- 1386 Okunma
- 4 Yorum
- 2 Beğeni
Pastırma Yazı
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
C’était l’automne
Un automne où il faisait beau
Une saison qui n’existe que dans le Nord de l’Amérique
Là-bas on l’appelle l’été indien
Kulağıma Joe Dassin’in L’Ete Indien parçası geliyor. Kimse çalmıyor ama derinlerden, hafızanın katmanlarından bir yerden şarkı aklıma sızıyor. Brooklyn’li bir Yahudi’nin bu parçasını kimse bilmez buralarda. Ama on yıllardır benim aklımda; şimdi de yine yattığı yerden kalkmış, zihnimi kaplamış, neredeyse gözlerimin önüne perde çekecek.
Neyse ki Seven’ı gözden kaybetmiyorum. Benim gibi şarap ısmarlamış, bana rağmen beyaz söylemiş, bu kendini yaz sanan sonbahar sabahında ara ara yudumluyor. Şarap siparişini verdiğimizde garson kız ‘’Kutlama için mi?’’ diye sormuştu. ‘’Hayır, sadece yaprakların rengiyle güzel gidiyor’’ diye cevap vermişti Seven. ‘’Eğer renk için söylediysen, benim gibi kırmızıdan gidecektin’’ dedim. İki kadın da anlamadan bana baktı. ‘’Yapraklar kızarıyor ya...’’ diye açıklamaya kalktım. Seven gülümsedi: ‘’Ah, demek senin dünyanda kızılla kırmızı yanyana, uyumla yaşıyorlar. Bu da gömlek ve pantolon seçimini açıklıyor’’ Blucinin üzerine çektiğim mavi tişörtüme baktım ama bir sorun göremedim.
Kasım’ın 11 ydi ve hava Eylül başı sıcaklığındaydı. ‘’Belki de bira içmeliydin. Serin serin, iyi gelirdi’’ Terlememe bakarak söylemişti bunu. ‘’Cabarnet gayet güzel. Ben memnunum.’’ Saatine baktı, ‘’Ah! On bir olmuş. Neredeyse kaçırıyordum’’ Benim ‘’Neyi?’’ diye sormama fırsat bırakmadan ayağa kalktı. Ve bir yere gitmedi.
Kafenin kaldırım üstündeki masalarından birinde oturuyordum. Karşımda ise uzun boylu, sarı saçları toplu Seven ayakta duruyordu. Bana bakmıyor, gözlerini ileriye dikili ama herhangi bir noktaya odaklanmıyordu. Kollarını vücudunun iki yanından sarkıtmış, ellerini değdikleri noktadan bacaklarına bitiştirmişti. ‘’Ne yapıyorsun?’’ diye sordum. Duymamazlıktan geldi. Gözüm uzaktan bizi şaşkınlıkla izleyen garson kıza takıldı. Elinde tepsisi, getirdiği kahveleri müşterilerinin masasına bırakamadan kalakalmıştı.Ona ‘’Ne yapayım? Bu da böyle biri’’ türünden bir yüz ifadesi yaptım ama ondan da cevap alamadım.
Seven ayakta ne kadar durdu, bilemiyorum. Belki bir, belki de iki dakika. Sonra tekrar yerine oturdu, şarabından bir yudum aldı.Sormayacaktım. Nedenini bilmiyorum ama merakımdan öldüğüm halde sormayacaktım. Neyse ki o anlatmaya başladı.
‘’Genelde, topluluk içinde ayağa kalkıp, hareketsiz durmam. Yılda sadece bir kere, o da her Kasım ayının on birinde, saat on bir olunca bunu yaparım.’’
On birinci ayın on birinci günün on birinci saatinde... ‘’Eğer on bir geçe yapsaydın dijital saatin ekranı tamamen birlerden oluşurdu’’ Çocukken, ilk ‘elektronik’ saatimle oynadığım bir oyundu: Hevesle Kasım’ın on birini beklemek.. Bütün ekranı çubuklar doldurduğunda sebebini bugün unuttuğum bir zevk almak... Ama hiç ayağa kalkıp dikilmemiştim. Belki bir keresinde beni sözlüye çağıran hocayı bekletmiş, on biri on bir geçmeden yerimden kalkmamış, bu yüzden de sözlüden hatırlamak istemediğim bir not almıştım ama asla ayağa dikilip saygı duruşu kılıklı bir pozisyon almamıştım.
‘’Saygı duruşuydu bu yaptığım’’ dedi Seven, ‘’Ülkem için canını verenlerin anısına.’’
Bir süre söylediklerini sindirmeye çalıştım. Bunun için birden fazla Cabarnet yudumu gerekti.
‘’Bağışla ama Şehitleri Anma Günü Mayıs’ın sonunda değil miydi?’’
‘’Ben İnglizlerinkini kutluyorum’’
İş gitmemek için Moritanya’nın bağımsızlık gününü kutladığını iddia etmek gibi bir şeydi bu.
‘’Seven, sen İngiliz değilsin ki, Amerikalısın.’’
‘’Öyleyim. Ama dedelerim Bağımsızlık Savaşında İngiliz krallığına sadık kalan taraftaydılar. Dolayısı ile Mayıs sonundaki günde onların hatırası göz ardı ediliyor. O yüzden de ben onları İngilizlerin gününde anıyorum.’’
İtiraz etmek üzere ağzımı açtım; sonra bir şey demeden kapadım. Daha bir önceki gün ben de saygı duruşunda bulunmuştum. Benden başka kimsenin ayağa kalkmadığı, hatta uyanık olmadığı bir ortamda. Zaman farkı sekiz saat olunca gece biri beş geçe ayağa dikiliyorsun saygı duruşu için. Karanlıkta saate bakamıyorsunuz, aynadaki yansımanızda pijamalarınızı göremiyorsunuz. Ayakta rüya görmeye başladığınızda da sürenin dolduğuna hükmedip, yatağanıza geri dönüyorsunuz.
YORUMLAR
Önce l'ete indien'i dinledim, sonra da marie laurencin tablosundan çıkmış gibi görünen bir kadın düşledim, kasım ayındaki pastırma yazını ve sokak kafesini de ekleyince manzara tamamlandı. gündüz 11'de ya da gece 1'de insanı ayağa diken duygu, saygı tarzında birbirlerine benzer bir duygu gibi görünebilir. ancak insanı gece 1'de ayağa diken şey, saygıdan daha çok, joe dassin'in şarkısında bahsettiği sevgiye denk bir duygu olmalı...
İlhan Kemal
Güne gelen yürek, emek, kalem ve kelam karşısında saygı duruşundayım ben de gönlümde
Çalışmalarınızda başarılar dilerim hocam...
İlhan Kemal
Bence en güzel saygı duruşu pijamalı olan kısım. Kendinize kalıyorsunuz, sessiz ve yalın.