ul İslam ve Dar-ul Harb olarak ikiye ayırmasına karşın, kendilerine İslamın kaidesi olan Dar-ul Sulh yolunu seçmişerdir. Bu düşünce sayesinde, Osmanlı sınırları içinde bulunan Müslüman olsun veya olmasın insanlar, aynı İdare altında asırlarca barış ve huzur içinde yaşayabilmişlerdir.
Peygamberimizin ihdas ettiği geleneğe göre Adalet karşısında, Devlet Başkanıda “kanun üstü “ bir konumda değil, sıradan bir vatandaş gibi muamele görmeyi gerektirmiştir. Dünya tarihi, o zamandan itibaren sıradan bir tebaanın, hatta bir gayri müslimin bile, Hükümdarı mahkemeye verebildiğini göstermektedir. Fatih Sultan Mehmed’in, bir Hristiyan Rum tarafından dava edilip, mahkum olmasına başka nasıl izah edebiliririz? (49)
Yine Osmanlı Döneminde, gayrimüslimlerin kendi Kanunlarını (Hukuklarını) , Müslüman otoritelerin müdahelesi olmadan kendi Hakimleri tarafından karar verdiklerine ve bu kararları uygulamayı, mevcut Hükümetin kendine mecbur ettiğine şahit olmaktayız. (50)
Ermeni ve Gürcü Kaynaklarda, “Melikşah’ ın, bütün Hristiyanlara karşı şefkatle dolu olduğunu, geçtiği memleket halklarında bir Baba gibi davrandığını ve buna istinaden bir çok ülkelerin, kendi istekleriyle onun idaresine girdiklerini, ölümünde cenazesinde Müslümanların yanında Hristiyanlarında katıldığını nakletmektedir. (51)
1071 yılından sonra Anadolu’da yaşamaya başlayan Selçuklu Türkleri, Hristiyanların mal, can emniyetlerini de azami derecede korumuş,12.Yüzyılda Erzurum, Erzincan gibi Anadolu şehirlerini ticaret maksadıyla dolaşan Latin tüccarların ibadetleri için bile özel kiliseler yapılmıştı. Selçuklu sultanlarının birçoğu, buraları ziyaret edip, rahiplere bağışlarda bulunur ve manastırlardan vergileri kaldırmışlardır. Bu müsamaha anlayışı, Türklerin İslam ile tanışmalarından öncede vardı. (52)
600 yıl Dünya siyasetine yön vermiş olan Osmanlı Devlet-i Aliyesi, bugün hemen her ülkenin yakından ilgisini çekmekte ve özellikle çokuluslu devletlerin bir tecrübe kaynağı olarak müracaat kaynağı olmaktadır. Bunun nedeni, sadece Avrupa, Asya ve Afrika’da sahip olduğu geniş stratejik topraklar değil, aynı zamanda Doğu Roma gibi bir devletin varisi olarak yönetiminde çok farklı milletleri ve dinleri bir araya getirmesidir. Aslında Osmanlı Devletinin 624 yıllık bir ömre sahip olmasında, Türk ve Müslüman olmayan bu nüfusun önemli bir katkısı vardır. Osmanlının, bahse konu farklı dine sahip bu milletlere uyguladıkları Adil ve Hoşgörülü yönetim, Rumeli topraklarında Osmanlıların beklendiğinden daha fazla yayılmalarına ve kalmalarına zemin hazırlamıştır. Nitekim, İspanya ‘da baskı altında kalan Yahudilerin, Osmanlı topraklarına getirilerek koruma altına alınması ve yerleştirilmesi, ülkelerdeki gayrimüslimlere hoşgörünün ve güçlü bir devlete tabi olmanın avantajını hissettirmiş ve Osmanlıya bağlılıklarını artırmıştır. (53)
Osmanlı İdaresi, vatandaşı bulunan gayrimüslimlerin sadece dini ve örfi eğitimlerine hürriyet getirmemiş, aynı zamanda onların ekonomik bakımından da refah düzeyi yüksek bir yaşantıya sahip olmalarını hedeflemişti. Bunun için, Hristiyanlar çalışmıyor ve Alış-veriş yapmıyorlar diye, Pazar gününe denk gelen semt pazarının gününü, başka bir gün ile değiştirmek suretiyle mağdur olmalarını engellemeye çalışmışardı (54) Aynı zamanda evlilik akdi, boşanma, çeyiz, mehir, nafaka gibi bugün için özel Hukuka dahil konularda, gayrimüslimler tamamen özerk bırakılmıştı. (55)
Bu alana ilişkin hukuki davaları kendi cemaat mahkemeleri bakardı.. Ancak, bu konulardaki problemleri isterlerse İslami mahkemelere götürebiliyorlardı. Aynı cemaate mensub kişiler arasındaki davalar ise, ilgili cemaat başkanları tarafından çözülemezse, şer’i mahkemlere getirilirdi. Ancak, Şeriyye sicillerinden, zımmilerin özel Hukuka ait davalarını ve noter işlerini tercihen, Kadı önüne getirdiklerini görüyoruz. Dini şefler veya cemaat mahkemeleri tarafından verilen hükümler, onlar adına devlet tarafından infaz ve icra olunurdu. (56)
Burdan da rahatlıkla ifade edebilirizki, Osmanlı Milletler Sisteminin yapısı, sadece dini ve ırki değil,daha çok Sivil ve Hukuki bir çoğulculuğa dayanmaktadır. (57)
Osmanlı Kurucusu Osman Bey, uygulamalarında ve verdiği kararlarda Hrıstiyanların dini haklarına dokunmamış ve ilk Osmanlı Hükümdarlarıda, çeşitli memuriyetlere ve zaman zaman Komutanlık makamına Hristiyanlardan seçmiştir. Fatih Sultan Mehmet, 29 Mayıs 1453 ‘de İstanbul’a girdiğinde, halk Ayasofya’da ayin yapmakta ve korku içinde beklemekteyken, Fatih, rahib’i yanına çağırtarak: ” Evlerine dönmelerini, herkesin can,mal ve namusunun emniyette olduğunu, iş ve sanatlarına devam etmelerini” istedi. Fatih,bu vesile ile Ortodoks Rumları yeniden teşkilatlandırdı ve patriklik makamına kendi örf ve adetlerine göre , Georgios (Kortesios) Skolarios (Gennadios) ‘un yeni bir patrik olarak seçilmesini sağladı. Bu kişi, Türk hakimiyeti altındaki ilk Patrik olmuştur. Seçimden sonra yemeğe davet edilen yeni Patriği karşılamaya yaşlı vezirlerini gönderen Fatih, uzun sohbetten sonra, dini idare ve mezheb işlerinde ona haklar takdim etmiştir. “Millet başı” ünvanınıda vererek, onu bütün dindaşlarının meseleleri üzerinde yetkili kılmış, hürmetkar bir şekilde sarayın kapısına kadar uğurlamış, beyaz bir ata bindirmiş ve bir hükümdar gibi uğurlamak üzere bütün Saray erkanına ve Devlet Umerasına emir vermiştir.
Fatih, daha sonra Patriğe birde ferman (berat) vermiştir. Bu fermanda kısaca, patrik ve büyük papazların rahatsız edilmiyeceği, genel hizmetlerden (vergi vb.) muaf tutulacağı, Kiliselerinin camiye çevrilmiyeceği, dini ayinlerin serbest kalacağı, Nikah-cenaze işlemleri ve törenlerinin eskisi gibi yapılabilineceği, Patriğin statüsünün Vezir statüsünde kabul edileceği, kendilerine bir de “Muhafız Birliği” verileceği, şeklindedir. Din imtiyazları denebilecek olan bu haklara, Fatih’ten sonraki Padişahlar bir takım ilaveler yaparak, genellikle sadık kalmışlardır.
Kanuni Sultan Süleyman, Fransa Kralı F.François’un, Kudüsteki bir kilisenin camiye çevrilmesi sebebiyle yazdığı rica mektubuna gönderdiği cevapta, önceki imtiyazların devam edeceğini belirtmiştir. (58)
Kanuninin çağdaşı olan ve Protestanlığın Kurucusu Martin Luther bile, muvakkat bir kadirşinaslık ile:” Türkler gelip de Almanya’da adilane idarelerini acaba kuramazlar mı? ” düşüncesinde olduğu bilinmektedir. (59)
Avrupa Devletlerinde azınlıkların zor bir hayat yaşadığını gören Voltaire (Volter) Türkiye’deki azınlıklar hakkında şunları yazmak zorunda kalmıştır: “Küçük dünyamızdan çıkalım ve Kıtanın kalan kısmını inceleyelim, Türkler, çeşitli dinlere mensub yirmi milleti huzur içinde yaşatıyor, İstanbul’da 200 bin Rum güven içinde, demek oluyorki, Osmanlı İdaresi, gayrimüslimlere tam bir hürriyet ve adalet sağlamıştır” (60)
Devletin sağladığı tam hürriyet ve uyguladığı adalet sebebiyle gayrimüslimlerin ruhani liderleri bizzat kendileri Devlet-i Aliye’ye şükranlarını sunmuşlardı. Mesela, “Patrik-i İstanbul-ı Rum ve Asitane’de mukim Cemaat Metroplidan” imza ve mührünü taşıyan belge, bunlardan bir tanesidir. İspanya Kralı Ferdinant’ın, Yahudileri yok etmek istemesi üzerine Sultan II.Beyazid, onu kınamış ve bir kanun çıkararak onları Türkiye’ye getirtmiştir. (61)
Sırp Kralı Brankoviç‘in Macar İmparatoruna yazdığı:” Osmanlı bizi güneyden, siz de kuzeyden sıkıştırıyorsunuz. Biz Hristiyan olan sizlere itaat etmek istiyoruz. Acaba Ortodoks kiliseleri hususunda nasıl muamelede bulunacaksınız? ” sorusuna verdiği şu ilginç cevab enteresandır:” Bütün Ortodoks Kiliseleri yıkılacak, yerine yeni Kiliseler inşa edilecektir”. Bunun üzerine aynı heyet Fatih Sultan Mehmet’e gönderilmiş ve Fatih’in cevabı şu şekilde olmuştur: “Herkes kendi halkına, kendi mabedinde ibadet etmeye devam edecektir “ Evet, eğer bugün Kumkapıda, özellikle cumartesi ve pazar günleri çan sesleri duyulurken, ikindi namazında Allahu Ekber sesleri ile işitiliyorsa, eğer Mihrimah Sultan Camii’nin hemen yanında Kilise inşasına müsaade edilmişse, bu Hoşgörü ve Müsamaha Ruhunun önemli bir tezahürü değilde nedir? Gayrimüslimlere, Osmanlı Devletinde sadrazamlık, valilik, sancakbeylik, ve belli yerlerde kadılık ve devlet başkanlığı dışında bütün görevlerin verilmiş olmasını nasıl izah edebiliriz? (62)
41 Tevbe Suresi,100
42 El-Akkad, el-Abkariyyatül_ İslamiye, Beyrut 1968,
427- 428; Muhammed Hüseyin Heykel, el-Faruku Ömer,
Kahire 1963-1964, I, 258-260
43 Levent Öztürk, Asrı Sadetten Haçlı seferlerine kadar İslam
Toplumu Hristiyanları, s.118-119
44 Levent Öztürk, İslam toplumunda hristiyanlara gösterilen
Hoşgörü örnekleri, Sakarya Üni. İlahiyat Fak. Dergisi,
4/2001, s 25-37
45 Thomas W.Arnold, The Preaching of İslam, London
1913, s.60-61
46 Ebu Yusuf, Kitabu’l – Harac, s.139; Belazuri, Futuhul
Bulhan, s187
47 Serahsi, Şerhu Siyeri’l Kebir, III,250.
48 İbn kayyim, Ahkam, I,38; İbn Sa’d, et-Tabakatül Kübra,
Beyrut 1957-1960, I,380.
49 Hamidullah, el-Vesaik, s.83
50 Hamidullah, el-Vesaik, s.66-72
51 Osman Turan, Türk Cihan hakimiyeti mefkuresi tarihi,
İst.1979,I, sy.288-289
52 I.Goldheizer, İslam Ansiklopedisi, Ehlü’l Kitab md.
53 Yusuf Halaçoğlu, “Osmanlı Devletinde Gayrimüslim Vakıf
ve Dini Teşekküllerin Statüsü”, Osmanlıda Hoşgörü ve
Birlikte Yaşam Sanatı, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı yay,
İst. 2000, s 127-129
54 Ziya Kazıcı, “Osmanlı Devletinde Hoşgörü”,
İst.Büyükşehir Belediyesi, 7-8 Mart 1998, İst. S.110-113
55 Fındıkoğlu, Fahri, Hukuk Sosyolojisi, İÜY, İst. 1958,
III/55
56 Türk Dünya Araştırmalar Vakfı, Şeriyye Sicilleri,
İst.,1989, II/ 56-57; Bozkurt, Gülnihal, Gayrimüslim
Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki durumu, TTKY,
Ank.,1989, s.23-24
57 Bulaç; Ali, İslam ve Fanatizm, İst., 1993, s.86-88
58 Süreyye Şahin, Fener Patrikhanesi ve Türkiye, İst. 1980,
s.48
59 Tarih.III, Türk Tarih Tetkik Cemiyeti, Yeni ve Yakın
Zamanlarda Türk Tarihi, İst.1931, s.52
60 E.A.Murat, Milli Işık, Sayı.1, s.31
61 M. Süreyya Şahin, “Osmanlı Devleti’nin hristiyanlarla
Münasebetleri”, Asrımızda Hristiyan-Müslüman
münasebetleri, İSAV, İst. 1993, s.111-120
62 Ahmet Akgündüz, “Osmanlı Devletinde Barış ve
Hoşgörünün Hukuki Temelleri”, Osmanlıda Hoşgörü
birlikte Yaşama Sanatı, Gazeteciler ve yazarlar Vakfı
yay., İst. 2000, s.64-73
Peygamber Efendimiz (SAV) uygulamalarında Diyalog
İnsanlığın İftihar Tablosu ‘nun (SAV) hayat-ı seniyyeleri, baştan sona hep af ve müsamaha yörüngelidir! Kendisine hayatı boyunca eziyet etmiş, İslam adına hep karşısında durmuş, kendisini hep yarıyolda bırkamış nicelerini, belki imana gelir, belki İslam’a ileride sahip çıkar mülahazası içinde olmuş ve öyle olunmasını da tavsiye etmiştir.
Efendimiz (SAV) ‘in Ehl-i Kitab ve kafirlere karşı uygulamalarında Diyalog :
1-) Allah Resûlü (sas) , bir gün yoldan bir Yahudi cenazesi geçerken ayağa kalkar. O esnada yanında bulunan bir sahabi, “Ya Resûlallah, o Yahudi’dir.” der. Nebiler Serveri (sas) hiç tavrını bozmadan ve yüz çizgilerini değiştirmeden, zamana “dur ve beni dinle” dedirtecek şu cevabı verir: “Ama bir insan! ” (15)
2-) Efendimiz (SAV) , Mekke Fethedildiğinde kendisini kendi vatanından çıkaran, kendisine Hayat Hakkı tanımayan ve o dönem müşrik olan Ebu Süfyan ve Mekke’nin ileri gelenlerine, hiçbir şekilde cezalandırmamış, onlara bir itab mahiyetinde bu yaptıkları zulmü yüzlerine karşın hatırlatmamış, hatta “Kabe’ye sığınan emn,iyette olduğu gibi, Ebu Süfya’nın evine sığınanda emniyettedir” buyurarak, müşrik Ebu Süfyan’ın evini emniyet ve sığınma bakımından Kabe ile beraber zikretmiştir. (16)
3-) Ebu Sa'lebe el-Huşeni naklediyor: Ben Hz. Peygamber (sav) 'e 'Ey Allah'ın Resulü, biz Ehli Kitab'ın yaşadığı bir yerdeyiz. Onların kap kacaklarından yiyip içebilir miyiz? diye sordum. Dedi ki: 'Onlarınkinden başka kap-kacak bulabilirseniz onlarınkinden yemeyin. Başka birşey bulamazsanız onları yıkadıktan sonra kullanın.' diyerek, Ehl-i Kitaba bu noktadan bir ayrıcalık yapmış ve komşuluk hakkından doğan bir Diyaloğun kapısını kapatmamıştır.(17)
4-) Ehl-i Kitabtan alınan cizye (baş vergisi) , müşriklerden alınmazken, Ehl-i Kitab’ın kendi dini yaşantılarında serbest kalıp, canları ve malları da emniyette olmaları açısından,bir ayrıcalık tanınmıştır. Ayrıca, cizye ödeyen Ehl-i Kitabtan birisi müslüman olunca bu vergiden muaf tutulmuştur (18)
5-) Efendimiz (SAV) , üç grub insanın ecrinin 2 kat verileceğini, bunlardan bir grubunda , Kitab ehlinden olan birisinin, kendi peygamberi ile birlikte kendisinide inanırsa, onun sevabının iki kat verileceğini müjdelemiştir (19)
6-) İbnu Ömer (R.A.) naklediyor: 'Abdullah İbnu Übey İbni Selül öldüğü zaman oğlu (ra) Resulullah (sav) 'ın huzur-i alilerine çıkıp, mübarek gömleklerini babasına kefen olarak vermesini taleb etti. Resulullah (sav) talebi kabul edip verdi. Bunun üzerine, babasının cenaze namazını kıldırıvermesini taleb etti. Resulullah (sav) bu talebi de kabul etti ve namaz kıldırmak üzere kalktı. Ancak, Hz. Ömer (ra) kalkarak Resulullah (sav) 'ı elbisesinden tuttu ve: 'Ey Allah'ın Resulü, Rabbin seni, ona namaz kılmaktan men etmişken, sen nasıl ona namaz kılarsın? ' diye müdahale etti. Resulullah (sav) : 'Allah beni muhayyer bırakmıştır, zira: 'Onların ister bağışlanmasını dile, ister dileme, birdir. Onlara yetmiş defa bağışlanma dilesen de Allah onları bağışlamayacaktır' (Tevbe, 80) buyurmaktadır. Ben yetmişden de fazla bağışlama talebinde bulunacağım' dedi. Hz. Ömer (ra) : 'Ama, o münafıktır! ' dedi. Resulullah (sav) buna rağmen onun ardından namaz kıldı. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti inzal buyurdu: 'Onlardan ölen hiç kimse için ebediyyen namaz kılmayacaksın, mezarı başında da durmayacaksın. Çünkü onlar Allah ve Resulüne inanmadılar, fasık olarak öldüler' (Tevbe, 84) . Hz. Ömer (ra) der ki: 'Sonra o gün Resulullah (sav) 'a karşı izhar ettiğim cür'ete hayret ettim. Allah ve Resulü daha iyi bilirler. (20)
Peygamber Efendimiz (SAV) , kendisini Uhud Savaşında yarı yolda bırakıp Uhud savaşı öncesinde psikolojik olarak zarar veren, Hz.Aişe annemize İfk hadisesinde İftira atıp babası Hz.Ebu Bekir'in evine gitmesine sebeb olan, Medineye hicret sonrası yahudilerle Medine vesikası imzalandıktan sonra, Mekkedeki müşrikleri tahrik edip:'Muhammed (SAV) kendine taraftar topluyor, uyuyorsunuz' diyen bir MÜNAFIK için,
1-) Kendi gömleğini Kefen olarak veriyor
2-) Cenaze namazını kılma konusunda ve bağışlanmasını dileme konusunda (Tevbe:80) Ayeti Kerimesi gereği, Efendimiz (SAV) muhayyer (serbest) bırakılıyor ve Efendimiz (SAV) , Hz.Ömer (R.A) 'in engellemelerine rağmen, 70 den fazla istiğfar ederim, diyerek yine Hoşgörü gösteriyor ve cenaze namazını kılıyor! Taki bir sonraki Ayeti Kerime ile men edilinceye kadar!
7-) İbnu Abbas(R.A.) naklediyor: Ehl-i Kitap, saçlarını alınlarına döküyorlardı, müşrikler de ayırıyorlardı. Resulullah (sav) (vahiyle) emir gelmeyen hususlarda Ehl-i Kitab'a muvafakatı severdi. Saçını alnı üzerinde o da serbest bıraktı. Sonra (ortadan) ayırarak (sağ ve sola) taradı. (21)
8-) Allah Resulu, Mekke müşriklerinin amansız işkenceleri ve tazyikleri karşısında Mekkeli Müslümanların Hristiyan melik necaşi’nin memleketi olan Habeşistana hicretlerini arzu etmiş ve bu düşüncesini şu ifadelerle belirtmiştir: “İsterseniz ve elinizden gelirse, Habeşistan’a iltica ediniz. Zira orada hüküm süren Kralın topraklarında kimseye zulüm edilmez.Orası doğru ve emin bir yerdir, Allah asan edinceye kadar orada kalın “ (22) demiş, ve bir Hristiyan Melikin idaresindeki Habeşistana kendi Ashabının Hicret etmesini istemiştir. Bu vesile ile, Necaşinin imanına vesile olmuş, Necaşinin zaman zaman bazı meseleleri sormak için Medineye gönderdiği heyetlerin bir tanesinde ,Yedi rahip ve beş keşişten oluşan bu elçilik heyetinin aldıkları cevaplar karşısında gözleri yaşarmış ve İslâm’ı kabul etmiştir (23) ve vefatında, Medine’de gıyabında cenaze namazını kılmış (24) , Habeşistan’dan Cafer bin Ebu talib ile birlikte Medineye gelen Ehl-i Kitaba mensub bir Grub Hristiyan’a Efendimiz (SAV) İslama davet etmiş, onlarda iman etmişlerdir. Daha sonra Kur’an-ı Kerim dinleyen bu insanların gözlerinden yaşlar akınca şu Ayet-i Kerime nazil olmuştur (25) : Peygamber'e indirilen (Kur'ân) i dinledikleri zaman, onun hak olduğunu öğrendiklerinden dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. Onlar: ' Ey Rabb'imiz iman ettik, bizi de şahitlerden yaz' derler.(Maide:83)
9-) Necran Hristiyanları ile ilgili detayılı bilgiyi 2.Bölümümüzde aktardığımızdan, burda şu kadarını anlatmakla yetineceğiz: Necran Hristiyanları, Medine’ye altmış kişilik bir Heyet ile öğleden sonra geç vakitte ulaşmış ve Mescid-i nebeviyyede Efendimiz (SAV) ‘in huzuruna çıkmışlarıd. İbadet vakitleri geldiğinden Mescid’de ibadet etmişler, Ashab-ı Kiram buna itiraz etmelerine rağmen, Peygamberimiz onlara ibadet etmeleri için izin vermiştir. Onlarda şark’a dönerek ibadetlerini yaptılar. (26) Mübahale teklifini geri çevirmiş, cizye vermeyi kabul etmiş ve Peygamberimiz (SAV) aralarındaki ihtilafları çözmek için Ebu Ubeyde bin Cerrah’ı görevlendirmişdi.(27) Daha sonra Necranlılara gönderilen emannamede, mevcut kiliselerinin kendilerine ait olduğunu ve onlara zara verilmeyeceğini ifade etmiştir (28)
10-) Elli civarında Maddeden oluşan, Müslümanlar ile Medineli arap ve yahudi kabileleri arasında karşılıklı Hak ve vazifeleri tanzim eden, Medine vesikasını adı verdiğimiz, dünyada bir devletin ortaya koyduğu ilk Anayasayıda Allah Resulu yürürlüğü koymuştur. Bu metnin 25. maddelesinde, yahudi ve müttefiklerine tam bir din hürriyeti tanınmış olduğunu, ve müslümanlar ile birlikte bir ümmet olduklarını hem 25.ci maddede hemde 2.ci maddede bahsedilmiş olması, din hürriyeti açısından bir ilktir.(29)
11-) Aynı anlayış içersinde, Efendimiz (SAV) , yahudilerin medine’deki ilim ve adliye merkezi konumundaki Beyt-ul Midras’ larına bizzat gitmiş, onlara “ Ey yahudi topluluğu, islam olun, selamet bulursunuz “ tebliğde bulumuştur. (30)
12-) Hicri 630 senesinde, Müslüman olduklarını bildirmek üzere medine’ye gelen Hımyer hükümdarının elçilerine şu talimatı vermiştir: “ Bir yahudi veya bir hristiyan, Müslüman oldukları takdirde, müminler ile aynı Hukuka sahip olurlar. Kim yahudiliğinde veya hristiyanlığında kalmak istiyorsa, ona madahale edilemez “ (31)
13-) Peygamber Efendimiz (sas) , Allah Resûlü sıfatıyla tebliğe başladığı zaman, ilk defa Mekke’de bazı Hıristiyanlarla karşılaşmıştı. Hatta, kendisine vahiy gelmeye başladığı ilk günlerinde Hz. Hatice’yi ve Peygamber Efendimiz’i teselli eden Varaka b. Nevfel de İncil’in el yazmalarına sahip olan bir Hıristiyan’dı. (32)
14-) Allah ve Resûlü adına, bütün değerleriyle dokunulmazlıklarına saygı gösterilmek üzere kendileriyle sözleşme yapılanlar (muâhitler) ile veya himaye edileceklerine dair Allah ve Peygamber’i adına kendilerine taahhütte bulunulan zimmîlere karşı yapılacak en küçük bir haksızlık, en kutsal değerlere karşı işlenmiş bir günah ve suç kabul edilmiştir: “Her kim, bir muâhide/zimmiye zulmederse veya onu gücünden fazlası ile yükümlü tutarsa, yahut hakkını kısarsa, ya da rızası olmadan kendisinden bir şey alırsa, onun hasmı benim. Kıyâmet günü onunla hasımlaşacağım.”(33)
15-) Peymaberimiz (SAV) , cihada gönderdiği ordu komutanlarına şu konuyu talim etmiştir, özetle: “..Müşrik düşmanlarla karşılaşınca onları önce üç şeyden birine çağır: Bunlardan birine cevap verirlerse onlardan bunu kabul et ve artık dokunma! Önce İslam'a davet et. İcabet ederlerse hemen kabul et ve elini onlardan çek......Bu şartlarda Müslüman olma teklifini kabul etmezlerse, onlardan cizye iste, müsbet cevap verirlerse hemen kabul et ve onları serbest bırak. Buda olmaz ise o zaman Savaş! (34) . Bu direktiften anlaşılan, şayet karşı taraf herhangi bir sözleşme teklif ederse bu sözleşme çerçevesinde barışın yapılmasını ve “Eğer onlar barıştan yana olurlarsa, sen de barıştan yana ol” (Enfal:61) Ayetinin emrinin yerine getirilmesidir.
16-) İslam memleketinde cizye ödemeyi kabul ederek yaşayan Ehl-i Kitab’a verilen kendi inanç özgürtlükleri ile mal ve can emniyetini teyid eden bir başka Hadis-i Şerfite: 'Kim bir zımmiyi haksız yere öldürürse, cennetin kokusunu duyamaz. Halbuki onun kokusu kırk yıllık yoldan duyulabilir” (35) demektedir.Ayrıca, müşriklerden bir kişinin hac dönüşü bir müslüman tarafından öldürülmesi üzerine, peygamberimiz müşrikin ailesine diyet ödenmesini hükmetmiştir. (36) Hz.Ömer ve Hz.Ali, kendi hilafetleri döneminde zımmileri öldüren müslümanlara kısas cezasını uygulamışlardır (37)
17-) Peygamberimiz (SAV) , Amr bin Hazm el Ensari’yi, Beni Haris bin Ka’b hayetine İslamı öğretmek için gönderdiğinde vermiş olduğu yazılı talimatta,yahudi ve hrsitiyanları dinlerinden dönmeye zorlamamasını istemiştir. (38) . Yine, Münzir bin Sava’ya yazdığı mektubta, dinlerinde kalan Ehl-i Kitaba cizye gerektiğini ve dolaysıyla İslam’a girmek istemeynelere nasıl davranacağını bilfdirmiş olmaktadır (39) .Yemen’e gönderilen Muaz bin Cebel’e verilen talimatların bir tanesinde yine kişilerin dinlerinde zorla döndürülmemesiydi. Şayet iman etmeleri halindede namaz kılmalarını ve zekatı vermeleri gerektiğini beyan etmiştir. (40)
----------------------
Dip.Notlar:
15 Müslim, Cenâiz 78, 81)
16 Ebu Davut, Harac 25
17 Ebu Davud, Et'ime 46 (3839): Tirmizi, Siyer 11
18 El-Muvatta, Kitabu’l Cihad Bab:20 (Malik bin Enes nakilli)
19 İbn-i Mace, Kitabu’n Nikah 42
20 Buhari, Cenaiz 85, Tefsir, Berae 12; Müslim, Fedailu's-Sahabe 25, (2400) , Sıfatu'l-Münafıkin 3, (2744) : Tirmizi, Tefsir 3096; Nesai, Cenaiz 69
21 Buhari, Libas 70; Müslim, Fedail 90, (2336): Ebu Davud, Tereccül 10, (4188): Nesai, Zinet 62,
22 Hamidullah, el-Vesaiku’s – Siyasiye (trcm Vecdi Akyüz) , İstanbul 1997 s.115; Hamidullah, İslam peygamberi, I,297.
23 İ. İshak, 1991, s.280)
24 Buhari, Cenaiz 4, 55, 61, 65, Menakibu'l-Ensar 38; Müslim, Cenaiz 62, 63, (951): Muvatta, Cenaiz 14, (1, 226, 227): Ebu Davud, Cenaiz 62, (3204): Tirmizi, Cenaiz 37, (1022): Nesai, Cenaiz 76, (4, 72) |3058
25 Vahidi, Esbabu’n Nüzul, s.203-204
26 İbn-i Hişam, es-Sire, beyrut ts.I,573-574; Hamidullah, İslam Peygamberi, I,619-620
27 Hamidullah, islam Peygamberi, I,622
28 Belazuri, Futuhul Buldan, 93.
29 İbn-i Hişam, es-Sire, beyrut ts.I,501-504; Hamidullah,el-vesaik ,s.,63-73, Hamidullah, İslam peygamberi, I,206-210
30 Buhari, İ’tisam 18
31 İbn-i Hişam, es-Sire, beyrut ts.II, 586.
32 Buhârî, Bedu’l-Vahy 3
33 Ebu Davud, Haraç ve’l- İmâre, 33
34 Müslim, Cihad 3, (1731): Tirmizi, Siyer 48, (1617) , Diyat, 14, (1408): Ebu Davud, Cihad 90,
35 Buhari, Cizye,5; Ebu Davud, Cihad 165, (2760): Nesai, Kasame 14,
36 İbn Ebi Şeybe, Musannef, no: 33427
37 Cassas, Ahkam-ul Kuran, I,174-175
38 İbn-i Hişam, age, II,593-594
39 Hamidullah, el-Vesaik, s.161-162 ve 167
40 Hamidullah, el-Vesaik, s.230-231
Kur’an- Kerimde Diyalog:
İslam dininin Ana Kaynağı olan Kur’an-ı Kerime göre, Allah insanları ancak ve ancak kendisine kul olsunlar diye yaratmıştır.(Zariyat,56) . İbn-i Abbas (R.A.) bu Ayetin Tefsirinde derki, Allah’a “kulluktan” kast edilen, Allah’ın “bilinmesi”,“tanınması” yani “iman edilmesidir”.Peki, Diyalog olmadan, karşılıklı fikir alış-verişleri olmadan, konuşmadan bahse konu Allah’ın tanıtılması nasıl olacakki?
Kur’an-ı Kerimi aslında bir Diyalog Kitabı desek, herhalde yanlış bir tesbitte bulunmuş olmayız. Bazı hususi haller müstesna, Kur’an hep barışı, musamahayı ve yumuşak davranmayı bir mümin vasfı olarak zikreder.
- Efendimiz (SAV) için:“ Sen yalnızca Allah'ın rahmeti sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer katı yürekli biri olsaydın kesinlikle etrafından dağılıp gitmişlerdi.(Ali İmran, 159)
- Hz.İbrahim (AS) için: Şüphesiz İbrahim, çok içli, yumuşak huylu bir kişiydi (Tevbe,114)
- Hz.Şuayb (AS) için: “Oysa sen gerçekten yumuşak huylu ve aklı başında bir adamsın. (Hud,87)
- Hz.Musa (AS) ’mı, Firavuna gönderirken: “Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır, yahut korkar.” (Taha, 44)
Diyaloğun mümkün olmadığı durumlarda, mukatele (Savaş) devreye girmekle beraber, mukatele esnasında bile düşmanınız size barış teklif ediyorsa, barışın esas olduğunu yine Kur’anı Kerim emretmektedir:
- Eğer onlar sizden uzak durur, sizinle savaşmayıp size barış teklif ederlerse; Allah, onlara saldırmak için size bir yol (yetki) vermemiştir.(Nisa,90)
- Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah’a tevekkül et (Enfal,61)
Tüm bu hakikatler Kur’an tarafından dile getirilirken, İslamı barış ve müsamahadan yoksun muş gibi göstermek, en hafif deyim ile kur’anı bilmemenin göstergesidir.
Diyaloğu emreden Ayeti Kerimeler:
1-) De ki: Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: 'Şahit olun biz müslümanlarız'. (Ali İmran,64)
Bu Ayeti Kerime açık bir şekilde: “gelin” diyor! Neye gelinmesini istiyor Kur’an? “ “Ey Ehl-i Kitab! Sizi çağırdığım, davet ettiğim şeyler, sizin bilmediğiniz şeyler değil. Tam tersine bildiğiniz, ünsiyet ettiğiniz ve bizden çok önce karşılaşıpta, şimdi unutmuş olabiliceğiniz veya yanlış hatırladığınız şeyler” olabilir. Kur’anın şu ince uslubuna bir bakınki, Ayeti Kerimede geçen “Sevaün” (sizinle bizim aramızda aynı olan kelimeye) kelimesinde bu Diyaloğu görmemek, hissetmemek mümkün mü? Kur’anın şu Tebliğ stratejisine hayran kalmamak mümkünmü?
2-) “İçlerinden zulmedenleri bir yana, ehl-i kitapla ancak, en güzel yoldan mücadele edin ve deyin ki: 'Bize indirilene de, size indirilene de iman ettik. Bizim ilâhımız da, sizin ilâhınız da birdir ve biz O'na teslim olmuşuzdur.' (Ankebut,46)
Yine, uslub ve tebliğ stratejisi bakımından ciltlerle eser yazılsa seza bir yaklaşıma bakınki, en güzel yol ile münazara tavsiye edilirken, “ bize indirilene de, size indirilene de iman ettik” diyor! Yani Ehl-i Kitabı rencide etmeden, mümine yakışır bir uslub ile bir Köprü kurulmasını istiyor! Ancak, kibirlilik taslayan zalimler müstesna, zira o zaman hallerine uygun şekilde müdafaa yapmak vacip olur.”Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir -Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.” (9)
3-) “Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara adil davranmanızı yasaklamaz.” (Mümtehine, 8)
Bu Ayetin nazil olduğu dönem, Müslümanlarla Mekke müşriklerinin ilişkilerinin son derece gergin olduğu bir dönemdir. Buna rağmen, inanmayanlara iyiliği, insaf ve adaleti emretmesi dikkate değerdir. Bu Ayetin inmesi ile alakalı olarak, Hz.Ebubekir (R.A.) kızı, Hz.Esma’nın müşrike (Allah’a şirk koşan) olan analığı, Mekke’den Medine’ye gelip kendisiyle görüşmek istemesi sonucu, Efendimiz (SAV) ’ den bu konuda görüş isteyince , bahse konu Ayet-i Kerime nazil olur ve görüşmenin ötesinde, ona iyilikte bile bulunmasının herhangi bir mahzurunun olmadığı ifade edilmiştir. (10)
Müslümanlara düşmanlık yapmayan, inançlarına saygılı olan gayrimüslimlerekarşı, onlara iyilik yapılmasa bile düşmanlık yapmamak ve adaletli davranmak , adaletin gereğidir. Fakat müslümanlara karşı düşmanlıklarını sürdürenler ile düşmanlık yapmayanları aynı kefeye koymak da adaletsizliktir. (11)
4-) Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Sonra anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, akraba olan komşulara, yakın komşulara, yanında bulunan arkadaşa, yolda kalanlara, sahip olduğunuz kölelere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez. (Nisa,36)
Ayeti Kerimede geçen Allah’a hiçbirşeyi ortak koşmayıp samimiyet ile ibadet etmek sonra, anne-babaya, akrabalara, yetimlere, yoksullara iyilik etmek sonra akraba olan komşuya ve sonrada uzak olan –akraba olmayan komşuyu kast etmektedir. İşte burda, merhum Elmalı Hamdi Yazır bo kuya açıkoık getirirken bir Hadis-i Şerife hatırlatıyor:
Komşu üç kısma ayrılır. Birisinin üç hakkı vardır; komşuluk hakkı, yakınlık hakkı ve İslâmiyet hakkı. İkincisinin iki hakkı vardır; komşuluk hakkı ve İslâmiyet hakkı. Üçüncüsünün bir hakkı vardır; komşuluk hakkı ki bu kitap ehlinden ve Allah'a şirk koşan komşudur.' (12) Demekki, komşu Hristiyan ya da yahudide olsa, ona da iyilik yapmak bir komuşuluk hakkıdır. Müslüman olmamaları onları düşman görmemizi gerektirmez. Yeterki, alenen İslama düşmanlık etmemiş olsun!
5-) Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve bağışlarsanız, bilin ki Allah çok bağışlayan çok merhamet edendir. (Teğabün,14)
Yine merhum Elmalı Hanmdi Yazır bu Ayet-i Kerimenin tefsirinde Tirmizi, Hakim, İbn-ü Cerir ve daha başkalarından İbnü Abbas'tan şöyle rivayet ettklerini bildiriyor: 'Bu âyeti bazı Mekkeliler hakkında nazil olmuştur ki, onlar müslüman olmuşlar ve Medine'ye Peygamber (s.a.v) 'in yanına gitmek istemişlerdi. Hanımları ve çocukları da onları bırakmaya razı olmadılar. Sonra kalkıp Resulullah'a geldiklerinde insanların dinî bilgileri kavramış olduklarını görünce zevcelerine ve çocuklarına ceza vermeyi düşündüler. Bunun üzerine Allah Teâlâ bu âyeti indirdi. Elmalı özetle şöyle devam ediyor: “Ezvacınızdan, yani eşlerinizden ve çocuklarınızdan size bir düşman vardır. Kadın ve çocuklardan oluşan ailelerinizin tamamı değilse de içlerinden bazıları; yani bazı kadın, bazı çocuk veya bazı kadınla çocuklardan teşekkül eden bir takımı, size bilerek veya bilmeyerek bir nevi düşmandır. Bununla beraber sakınacağız diye tazyik edip de sıkmamalı, her kusurlarına aldırmamalıdır. Ve eğer affederseniz yani affetmek hakkınız olup tarafınızdan affı mümkün olan suçlarını bağışlarsanız -ki bunlar, size karşı yapılan ve başkalarını ilgilendirmeyen dünya işleriyle alakalı yahut da dinî konularda olup da tevbe ettikleri suçlardır affeder yüzlerine vurmaz, başlarına kakmaz ve ayıblarını, eksikliklerini örter, müsamaha gösterirseniz, şüphesiz Allah da gafurdur rahîmdir. O da sizin günahlarınızı rahmetiyle bağışlar.”
Diyebilirizki, müslüman olmamasına rağmen kendi eşiniz ve çocuklarınızdan size düşman olanlara bile,onları kazanma adına affetmeniz, onlara bu noktadan musamaha ile bakmanız, sizin içi daha hayırlıdır!
6-) (Ey Muhammed!) İman edenlere söyle: Allah'ın cezalandıracağı günlerin geleceğini ummayanları şimdilik bağışlasınlar. Çünkü Allah her kavmi kazandıklarıyla cezalandıracaktır.(Casiye,14)
Yine Elmalı Hamdi merhum özetle şmyle demektedir: “İmân edenlere söyle: Allah'ın (kâfirleri cezalandırıp müminlere zafer vereceği) günlerinin geleceğini ummayanları bağışlasınlar. Âyette kastedilen, gerektiğinde savaşmayı yasaklamak değil, kişisel olarak bayağı kavgaları yasaklamaktır. Bundan dolayı savaşı emreden ayetlerle bu âyetin nesh edilmesi (hükümsüz kılınması) gerekmez.
Dolaysıyla, bağışlamak herzaman bir esastır!
7-) Sana (gerekli) bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa, de ki: 'Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da lanetleşelim; Allah'ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim'. (Ali İmran,61)
Bu Ayet-i Kerimeye Mübahele Ayeti denir. Mübahele:”Hangi taraf yalancı ise Allah’ın ona lanet etmesini bütün kalbiyle istemek” demektir. Hicri 9.yılda Necran Hristiyanlarını temsil eden 70 kişilik heyet, başlarında dini ve dünyevi liderleri Âkıb Abdu'l-Mesih ile beraber Medineye gelip tartışmışlardı. Medine’de var olan bir İslam site devletine rağmen, Efendimiz (SAV) onları muhatab kabul ediyor ve Tebliğ yapıyordu. Delilden anlamamaları karşısında Efendimiz (SAV) mubaheleyi teklif edince, düşünek için mühlet istediler. Bunu kendileri için tehlikeli bulup kabul etmediklerini bildirmek üzere Efendimiz (SAV) yanına geldiklerinde baktılarki, O (SAV) Hz.Hüseyin’i kucağına almış, Hz.Hasan’ın elinden tutmuş, Hz.Fatıma ve Hz.Ali’yi arkasına almış ve “Ben dua edince sizde Amin dersiniz” diyordu. Heyet Başkanı mubaheleyi kabul etmeyip cizye vererek İslam hakimiyeti alştında yaşamayı benimsediklerini bildirmişler, Allah Resulu de onlara, kendilerine verilen hakları ve yükümlülüklerini bildiren bir emanname yazılması emretmiştir. Yani, Efendimiz (SAV) Kur’anın bu emrini yerine getiriken yine Diyalog diyor ve bir Tebliğ aracı olarak önce insan kazanmayı yeğliyordu!
8-) Bir zamanlar Rabb'in meleklere: 'Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım' demişti. (Melekler) : 'A! .. Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz' dediler. (Rabb'in) : 'Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.' dedi. Ve Âdem'e isimlerin hepsini öğretti, sonra onları meleklere gösterip: 'Haydi davanızda sadıksanız bana şunları isimleriyle haber verin.' dedi. Dediler ki: 'Yücesin sen (ya Rab!) . Bizim, senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz sen bilensin, hakîmsin'. (Bakara 30-32)
Bu Ayeti Kerimeler, Allah ile Melekler arasında geçen bir Diyaloğu bahsediyor ve insanın yaratılışından önce Diyaloğun başladığını bildiriyor!
9-) “Kitap ehlinden öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet etsen, onu sana eksiksiz iade eder. Fakat öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen, tepesine dikilip durmadıkça onu sana iade etmez.” (Ali İmran,75)
ve
Ehl-i Kitabın hepsi bir değildirler. Kitap ehli içinde doğruluk üzere bulunan bir ümmet (topluluk) vardır ki, gecenin saatlerinde onlar secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini okurlar.(Ali İmran,113)
Allah, bu Ayeti Kerime ile Ehl-i Kitabın bir olmadığını, aralarında güvenilir ve samimi olanların varlığından bahsederek, bu zümrenin Allah katında bir değer kesbettiğini beyan ederek, yukarıdaki diğer Ayeti Kerimeleri teyit etmektedir.
10-) Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni Tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. (Maide,67)
Ey Muhammed! Eğer yüz çevirirlerse, artık sana düşen açık bir Tebliğden ibarettir (Nahl,82)
Peygamberin üzerine düşen ancak Tebliğdir. Allah sizin açıkladığınızı da, gizlediğinizi de bilir. (Maide,99)
gibi 20’yi aşkın Ayeti Kerimelerde, Kur’an-ı Kerim, İslamı bilmeyen veya düşman olan kitlelere Peygamberlerin yegane görevlerininin İslamı anlatmak olduğunu, bunu yaparkende yine yukarıda bahse konuı Ayetlerdede beyan edildiği üzere, davet ederek, yumuşak bir uslub ile yapılması gerektiğini teyit etmektedir.
11-) Kendilerine kitap verilenlerden oldukları halde ne Allah'a, ne ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resulünün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din edinmeyen kimselere alçalmış oldukları halde elden cizye verecekleri hale gelinceye kadar savaş yapın. (Tevbe,29)
Kur’anı Kerim kendi mesajını kabul etmeyenlere musamahalı davranmış ve cizye karşılığı kendi dini yaşantılarına Hayat Hakkı verilmiştir. Cizye, sadece Ehl-i Kitabtan alınan bir nevi başvergisidir. Bu vergi müşriklerden alınmaz, ve Kitab ehlinden bir kişi iman edip mümin olunca, ondan bu vergi muaf olur idi. (13)
12-) Bugün size iyi ve temiz şeyler helal kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin yiyecekleri size helal olduğu gibi, sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir.(Maide,5)
İslam Uleması, hernekadar kesim konusunda temkinli davranılması gerektiğini, (Bakara,173) göre Allah’tan başkasının adına kesilirse, mesela Hz.İsa’nın adına, yenmiyeceği konusunda hemfikirsede, bu şartlar dışında müşrikin kesilen eti yenmezken, Ehl-i Kitabınkinin yenmesi, Ehl-i Kitab’a Kur’anın bir musamahasıdır.
13-) Ve müminlerden iffetli hür kadınlar ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden namuslu ve hür kadınlar, namuslu bir şekilde mehirlerini ödediğiniz takdirde, size helâldir.(Maide,5)
Kitap Ehline gösterilen bir başka musamaha da onların kadınları ile Müslüman erkeklerin evlenebilecekleri konusudur! Bu konuda yine müşrik kadınlar ile evlenilmesi haramdır. (Bakara,221) . Bu konuda Efendimiz (SAV) ‘in: “ Ehl-i Kitabın kadınları ile evlenmenizde bir sakınca yoktur, ancak Hristiyan arablarınki ile evlenmeyiniz” (14) Burda, Efendimiz (SAV) aslen putpereset oldukları halde, Ehl-i Kitaba tanına ayrıcalıklardan faydalanmak için bu şemsiyenin altında görünen kişileri kastetmiş ve onların nikahını haram saymıştır.
14-)"Muhakkak siz, malınızda ve canınızda imtihan olunacaksınız ve sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve Allah'a ortak koşanlardan pek çok incitici sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takvaya sarılırsanız, işte bu, uğrunda azim ve sebat edilmeye değer işlerdendir" (Al-i İmran 186). Rab Teala bir başka ayet-i kerimede de şöyle buyurmuştur: "Kitap ehlinden çoğu, imanınızdan sonra sizi tekrar inkara döndürmek isterler. Bu, kendilerine hak iyice belli olduktan sonra nefislerinde duydukları kıskançlık yüzündendir. Allah'ın emri gelinceye kadar onlara aldırış etmeyin ve onları kınamayın. Muhakkak ki, Allah her şeye hakkıyla kadirdir" (Bakara 109). Resulullah (sa), Allah'ın buradaki emrini afla te'vil ediyordu.(15)
Sonuç olarak görmekteyiz ki ; pek çok Ayet-i Kerime Ehl-i Kitab ile Diyalog kurmayı tavsiyeden öte emretmektedir.
(9) Elmalı Hamdi Yazır, Ankebut,46 Tefsiri
(10) İbn-i Kesir, Tefsir-ul Kuranil Azim, bahse konu Ayetin tefsiri.; Buhari,Hibe 29, Ebu Davut, Zekat 34.
(11) Mevdudi, Tefhimul Kur’an, VI,221
(12) El-Münazi, et-Teysir, I,492; Kenzü’l-Ummal, IX, 51 (No:24891)
(13) Schact, Prof.Dr.Josep: İslam Hukuku’na Giriş, Ankara 1977, s.139
(14) Abdurrezzak, Musannaf, h.no. 10056, IV,78
(15) Buhari, Cihad 127, Tefsir, Al-i İmran 15, Marda 15, Libas 98, Edeb 115, İsti'zan 20; Müslim, Cihad 116, (1798)
iki tarafın da yazdıklarını dikkatli bir biçimde okudum...ufuk açıcı yazılardı...
zındıkadan ve ateizmden neden bu kadar korkulduğuna şaşırdım.Dİnime güveniyorsam, imanım tamsa bu korku niye...siyasi mi bu korku....
hatta...yeşik kuşak teorisinin ve bugün uygulamaya konaya çalışılan BOP ve ılımlı islam söylemlerinin belirli merkezlerde hep aynı amaç için üretildiğini, yaşadığımız coğrafyanın ne idiğü belirsiz manevi bir ablukaya alındığını düşündürdü...ülkede daha mezhepler arası dialog yokken ,cinler arası dialoga girişmek; ülke içindeki kanayan yaraları görmeden, bunlara çözüm üretmeden; daha dışsal sorunlara kafa yormak ,bana pek anlamlı gelmiyor...
gerekirse ,meleklerin cinsiyetini de tartışalım ama; dimyada pirinçe giderken, evdeki bulgurdan olmayalım...
Gurbuz tarafından 10/18/2008 12:54:47 AM zamanında düzenlenmiştir.
Asr-ı Saadetten Günümüze Diyalog - 1.Bölüm - Diyalog nedir,ne değildir ?
Yazar Prof.Dr.Davut Aydüz
Perşembe, 23 Haziran 2005
1-) Diyalog nedir?
Dilimize Fransızcadan geçen Diyalog, “anlaşma”,”uyum sağlama” ve” bu yolda yapılan çalışmalar” demektir (4) .Geniş manada Diyalog, iki insanın, grubun, zümrenin, milletin, devletin veya herhangi bir topluluğun birbirleri ile tanışmasına; sözlü, yazılı, fikri, ticari vb şekillerde alış-verişde bulunmaları demektir.
Diyaloğun gerçekleşebilmesi için tarfaların birbirini “anlaması”, anlaması için “tanıması”, tanıması içinde “bilmesi” gerekir!
2-) Dinler arası Diyalog nedir?
Farklı dinlere mensub insanların inançlarını ve düşüncelerin birbirlerine zorla kabul ettirmeden eşitlik, hoşgörü, doğruluk, samimiyet, sevgi, saygı ve iyi niyet çerçevesinde, ortak olan veya olmayan bir meselede barış ve hürriyet atmosferinde, muhatabını öğrenmek, bilmek, tanımak, dinlemek ve anlamak maksadıyla karşılılı konuşabilmelerini, işbirliğine gidebilmelerini, birlikte yaşayabilmelerini, hatta uzlaşabilmelerini sağlayan bir karşılaşmadır (5)
Değişik bir ifade ile, Dinlerarası Diyalog, dinleri temsil eden cemaatlerin, aralarındaki sorunları temsilcileri vasıtası ile karşılıklı görüşme sonucunda, çözüme kavuştarma eğilim ve gayretleridir.
Biz müminler açısından, Dinlerarası Diyalog muhterem M.Fethullah Gülen Hocaefendinin Papaya gönderdiği mektubta beyan ettiği üzere, “Yanlış tanıtılan, teröristlerin dini diye tanıtılan İslamın, doğru tanıtılmasına (6) ve bu vesile ile İslam’ın temsil noktasında tebliğ edilmesidir.
3-) Dinlerarası Diyalog ne değildir?
Dinlerarası Diyaloğa karşı çıkan zümrelerin bazıları, bundan tam olarak neyin kastedildiğini bilmediklerinden, bilmedikleri bir konu hakkında yorum yapıyor ve “Bir de hiç bilmediğin bir şeyin ardınca gitme; çünkü kulak, göz, gönül; bunların herbiri ondan sorumludur.”(7) Ayeti Kerimenin mesuliyetine muhatab oluyor!
Dinlerarası Diyalog
a) Dinlerin birleştirilmesi veya bir potada eritilip yeni bir “din “ üretme teşebbüsü değildir.
b) Bir taviz verme veya taviz koparma hareketi değildir.
c) Bir münazara veya polemik oluşturma ortamıda değildir.
d) Bir misyonerlik faaliyeti olmamakla beraber, bir mümin muhatabının hidayetini ümit etme teşebbüsü olabilir.
4-) Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunun Dinlerarası Diyalog ile ilgili Görüşü:
Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde bulunan Din İşleri Yüksek Kurulu, halk tarafından yoğun bir şekilde sorulan Dini endeksli sorulara cevaplama merci’ olarak., bir din dörevlisinin sormuş olduğu sorya verdiği cevabta, Dinlerarası Diyaloğun gerekli olduğunu, Kuran ve Sünnet perspektifinde bir sakıncasının olmamasının yanısıra, İslam’ın temsil edilmesi noktasında bir zaruret olduğunu belirterek ,özetle şöyle tamamlamaktadır:
'Sonuç olarak:Dünya barışı ve insanlığın problemlerinin çözümü için diğer din mesublarıyla dialog, dinimizin öngördüğü bir faaliyet olup, İslamın temel ilkeleri ve tevhit inancından taviz verilmesi anlamına gelmez! '(8)
-----------------------
(4) Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, Ankara 1998, I,605, Örnekleriyle Türkçe Sözlük, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara 1995,I,680.
(5) Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara 1993, s.396; Abdurrahman Küçük, “Dinlerarası Diyaloğa niçin ihtiyaç vardır? ”, Dini araştırmalar, c.1.sy.1 (1998) , s.31
(6) Papa II. John Paul'e Verdiği Mesaj, Zaman gazetesi 10.02.1998
(7) (İsra Suresi, 36)
(8) D.İ.B. Dış İlişikiler Dairesi Başkanı adına Doç.Dr.Ali Dere imzasıyla 21/04/2004 tarihli yazısı
Acaba "Dinler arası Diyalog" Kur'an ve sünnete ters mi?
Yazar Dr. Emin Şimşek
Perşembe, 23 Haziran 2005
Dialog, iki insanın, grubun, zümrenin, milletin, devletin veya herhangi bir topluluğun birbirleri ile tanışmasına; sözlü, yazılı, fikri, ticari vb şekillerde alış-verişde bulunmaları demektir. “Dinlerarası Diyalog” ile sağlanmak istenen husus, 3 dinin (İslam, Hrsitiyanlık ve Yahudiliğin) birbirlerini yakından tanıma, dinleme, fikir teatisinde bulunmasıdır. Yoksa tüm dinlerin birleştirilmesi değildir.
A) TANITIM
Bugün Hristiyan aleminin başlatmış olduğu dinlerarası dialoğun amacı bellidir. Onların amacı Hristiyanlığın yayılması ve herkes tarafından bu hali ile benimsenmesidir. Hocaefendinin dahil olup Papa’yı ziyareti sonrası diyalog süreci Allah'ın lutfu ile değişmeye başlamış ve süreç İslam'ın lehine gelişmektedir.
Hocaefendi'den önce, Üstad Bediüzzaman Hazretleri Papa 6.Paul tarafından başlatılan bu "Dinlerarası Diyalog" ile temasa geçmiş ve 1940-50'li yıllarda Papa 7.Pie ‘ye mektub yazmıştır. Papa, Üstad Hazretlerine cevap göndermiştir. Üstad Hazretleri, Vatikan'a Risale-i Nur Külliyatını (Zülfikar adlı eserini) hediye etmiş ve bu hususta Vatikandan 22 Şubat 1951 yılında da bir teşekkür mektubu almıştır. Yine aynı dönemde Üstad Hazretleri, ikamet ettiği Fener semtindeki Rum Feneri Patrik Atenagoras ile görüşmelerde yapıyordu.
Bu süreci devam ettiren Hocaefendi‘ye, 23.01.1998 tarihinde Papa 2.Jean Paul tarafından şu mesaj, Vatikanın Ankara Büyükelçisi Pierre Luici Celata tarafından iletilmiştir:
'Bir ailenin fertlerinin birbirleriyle konuşmamaları, birbirine bakmaktan, birbirini ziyaret etmekten kaçınmaları ne kadar hazindir. Ayni beşeri aileye mensup olan Müslümanlar ile Hıristiyanların birbirini tanımamaları, birbirine selam vermemeleri veya daha kötüsü, birbiriyle kavga etmeleri, ne kadar acı vericidir. Buna karşın, herkesle barış içinde yasamak, birbirimizi ziyaret etmek, sevinç ve dertlerimizi, kaygı ve umutlarımızı paylaşmak ne kadar güzeldir. Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki diyalogda bugün ve gelecek için bir ümit işareti görmemek mümkün mudur? Dünyamızın facialarını bilmemezlikten gelemeyiz; ülkeler arasındaki savaşları, her sekliyle terörizmi, zengin fakir arasındaki uçurumu, açlık, işsizlik, uyuşturucu, kürtaj vs. felaketlerini, bu liste daha da uzayabilir. Hıristiyanlar ve Müslümanlar insanlara daha çok ümit vermek için birlikte çalışabiliriz.'
Bu Mesaj üzerine Hocaefendi Papa'ya 09.02.1998 tarihinde cevap mektubu göndermiştir. Bu cevap mektubunda ana hatlarıyla şu şekildedir; İslamiyetin yanlış anlaşılan bir din olduğunu, ve bu konuda suçlu tarafın Müslümanlar olduğunu, bu yanlış anlamanın büyük oranda azalmasına katkı sağlamak için "Dinlearası Diyalog" çalışmalarına katkı sağlıyabileceklerinden bahsetmiştir. (bakınız Zaman Gazetesi 09.02.1998)
Bu süreçten sonra Türkiye’deki Papaz ve hahamlara İslam dininin bir vecibesi olan Oruçun, Ramazan ayında tanıtılması gayesi ile İftar yemekleri verildi; hatta bazı papazların saygı gereği olsa gerek Ramazan ayında oruç tuttuklarını beyan etmeleri, hergün cevşen ve yasin okudukları beyan etmiş olmaları (Men.Marovitch - VatikanınTürkiye temsilcisi) , İslam camiası adına, İslam'ın sevdirilmiş olduğu izlenimini vermiştir.
Yani bu diyalog süreci başlatılmasa idi, acaba bir takım kardinal ve papazların günlük vird babında İslamın Allah'ının isimlerini hergün okunması nasıl vesile olunacaktı acaba?
Üstad hazretlerinin, 1940 lı yıllarda Müslümanları, ateistlerin saldırısına karşı birlikte mücadele etmek için samimi (dindar) Hristiyan ruhanilerle ittifak kurmaya teşvik ediyordu. Yani biz bugün diyalog Ku'ran'a uygun mu diye tartışırken, Bediüzzaman Hazretleri Sahih Hadis-i Şerif'iere dayanarak, Ahirzaman’a has bir uygulama olan İsevi Ruhani Liderleri ile 'ittifaktan' bahsediyor:
1-) 'Ahirzamanda isevilerin hakiki dindarları ehl-i Kuran ile ittifak edip müşterek düşmanları olan zındıkaya (inkarı uluhiyete) karşı dayanacaklarıdır.'
(Lemalar)
2-) 'Hz.İsa (AS) gelecek, şeriat-ı Muhammediye ile amel edecek.....ümmetimden olacaktır. - (Buhari, Müslim, İbn-i Mace)
ve bunu Risale-i Nurlarda 6 yerde zikretmektedir.
1-) 20.Lema - (İhlas hakkında) - 2.Sebebin Haşiyesi:“Sahih bir hadis ile sabittir ki: ahirzamanda İsevilerin hakiki dindarları ehl-i Kuran ile ittifak, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi...... “ (Lemalar)
2-) Kastamonu Lahikası - (27.Mektub) : '...... Biz değil onlar gibi (Hasan Avni) ehl-i diyanet ve tarikate mensub müslümanlar, şimdi bu acip zamanda, imanı bulunan hatta fırak-ı dalleden bile olsa onlarla uğraşmamak, ve Allah'ı tanıyan ve ahireti tasdik eden Hristiyan bile olsa, onlarla medar-ı niza noktaları medar-ı münakaşa etmemeyi...'
3-) Emirdağ Lahikası -1 (27.Mektub) : ' Bu endişeyi teselliye medar, alem-i İslamın tam intibahıyla(uyanmasıyla) ve yeni dünyanın, Hrıstiyanlığın hakiki dinini dustüru hareket ittihaz etmesiyle ve alem-i İslam ile ittifak etmesi ve İncil, Kurana ittihad edip tabi olması....'
4-) Emirdağ Lahikası -1 (27.mektub) - Bir derce mahremdir -:' Çünkü herhalde şimal cereyanı, İslam ve İsevi dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslam ve misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacak.'
5-) Emirdağ Lahikası -1 (27.mektub) :' Risale-i Nurun İhlas Lemalarında denildiği gibi, şimdi ehl-i iman, değil Müslümn kardeşleriyle, belki Hristiyanın dindar ruhanileriyle ittifak etmek ve medar-ı ihtilaf meseleleri nazara almamak, niza etmemek gerektir.'
6-) Sikke-i Tasdik-i Gaybiyye:' O Zatın üçüncü vazifesi, hilafet-i İslamiyyeyi, ittihadı İslama bina ederek, İsevi ruhanileri ile ittifak edip din-i İslama hizmet etmektir.'
Yine Üstad Hazretleri Mektubat adlı eserinin 54. sayfasında: 'Bu hareketin (ateizmin) çok kuvvetli göründüğü o zamanda hakikî Hıristiyanlık ortaya çıkacak, yani semadan ilâhî rahmet inecek; hali hazırdaki Hıristiyanlık dini böyle bir hakikat karşısında arınacak, batıl itikatlardan ve tahriflerden uzaklaşarak, İslâm'a doğru manevî bir inkılâb geçirecek...' demektedir.
Ve yine Mektubat adlı eserinin 3.Sayfasında,: Âhirzamanda Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelecek, Şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) ile amel edecek mealindeki hadîsin sırrı şudur ki: Âhirzamanda felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfrîye ve inkâr-ı uluhiyete karşı İsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılab edeceği bir sırada, nasılki İsevîlik şahs-ı manevîsi, vahy-i semavî kılıncıyla o müdhiş dinsizliğin şahs-ı manevîsini öldürür; öyle de Hazret-i İsa Aleyhisselâm, İsevîlik şahs-ı manevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı manevîsini temsil eden Deccal'ı öldürür.. yani inkâr-ı uluhiyet fikrini öldürecek.”
Yani, Hristiyanlar ile Müslümanların birlikte ateisme karşı mücadelede hareket edeceklerine işaret ediyor.
1953 senesinde Istanbul'un 500. fetih yıldönümünde Patrik Athenagoras ile görüşen Bediüzzaman ona şöyle der:
'Hıristiyanlığın dini hakikîsini kabul etmek, Hazreti Muhammed'i peygamber ve Kur'anı Kerîmi de Kitabullah kabul etmek şartıyla ehl-i necât olacaksınız (kurtuluşa ereceksiniz).' Athenagoras ise cevaben: 'Ben kabul ediyorum! ' deyince, Bediüzzaman: 'Pekâlâ, siz bunu dünyanın diğer mânevî reislerine de söylüyor musunuz? ' diye sormuş. Patrik: 'Söylüyorum; fakat onlar kabul etmiyorlar.' diye cevap vermiştir.(Necmeddin Şahiner, 'Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî', Nesil Basım Yayın, s.405.)
Buradan anlaşılıyorki, 1960 yılında vefat eden Asrımızın Müceddidi Üstad Bediüzzaman Hazretleri, ileride bırakın bir diyaloğun oluşmasından, Hristiyan-Müslüman ittifakından ve ateizme karşı birlikte mücadele edileceğinden hiçbir tefsire gerek kalmaksızın bahsetmektedir.
B) DURUM DEĞERLENDİRMESİ:
1-) Bu Dialog çalışmaları ile, ne Hristiyanlık nede Musevilik HAK DİN olarak kabullenilmiyor. Diyalog, Kur'an-ı Kerim'in Ali İmran 104, 110 - Bakara 143 - Saff 10,11 – vb. ayetlerinde bahse konu olan İRŞAD ve TEBLİĞ aracı olarak kullanılmaktadır.
2-) Hristiyanlıktaki teslis inancı tasdik edilmiyor. Tam tersine, şu an az da olsa yaygınlaşmasını istediğimiz Hz.İsanın Allah’ın oğlu değil, Allah’ın ululazm bir peygamberi olduğu fikri benimsetilmeye çalışılıyor. Bu vesile ile Efendimiz (SAV) in peygamberliğe kabulu daha kolay olacaktır.
3-) Üstadın bahsettiği Hristiyanlar ile ittifakın MAKUL ve uygun Zemini inşallah hazırlanmaktadır.
4-) Medeniyetler arası çatışma tezinin aksine, Müslümanların ve Peygamber Efendimizin (SAV) terörist değil, şefkat ve merhamet Peygamberi(SAV) olarak tanıtılmaya çalışılmakta ve başarılı adımlar atılmıştır.
5-) De ki: 'Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek bir kelimeye gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiç bir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim. (Ali İmran Suresi, 64) ayetinin daveti yapılıyor!
C) Dialoğu Kuran’a yakıştırmayanlara soruyoruz:
Bu konuda bazı Hasedleri imanlarının önünde olan kardeşlerimiz aceleci tenkit etmekteler ve en hafif tabir ile içtihat hatası yapmaktalar.
1-) Kur'an-ı Kerim, hristiyan papazlara, kardinallere veya hahamlara İslamı tebliğ etmeyin mi diyor?
2-) Peygamber Efendimiz(SAV) , bir Yahudi alimi olan Abdullah ibn-i Selem ile diyalog kurup, onunla tanışmasa ve görüşmese idi, acaba Sahabe olma şerefine erişebilirmiydi?
3-) Habeşistan'a hicrete gönderdiği sahabesini, oranın Meliki ve dini lideri olan Hristiyan Necaşi ile diyalog kurup ondan kendi ashabının sığınmasına ve bu vesile ile İslamı TEBLİĞ etmeseydi, Necaşi mümin olarak vefat edebilirmiydi? Ve Efendimiz (SAV) onun gıyabında cenaze namazını kılar mıydı?
4-) 2004 yılı Mevlüt Kandili kutlamaları AB nin Merkezi olan Brükselin en büyük Kilisesinde İsevi ruhanilerce (papaz ve kardinaller dahilinde) Peygamber Efendimizin (SAV) doğum günü kutlanmış ve bunu "Dinleraarası Diyalog" çatısı altında yapıldı. Bu tarihte bir ilk idi, peygamberliğini kabul etmedikleri Peygamberimiz (SAV) ruhaniyeti karşısında onun doğum gününü kutlanması. Bugün hürmet eden, yarın sizce iman etmez mi? Bundan daha iyi tebliğ mi olur?
5-) Diyalog süreci ile Türkiye’deki Papaz ve hahamlara İslam dininin bir vecibesi olan orucu tanıtma gayesi ile iftar yemekleri verildi, hatta bazı papazların saygı gereği olsa gerek Ramazan ayında oruç tuttuklarını beyan etmeleri, hergün cevşen ve yasin okudukları beyan etmiş olmaları (Kardinal Men.Marovitch - Vatikanın Türkiye temsilcisi) , İslam camiası adına sevindirici değil midir?
(Bakınız:http://www.nurpenceresi.com/moduller.php? modul=dosyaizlet&op=1&id=239)
6-) Öne sürülen Maide suresi 51. ayet: “ yahudi ve hristiyanları dost edinmeyiniz...........“ mealindeki ayet-i kerimenin diyaloğu redettiği anlamı ile ne alakası var? Bakın bu ayetin Tefsiri için Elmalı Hamdi Yazır nediyor: 'Bu ayet, Yahudi ve Hristiyanlarla dost olmayınız” demiyor, “Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyiniz diyor. Şu halde Yahudi ve Hristiyanlara iyilik etmekten, dost olmaktan, onlara amir olmaktan men edilmiş değiliz, onları dost edinmekten ve yardakçılık yapmaktan men edilmekteyiz'
Ayrıca,Kuran müşriklerden kız almayı yasaklarken, Ehl-i Kitab'tan (Hristiyan ve Yahudiden) kız alınmasına ruhsat vermiştir. Yani müslüman bir erkek, ehl-i kitab bir kızla evlenebilmekte ve buna cevaz vardır. Sizin iddianızı baz alacak olursak, “İslamiyet Yahudi ve Hritiyanlarla dost olmayın ama kızlarını alabilirsiniz “ tarzında bir anlam çıkar ki bu da haşa Kur'an'ın değil, sizlerin çelişkisidir.
Nerede bu ayetin kast ettiği hakikat nerede dyialog yapmayınız yaklaşımı?
7-) Siyer kitablarında Efendimiz (SAV) in Ebu Cehil (Ümmetimin deccalı dediği) kişiyi, tebliğ maksatlı 100 defayı aşkın ziyaret ettiği naklediliyor. Yani sizin mantığınıza göre Efendimiz (SAV) Ebu Cehil’i dost mu edinmiş oldu ki 100 defa ayağına gidip ziyaret etmiştir?
8-) Efendimiz (SAV) vefat ettiğinde, bir yahudiden aldığı borçuna karşılık (ki bu borç yine İslam adına kullanılmış bir borçtur) rehin olarak Kalkanını vermiş, ve vefat ettiğinde Sahabe Efendilerimiz bu borcu ödeyip kalkanı geri almışlardır. Yani Efendimiz (SAV) bir yahudiden aldığı borca karşılık yahudileri dost mu edinmiştir?
9-) Fatih Sultan Mehmet İstanbul fethinden sonra açılmalarına yardım ettiği kiliselerden dolayı onu Hristiyan dostu mu ilan edeceksiniz?
10-) Dialog çalışmalaı süreci içersinde, Biz İslami taraftan hiç: Hristiyanlık Hak Dindir, yahudilik Hak dindir diye bir ifade duydunuzmu? Biz diyoruzki, herkesi konumunda kabul edelim! Dileyen dilediği inanca sahib olsun. Ayrıca, şu an dünyada bir terörsit bir dinmiş gibi algılanan İslamın doğru yüzünü hrsitiyan ve yahudi ruhanilerine gösterelim! Bunda sizi rahatsız eden ne tür bir sakınca var?
11-) Fethullah Gülen Hocafendinin 'Lailahe İllalahé diyen kurtulur diye bir sözü yoktur. Bakın nediyor: 'Lailahe İllallah diyenlere RAHMET ile bakılmalıdır. Çünkü Allahın tek olduğunu kabul edenler, Hz.İsanın peygamber olduğunu kabul etmiş olmaktadırlar. Dolaysıyla, Peygamber Efendimiz(SAV) i kabullenmeleri daha kolay olacaktır.' Bu Tebliğ metodunda yanlış olan nedir?
12-) Adı Çay partisi olur, Altın günü olur veya Dialog olur, eğer niyet Allah ve Resulunu tebliğ ise, neden Kuran ve Sünnet ile çelişsinki?
13-) Şamın Valisi Ebu Ubeyde bin Cerrah, Şamı terk etmek zorunda kalıdığı Bizans istilasına karşın, kendi raiyetindeki papazları çağırmış, onlardan geçici bir süre Şamı terk etmek zorunda kalacakları için, onlardan aldığı vergiyi iade etmiş, ve papazlar üzülerek kiliselerine dönmüş tekrar Müslümanların raiyetine girmek için kendi halkları ile beraber dua etmişlerdir. Yani,gerek Efendimiz (SAV) gereksede Sahabe Efendilerimiz (R.A) her dönemde özellikle Ehl-i Kitab ‘a İrşad ve Tebliğ yapmış ve örnek olmuşlardır.
D) İtirazlara Cevaplar:
1-) İddia: “Dinler arası diyalog yerine, 'dinlere tebliğ', 'dinlere davet' sözleri kullanılsa ve bu sözlerin de içerikleri doldurulsa, amaç hâsıl olur. Fakat ne yazık, görünen o ki, dinler arası diyalog faaliyetlerinde Hıristiyan ve Yahudî din âlimlerinin ve dinlerinin reklam ve tanıtımları yapılarak, Islâm topraklarında onlara meşrutiyet sağlanmakta ve misyonerlik faliyetleri artmaktadır.”
Hocaefendinin papaya yazdığı mektubtada açıkça belirttiği üzere, islamiyetin yanlış anlaşılan bir din olmaktan çıkartılması gayesi ile bu Dialog çalışmalarına katılmayı öngörmektedir. Dolaysıyla bunun adı Tebliğ dir. Neyin tebliği? Yanlış tanıtılan, terörist tanıtılan, fakir olmaya mahkum tanıtılan Müslümanlık, doğru tanıtılacaktır.
Kullanılan sözler içi doldurulmadıktan sonra ne önemi vardır ki? Ben Dinler arası dialog adı altında dinime davet edemezmiyim? Buna engel olan nedir? Şekli sözcükler mi Allah’a tebliğ yapıp yapmamıza karar vermektedir. Sanki bu dialog çalışmaları neticesinde Türkiye'de misyonerlik faaliyetleri başlamış veya artmıştır. Türkiye zaten misyonerlik faaliyetleri kıskacında olduğu 200 yıldır bilinmekte idi. Bunun Dialog grubuyla bir alakası yoktur. Dikkatle takip ederseniz yapılan ortak Konferanslarda hep İslam ön plana çıkmaktadır. Diğer dinler değil. (bakınız. Abant toplantıları)
“Milletimin imanını selamette görürsem, cehennemler de yanmaya razıyım, çünkü ben cehennemde yanarken, gönlüm gül gülistan olur” dizeleriyle Ülkemizin birincil hastalığı olan İman eksikliğini gidermeye çalışmış olan Bediüzzaman Hazretleri, yine bu imansızlık hastalığına reçete olarak sunduğu Risale-Nurlarda, bu hususu 80 sene önce dile getirmiştir. Türkiye’de ve dünya’da imansızlık hastalığına karşın açılan onbinlerce ışık evleri, binlerce yurtlar ve dil kursları, yüzlerce Türk Kolejleri HAHAM ve PAPAZ mı yetiştiriyor Allah aşkına? Zaten bu Ateist ve misyonerlik faaliyetlerine bir siper mahiyetinde açılan bu müesselere ne yapıyor zannediyorsunuz?
2-) İddia: Bir Ayeti Kerime:'İnsanların mü'minlere karşı düşmanlıkta, en şiddetlisi olarak Yahudîleri ve müşrikleri bulacaksın ve insanların sempatice en yakını olarak da biz nasraniyiz (Hıristiyanız) diyenleri bulacaksın.' (Mâide, 82)
Yine Elmalı Hamdi Yazar ın bu ayetin tefsirine göre, islamiyete en yatkın olanları Hristiyanlar olarak görmektedir. Allahu alem, Üstad hazretlerinin Hristiyan-İslam ittifakı ile Ahirzamanda Hz.Mesihin nuzülü arasındaki hikmet buradan kaynaklanıyor.
3-) İddia: “Hristiyanlar ile Dialog adı altında onlara karşı özenti oluşturuluyor. “
Acaba? Yoksa, hristiyanlarınmı biz Müslümanlara bir özentisi oluşturuluyor? Bunu iyi takip etmek lazım! Efendimiz(SAV) yaşantıları itibariyle tabiki hristiyan ve yahudilere muhalefet etmiştir. Zaten kimse Hristiyanları ve gelenklerini örnek alın demiyor ki? Yılbaşı kutlamalarınıda mı bu dialog çalışmaları başlattı diyeceksiniz...?
4-) İddia: ”Toplumun önünde yürüyen insanlar, yaptıkları işler eleştirilince, bu eleştiriler nefislerine ağır geldiği için bazen inandıkları doğruları bile reddetme noktasına gelebiliyorlar. '
Kuran ve Sünnet'e uygun olmayan her eleştiriye açığız ve hepimizde açık olmalıdır.Biz sırtımızdaki akrebi görüp bizi uyaran kardeşlerimize herzaman şükran duyar teşekkür ederiz.Zaten yaptığını tenkitleri Allah rızası için yaptığınıza inandığımız için İÇTİHAT HATASI yapıyorsunuz diyorum. Yani yine inşallah sevap kazanıyorsunuz. Ama ifrata kaçıp bir mümini Küfür ile itham etmek, Hadisi Şerifin tehditli ikazıyla kendisi Kafir olur,hafizanallah.
5-) İddia: “Ahmet Şahin Hoca, ehl-i Kitab ile Amentude ittifakımız var, diyerek, Kuran ile çelişti! ”
Bakın İmanın 6 şartına bakalım: Allah'a, peygamberlere, meleklere, kitablara, ahiret gününe ve kadere iman.
Biz Hristiyanların hem peygamberine (Hz.İsaya) hem Kitabına (Aslına uygun olan İncile) , aynı şekilde musevilerin hem peygamberi(Hz.Musa) hemde kitabına (Aslına uygun olan Tevrata) inanıyoruz. Hernekadar sıfatları ve isimleri dinimize uymasada, her iki dindede Allah inancı var, melek inancı var, cennet-cehennem inancı var - kader inancı var. Tabiki tesliste ittifakımız yok! Tabiki Allahın oğlunda ittifakımız yok! Ama bakın Kuran nediyor: De ki: 'Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek bir kelimeye gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiç bir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim. (Ali İmran Suresi, 64)
6-) İddia: “Müslüman Meryem'i İbrahim(a.s) anma gününde Bir papaza nikahlayanlar arasında Fethullah gülen yok muydu? .Bu mu dinler arası diyalog? ”
Bir kere, bahsettiğiniz konuda evlenen erkek bir papaz değil. Kendisi evleneceği yıl Kelimeyi tevhit getirmiş, ramazan ayında oruç tutmuş ve aynı ramazan ayında 5 vakit namazını kılmış bir kişi. Haberin devamında bu bilgiler var. Dolaysıyla bu kişinin papazlıkla ne alakası var? Kaldıki, bu nikahı kıyan bir papaz ile bir cami imamı idi. Yani Fethullah Gülen Hocaefendi zaten o yıl Türkiyede yok idi. Bu iki çift, Hz.İbrahim (AS) beldesi olan Urfa’da, böyle bir İbrahimi Dinler Konferansı olacağını duyunca, kendi kararları ile hem papaz hemde imamın huzurunda nikah kıymışlar.
7-) İddia: “Yahudiler islam aleminin en büyük düşmaınıdır.Nitekim kinleri uğruna islamın nurunu söndürmek için çıkarmadıkları fesat kalmamıştır bu güne dek.”
Hem yobaz hristiyanlar hemde yahudiler bize düşmandır. Hocaefendi bunlardan hangisini övdü Allah aşkına? Yani, ne yahudi nede hristiyan ile tebliğ dışında biz biraraya gelmeyiz. Niyet tebliğdir. Aynı Efendimzi (SAV) in yaptığı gibi. Bir yahudi Alimi olan Abdullah ibni Selem acaba Efendimzi (SAV) dialog çalkışması ile yaklaşmasa idi, Sahabe olma şerefine kavuşabilirmiydi?
8-) İddia: “Sonrası efenim Fethullah hoca 'Vatikanda ölmeyi istedim'.Bu yorumu her tarafa çekilebilir.Nitekim ben bir anlama veremedim.Umarım siz bir anlam verirsiniz.”
Hocaefendinin böyle sarf etmiş olduğu bir cümle yok.! İftira!
9-) İddia: “ Fethullah Hoca ile birlikte Papayı ziyaretinde yanında olan Aladdin Kaya ‘nın, Papanın elini öptüğü nederece bir müslümana yakışır? ”
Aynı, şekilde buda yanlış bir iddiadır. Bazı Cd lerde Fotomontaj olarak bu tür sahneler yapılmıştır. Ancak, kesinlikle alakası yoktur!
SONUÇ:
Adı ister dinlerarası diyalog olsun, ister çay partisi -muhabbet günü olsun, isterse adı altın günü olsun, eğer niyetim Tebliğ ise, inanıyorum ki Allah ve Resulu hoşnuttur ve bunu Kuranda teşvik etmektedir. Bir mümin, bir mümin hakkında HÜSNÜ ZAN ile memurdur. Çünkü ameller niyetlere göredir. Ve Niyetleri ancak Allah bilir!
Ben İslam dinime o kadar güveniyorumki, hristiyanlar ile bir arada olduğumda eğer birileri etkilenecekse, o zaman bilinki o bir mümin olarak biz değil onlar etkilenecektir inşallah. Aynı şu misalde olduğu gibi:
Üstad hazretleri dönemin hahambaşı Yahudî Karasso ile yaptığı münakaşa, Hahambaşı girmiş olduğu odadan, üstad ile yaptığı hararetli tartışma neticesinde, adeta kaçar vaziyette odadan çıkmış, dışarıda kendisini bekleyen heyetin; “ Efendim, ne oldu, neden bu kadar süratle çıktınız? ” sorusuna karşılık: “ Biraz daha kalsaydım, Müslüman olmaktan korktum” itirafında bulunmuştur. (Bediüzzaman Said Nursî, 'Tarihçei Hayat', Envar Neşriyat, Istanbul 1996, s. 6)
Rabbim bizi içimizdeki niyeti en halis kullarından eylesin, samimiyetten ayırmasın.
Bediüzzaman'a göre "Îsevî Rûhânilerle ittifak" keyfiyeti
Yazar Dr. Emin Şimşek
Çarşamba, 19 Ekim 2005
Bediüzzaman Hazretlerine göre "Îsevî rûhânilerle ittifak" keyfiyeti
Asr-ı Saadetten Günümüze Diyalog (6. Bölüm)
Bediüzzaman Hazretleri kendi yaşadığı dönemden sonraki bir dönemde, Hristiyan–Müslüman diyaloğunun ötesinde, bir ittifaktan , Risale-i Nurlarda tam 8 yerde bahsetmektedir :
1-) "Hattâ, hadis-i sahihle (67.a.) , âhirzamanda İsevîlerin hakikî dindarları ehl-i Kur’ân ile ittifak edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat, değil yalnız dindaşı, meslektaşı, kardeşi olanlarla samimî ittifak etmek, belki Hıristiyanların hakikî dindar ruhanîleriyle dahi, medar-ı ihtilâf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve nizâ etmeyerek, müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar. (67.b.)"
Ahirzaman ile ilgili Sahih bir Hadisi tefsir eden Bediüzzaman Hazretleri , Hristiyanların Hakiki Dindarları ile Müslümanlar , İnkar-ı Uluhiyet güden Ateizme karşı İttifak'a muhtaç olduklarından , değil sadece müslümanlar ile , hakiki dindar İsevi Ruhaniler ile bile gereksiz münakaşa ve münazara konularına girilmemelidir demektedir. Bediüzzaman hakiki Hristiyan Ruhaniler derken , İslama düşman olmayan , belki İslamın Ana kaidesi olan Allahın "Birliği” ve Hz.Muhammed (SAV)’in Peygamberliğini kabul etmeye yatkın veya kabul eden İsevilerden bahsetmektedir ki , günümüzde bir çok İsevi Ruhaniler artık , Allah’ın üç değil "Bir" olduğuna , ve Hz.İsa (AS) mın Allah’ın oğlu değil , Allah’ın bir peygamberi ve Hz.Muhammed’in (SA) tarihi açıdan son peygamber olduğunu kabul etmektedir. Bunların başında , İstanbul’un Vatikan Temsilcisi Mr. Monsenyör George Marovitch gelmektedir. Kendileri yapmış oldukları bir mülakatta (67.c) , Allah’ın üç değil bir olduğunu , Hz.İsa’(AS) mın bir oğul değil , peygamber olduğunu , ve Hz.Muhammed’in peygamberliğini kabul ettiklerini ancak şimdilik bunu resmi ilan edemediklerini belirtmiş olması , Dinler arası Diyalog faaliyetlerinini nekadar doğru bir çizgide seyrettiğini tescil etmektedir. Vatikan'ın 1994 yılında başta Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.) olmak üzere diğer dinlerin Peygamberlerini de peygamber olarak kabul ettiklerini, kendilerinin resmî yayın organı “La Civilta Cottolica” dergisinde yayınladıkları bilinmektedir. (67.d.)
2-) "Alem-i İslamın tam intibahiyle ve yeni dünyanın, Hıristiyanlığın hakiki dinini düstur-u hareket ittihaz etmesiyle ve alem-i İslamla ittifak etmesi ve İncil, Kur’ân a ittihad edip tabi olması, o dehşetli gelecek iki cereyana karşı semavi bir muavenetle dayanıp inşaallah galebe eder." (68.a.)
Bediüzzaman Hazretleri , yine Haristiyanların Hakiki dindarları ile bir ittifaktan bahsediyor ve bu ittifakın neticesi olarak , İncil’in Kur’ana tabi olacağını beyan ediyor. Allahu Alem bissevab , bunun gerçekleşmesi için , bahse konu aslına uygun İncilin bulunması gerekirki , buda Asrımızda yeni bulunmuş olan Barnaba İnciline bir işaret olsa gerek. Bu İncil'in bir nüshası yıllar önce bulundu ve Arapça ve Farsçaya da tercüme edildi. Barnaba İncil'inin içerdiği kıssalar , Genel olarak Kur'an'ın Meryem oğlu İsa Mesih ile ilgili olarak aktardığı kıssalarla örtüşmekte (68.b.) ve dört İncil' den ayrıldığı en önemli noktalar şunlardır:
a- Barnaba İncili, Hz. İsa'nın ilâh veya Allah'ın oğlu olduğunu kabul etmez.
b- Hz. İbrahim'in kurban olarak takdim ettiği oğlu Tevrat'ta belirtildiği ve hristiyan inançlarında anlatıldığı gibi İshak değil, İsmâil (a.s.)'dır.
c- Beklenen Mesih(Son Peygamber) Hz. İsa değil Hz. Muhammed'dir.
d- Hz. İsa çarmıha gerilmemiş, Yahuda İskariyoth adında biri ona benzetilmiştir. (68.c.)
Ayeti Kerimede geçen : “ Onların Tevrat’taki misâli buna benzer; İncil’deki misallerine gelince...” (Fetih, 48/29) diyerek Tevrat’ta ve İncil’de Resûlullah’tan (s.a.s) ve O’nun ashâbından bahsedildiğini haber vermekle beraber,bir gün gereken tetkikler yapıldığında -inşaallah- sahih olduğu ortaya çıkacak olan Barnabas İncili’nde zaten apaçık Efendimiz’in (s.a.s) isminden bahsedilmektedir.(68.d.) Yapılan Karbon tahlillerinde 16.-17.Asır öncesinin olduğu kesinleşen bu İncilin , bir gün bulunan bu İncil nüshası gün yüzüne çıktığında, tarihin yeniden yazılması da kaçınılmaz olacak.. (68.e.)
3-) "Misyonerler ve Hıristiyan ruhanileri, hem Nurcular, çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü, herhalde şimal cereyanı, İslam ve İsevi dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslam ve misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacak."(69)
Bediüzzaman Hazretleri , Şimal cereyanı diye nitelendirdiği o dönemki İnkar-ı Uluhiyetin (Ateismin) temsilcisi olan Kominizmin , kendinini korumak ve rejiminin ömrünü uzatmak maksadıyla, Müslümanların ve Hristiyanların ittifak etmelerini önlemek istiyebileceğini , bir uyarı mahiyetinde beyan ediyor !
4-) "Risale-i Nur’un İhlas Lem alarında denildiği gibi, şimdi ehl-i iman, değil Müslüman kardeşleriyle, belki Hıristiyanın dindar ruhanileriyle ittifak etmek ve medar-ı ihtilaf meseleleri nazara almamak, niza etmemek gerektir. Çünkü küfr-ü mutlak hücum ediyor." (70)
Mutlak Küfür olan Ateismin hücumlarına karşı mukavemet edebilmek için , değil sadece Müslümanların , Hakiki dindar Hristiyanların ruhanileri ile bile ittifakın gerekliliğine işaret etmektedir. Bu , ittifakın zedelenmesini önlemek için, bir takım ihtilaflı meseleleri dahi gündeme getirmemek , getirilmişse şayet konuyu derhal kapatmanın gerekliliğine işaret var ! Üstadın Risalelerde kullandığı “belki” kelimesi ,çoğu yerde kesinlilik arz etmektedir.
5-) "O Zatın üçüncü vazifesi, hilafet-i İslamiyyeyi, ittihadı İslama bina ederek, İsevi ruhanileri ile ittifak edip din-i İslama hizmet etmektir." (71)
Bediüzzaman , kendisinden sonra gelecek olan Zat’ın , bir takım vazifelerinden bahsettikten sonra , üçüncü vazifesi olarak , Sahabeyi Kiram veya Osmanlı dönemindeki Devleti idare şekli olan Hilafet Sistemini rehber edinmiyeceğini , bunun yerine İslam Birliğini (belki Osmanlı Milletler Birliği benzeri bir teşekkülü ) kurmayı hedefliyeceğini belirtmiştir. Bu Hedef doğrultusunda , İsevi ruhanilerle ittifakın gerçekleşeceğini ve bu ittifakın İslam dinine Hizmet şeklinde semerelerini vereceğini söylemektedir.
6-) "İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın şahsiyet-i mâneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlâhiyenin semâsından nüzul edecek, halihazır Hıristiyanlık dini o hakikate karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek, mânen Hıristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılâp edecektir. Ve Kur’ân’a iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı mânevîsi tâbi ve İslâmiyet metbû makamında kalacak, din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlûp olan İsevîlik ve İslâmiyet, ittihad neticesinde dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken, âlem-i semâvatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsâ Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadîr-i Külli Şeyin vaadine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır. Madem Kadîr-i Külli Şey vaad etmiş, elbette yapacaktır." (72.a.)
Ateizmin Dünyada çok güçlü olduğu bir dönemde , Allah’ın Rahmeti ile Hristiyanlık Dini tahriflerden sıyrılarak aslına dönecek ve Hz.İsa (AS)’mın şahs-ı manevisini temsilen , İslamın hakikatleri ile birleşerek , bir nevi İslamiyete inkılap etmiş olacaktır ! Demekki , Hz.İsa’mın (AS) Şahs-ı Manevisinin oluşması , Hristiyanlığın aslına dönüp Müslümanlarla birleşmesine bağlı ! Hak Din olan İslamiyete tabi olan Hristiyanlık dini, bu birleşme ile , büyük bir güçlenme dönemine girmiş olacak. Dinsizlik fikrine karşı ,ayrı ayrı mücadele ettiklerinde muvaffak olamayan İsevilik ve İslamiyet , ittihat sonucu dinsizliği yenecek istidada kavuşmuş olacaktır. İşte tam bu sırada , Cismaniyeti ile 3.Hayat Tabakasında bulunan (72.b.) Hz.İsa (AS) güç kazanan Hak Dinin başına geçeceğini , Allah Resulu (SAV) herşeye Kadir olan Allah( C.C.) ‘nun vaadine istinaden haber vermiştir. Madem vaad etmiş ,elbette yapacaktır !
7-) “Şahs-ı İsa Aleyhisselâmın kılınciyle maktul olan şahs-ı Deccalın, teşkil ettiği dehşetli maddiyyunluk ve dinsizliğin azametli heykeli ve şahs-ı mânevîsini öldürecek ve inkâr-ı ulûhiyet olan fikr-i küfrîsini mahvedecek ancak İsevî ruhânileridir ki, o ruhâniler din-i İsevînin hakikatini hakikat-i İslâmiye ile mezc ederek o kuvvetle onu dağıtacak, mânen öldürecek. Hattâ, "Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelir, Hazret-i Mehdîye namazda iktida eder, tâbi olur" diye rivayeti (73.a.), bu ittifaka ve hakikat-i Kur’âniyenin metbuiyetine ve hâkimiyetine işaret eder." (73.b.)
Hz.İsa (AS) mın Şahsı manevi kılıncı ile öldürülecek Deccalın Şahs-ı manevisi sonrasında , dehşetli ve güçlü olan Materyalizm ile Dinsizlik Fikride öldürülmüş olacaktır. Bunu (Ateism fikrininin öldürülmesini) hakiki Dindar İsevi Ruhaniler gerçekleştirecektir. Bu Ruhanilerin o güce ulaşması ve bunu başarması , ancak Hrıstiyanlık Dinini İslam Hakikatleri ile inkılab ettirmeleri neticesinde olabilir ! Hz.İsa (AS) mın , Ahirzamanda Hz.Mehdiye namazda tabi olacağı Hadisi şerifide , bu İttifaka ve İsevi ruhanilerinin Kur’ana tabi olmalarına işaret etmektedir.
8-) "Ey Câmi-i Emevîde kardeşlerim! Ve yarım asır sonraki âlem-i İslâm camiindeki ihvanlarım! Baştan buraya kadar olan mukaddemeler netice vermiyor mu ki: İstikbalin kıt’alarında hakikî ve mânevî hâkim ve beşeri, dünyevî ve uhrevî saadete sevk edecek yalnız İslâmiyettir ve İslâmiyete inkılâp etmiş ve tahrifattan ve hurafattan sıyrılacak İsevîlerin hakikî dinidir ki, Kur’ân’a tâbi olur, ittifak eder." (74.a.)
Bediüzzaman Hazretleri , Hicri 1327 (M. 1909 ) ‘de Şam'da Emevi Camii'nde içlerinde 100 Alim olmak üzere toplam on bin kişiye verdiği hutbesinde, Hicri 1371'den (M.1952) sonraki İslam aleminin geleceğine yönelik izahlar yapmıştır (74.b.) İfadelerde geçen , yarım Asır sonrasındaki (Hicri 1421 - M.2001) İslam alemine hitab ederken , bu yıllarda İslamiyetin dünyada Hüküm sürme eğilimine gireceğini , hem Dünya hemde Ahiret Saadetine vesile olacağına , aynı zamanda Hrıstiyanlığın tahrifatten ve hurafelerden sıyrılıp , İslamiyete inkılab etmeye başlıyacağına , bunu yaparkende Kur’ana tabi olmayı kendilerine Rehber edinip , İslamiyet ile İttifak edeceklerine işaret etmiştir. Cay-ı Dikkat bir diğer husustur ki , Bediüzzaman Hazretleri “Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar, Allah da razı olmuyor. Fakat kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlamayı diliyor.” (Tevbe /9:32) Ayetinin tefsirinde , Hicri 1324 senesine işaret ettiğini beyan ettikten sonra , bir vecihle eğer şeddeli “lam”lar ve “mim” ler ikişer sayılsa, bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zatlar ise, Hazret-i Mehdînin şakirtleri olabilir. “ (74.c.) diyerek , Hicri 1424 ( M.2003 ) yılına remzen parmak basıp , bahse konu İsevi Ruhanilerinin Kur’ana tabi olup , İslamiyetle ittifak etmelerine vesile olacak Şahs-ı manevinin , Mehdinin şakirtleri olduğu izlenimini vermektedir.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------
67.a. Buhari, 4:205, Müslim, 1:136, Fethul kebir, 2:235
67.b. Lem'alar, Haşiye, Sayfa 155
67.c. M. İsmail TEZER, Yeni Asya gazetesi, 31.03.2005 tarihli Röportaj.
67.d. Halil Uslu , Yeni Asya gazetesi, 06.02.2004 tarihli Köşe yazısı
68.a. Emirdağ Lahikası, Sayfa 53
68.b. Bu İncil, İtalyanca el yazması olarak bulundu. 1907'de Oxford Üniversitesi matbaasında basıldı ve yayımlandı. İngilizce çevirinin hemen tamamı aniden ve gizemli bir şekilde piyasadan kayboldu. Bu çeviriden yalnız ikisinin varlığı bilinmektedir: Biri British Museum'da, diğeri de Washington Kongre Kütüphanesi'ndedir. (Muhammed Ataurrahim, Jesus Prophet of İslâm, England 1977, s. 42) . Son zamanlarda ülkemizde de İncil'in izlerine rastlandığı ve üzerinde bazı çalışmaların yapıldığı bilinmektedir: Bunlardan biri, Abdurrahman Aygün'ün 'İncil-i Barnaba ve Hz. Peygamber Efendimiz Hakkındaki Tebşîrâtı' isimli basılmamış eseridir. Eser 1942'de yazılmıştır. (bk. Osman Cilacı, 'Barnaba İncili Üzerine Bir Türkçe Yazma ', Diyanet Dergisi, Ekim-Kasım-Aralık,1983, cilt:19, sayı: 4, s. 25-35) Yine 1984'te Hakkari civarında bir mağarada, Ârâmî dilinde ve Süryânî alfabesi ile yazılmış bir kitap bulunduğu ve bunun Barnaba İncili olduğu, yurt dışına kaçırılmak istenirken yakalandığı da bilinmektedir. (bk. İlim ve Sanat, Mart-Nisan 1986, sayı: 6, s. 91-94) . Ayrıca, 'Barnaba İncili' adıyla Mehmet Yıldız tarafından İngilizce'den dilimize çevrilen bir eser de 1988 yılı içerisinde Kültür Basın Yayın Birliği tarafından neşredilmiştir.
68.c. (Muhammed Ebu Zehre, Hristiyanlık Üzerine Konferanslar, Trc. Âkif Nuri, İstanbul 1978, s. 105-107) .
68.d. M.Fethullah Gülen, Sonsuz Nur
68.e. M.Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla – II,
69 Emirdağ Lahikası, Sayfa 139
70 Emirdağ Lahikası, Sayfa 179
71 Sikkeyi Tasdiki Gaybiyye, Sy.11
72.a. Mektubat, Sayfa 60
72.b. Mektubat, Sayfa 12
73.a. Buhari, Enbiya: 49; Müslim, İmân:244, 245, 247; İbn-i Mâce, Fiten: 33; Müsned, 2:336, 3:368
73.b. Şualar, Sayfa 506
74.a. Hutbe-i Şamiye, Sayfa 38
74.b. Hutbe-i Şamiye, Sayfa 28 (Haşiye)
74.c. Şualar, Sayfa 620
Yorum yaz! :: Arkadaşına Gönder!
muhammed fethullah gülen hocaefendinin sonsuz nur adlı eserlerini okumanı tavsiye ederim. ayrıca geçen pazar zaman gazetesinde çıkan müslüman olan eski bir papazın ropörtajı var o da çok faydalı olur. hem ülkemizdeki hristayan misyonerliğinin tehlikesini görmüş olur. ayrıca dini tebliğ adına atılan faaliyetlere iftira atmamış olursunuz. ahmed şahinin amentü konusunda iki yazısı var. onları ve hocaefendinin beyanlarınıda eksiksiz ve objektif olarak burada verirseniz hem iftiraya kaymaktan kurtulursunuz hemde okuyucular okuyucular daha sağlıklı bir değerlendirme yapma fırsatı bulmuş olur. yazınızda belirttiğiniz gibi gülen ve ona gönül verenlerin diyalogtaki tek amaçları islamı insanlara anlatmak ve hristiyan ise peygamber olan isa yı bulmalarını sağlamak ve islamı anlatmak yahudi ise (ki zaten incil ve tevratta efendimiz s.a.s bu kadar bozulmalarına rağmen geçmektedir) son nebiyi onlara tanıtmak ve islamın engin kucağına kavuşturmaktır.
şair güzel söylemiş. ayinesi iştir kişinin. dünya sayın gülenin şahsında islamın nur yüzünü tanıdığını söylerken. içimizdeki bazı dar düşüncelerin onu anlamaması ve temcit pilavı gibi aynı mevzuları öne sürmesi anlaşılır birşey değildir. hocaefendi bunlara defaatle cevap vermiştir ve bu cevaplar birçok yayın kurumunda ve gazete çıkmıştır. dediğim gibi bir kişi hakkında yazıyorsanız onunda beyanlarını burada yayınlamanız lazım eksiksiz olarak. bu kişi kim olursa olsun. Allah iftiradan cümlemizi korusun.