- 641 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Kalbini mehre alıştır
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece ‘İman ettik!’ demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?” (Ankebût sûresi, 2)
Şunu farkettim arkadaşım: Yol, onu bir kere seçtikten sonra, sahibini kendisine mecbur eder. Şartlarını dayatır. Yani ’gitmek istediğin yere’ veya ’görmek istediğin şeye’ göre katlanman gereken kuralları olur. Kurallarından vazgeçersen yoldan da vazgeçersin. Dağa tırmanmanın mehri yorgunluktur. Suda yürümenin bedeli ıslaklıktır. Bulutların duvağını yükselerek açarsın. Denizlerin tenine alçalarak dokunursun. Yol aslında nedir peki? Yol bir tür bedeldir. Menzilin bedelidir. Varmanın kaporasıdır. Hatta duasıdır.
Manzara denilen en mukavemetsiz şey bile seyrinize kendisini bedelsiz bırakmıyor. Emek istiyor. Gayret istiyor. Dikkat istiyor. Hatta en güzel manzaraların bedeli en zor yollar. ’Gidilmez’ denilen yerlere gittikçe, ’Çıkılmaz’ denilen yerlere çıktıkça, ’Varılmaz’ denilen tepelere vardıkça alıyorsunuz ücretinizi. Ayaklarınız yola bir nevi ’yüz görümlüğü’ takıyor. Hem dağcılık da ancak buradan bakınca anlaşılabilecek bir sevdadır. Başka gözlerin aşinası olmadığı harikalara varabilmek için dağcı bir bedel öder. Bizden daha fazlasını ödemeye hazırdır her zaman. Daha azimlidir. Daha cüretkârdır. Daha sebatkârdır. Allah sebatında sabredenleri muvaffak eder.
Sadece zaman/zahmet olarak değil hem de. Ümit ve korku olarak da bedel ödemeye hazırdır. Dağcının yaşadığı kazalar, salgıladığı adrenalin, döktüğü ter, gösterdiği dikkat, aldığı tedbir, mahrum kaldığı rahatlık ve serbestlik… Bunların tamamı ’şahidi olunacak manzaranın’ bedelidir. Çıkacağı makamın istediğidir. Ve artık, dağcı, maksadına ulaşmıştır.
Gözleri ’gözlerimizin asla şahit olmadığı’ bir dünyaya şahit olmuştur. Dünyamızın ’daha yukarısından’ ve ’daha çoğuna’ bakmıştır. ’Kalb-i beşere hutur etmeyen’ şeylere dokunmuştur. Mürşidimin tabiriyle ’hiç ender hiç’ iken ’bütün mevcudatı umumen’ elde etmiştir. Biz, yani aşağıdakiler, ancak onun çektiği fotoğraflarla ve hayalimizle yetiniriz şahitliğini anlayabilmek için. Neden? Ödenmesi gereken bedelden kaçıyoruz çünkü. Mehrini vermediğimiz manzara da bize duvağını açmıyor.
Tasviri çok mu uzattım arkadaşım? Doğrudur. Tamam. Sadede geleyim: Ben bu kadar şeyi sana neden anlattım? Anlattım, çünkü dağcı, manzara ve yol arasındaki ilişki benim takvayı da anlamamı sağlıyor. Kur’an buyuruyor: “Akıbet takva sahiplerinindir!” Bu ayet-i kerime bana dağcının zirveye ulaştığı anı hatırlatıyor. Takva manzarası güzel bir yola ödenmesi gereken dikkat bedelidir. Düşünsene! Allah’ın rızasını istiyorsun. Cennet istiyorsun. Hem bu dünyada hem ahirette selamet istiyorsun.
Nasıl bedelsiz elde edeceksin? Öyle kıymetli şeyleri bedelsiz verirler mi? Öyleyse dikkat edeceksin. Az şey istemiyorsun. Arzunda ciddi isen bedeli ’dikkat’ olacak. Bazen de çile çekeceksin tıpkı dağcının çektiği gibi. Herkesin evinde oturup rahatça televizyon izlediği zamanlarda sen yolla boğuşacaksın. Oruç tutacaksın mesela. Aç kalacaksın. Günde beş vakit namazın olacak. Talim yapacaksın. En sıcak vakitlerde bile örtüneceksin. Tenin zararlardan korunacak. Dilin, en öfkeli anlarında bile, bir sınırı geçemeyecek. Duracak. Ne kadar albenili dursalar da günahkâr eğlencelerden uzak kalacaksın. Küçük görme. Bakarsan ciddi bedeller bunlar. Düzlükte yaşanacak bir hayattan vazgeçiyorsun sen.
Birşeye niyet ettin çünkü. Bir manzaraya talip oldun. Aşağılar yetmez göründü sana. Sonsuzluğa talip oldun. Az şey değil. Hiç az şey değil. Zerresin ama Şems-i Sermed’i istiyorsun artık. Hiç ender hiçsin ama bütün mevcudatı umumen istiyorsun. ’Bedelini sevmek’ başka şey amma, sormadan edemiyorum arkadaşım, nasıl ’bedel ödememeyi’ beklersin? Nasıl zahmetlerden alınır, Allah’a gönül koyarsın, nazlanırsın? Talip olan sensin. Bu dünyayla yetinemeyen sensin. Allahsız bir hayatın boşluğundan yakınan sensin. Fanilikten usanan sensin. Sevdiklerini kaybetmekten yanan sensin.
Nasıl bütün bunlardan kaçmak için girdiğin bir yoldan yakınırsın? Kendin diledin onu oysa. Böyleyken halimiz, Bediüzzaman’ın, Mevlana Celaleddin-i Rûmî’den (Allah ikisinin de şefaatine nail eylesin bizi) alıntıladığı gibi değil midir? Hani o ’Kalubela gününü’ pek güzel tasvir eder ve der: “O, ’Ben Senin Rabbin değil miyim?’ dedi. Sen ’Bela/Evet’ dedin. ’Evet’ demenin şükrü nedir, bilir misin? Çok bela çekmektir. Bilir misin bela çekmenin sırrı nedir? Yani fakr u fena dergahındaki halkaya katılmaktır.” Evet arkadaşım. O halkaya katılmadan dağı tırmanamazsın. Tek başına dağcılık olmaz. İz lazım. Tecrübe lazım. Dost lazım. Sonra Derviş Yunus’un (k.s.) tarif ettiği gibi olur halimiz: “Göçtü kervan, kaldık dağlar başında…”
YORUMLAR
İnançlı isek, dürüst isek, düzgün ahlaklı isek, çalışkan isek öyleyizdir. Bunun karşılığında pozitif bir şey beklememeliyiz . Hatta negatif şeyler beklemeliyiz çünkü Şeytan bizimle uğraşır ki en kötü şeyleri yaşayarak, haketmediklerimize tahammül ederek, en yanlış insanlara denk gelerek, en sevdiklerimizi hep en kısa sürede kaybederek sınanalım. Bu sınama ne özeldir daha da pekiştirmelidir inancımızı. Yok mu bir yerde mantık hatası acaba Ahmet Bey? El üstünde tutulmak ve takdir edilerek Allah tarafından daha iyi şeyler yapmamız niye sağlanmıyor. İslamiyet acı çektirip sonra Ahirette sevindirmek temeline mi dayanıyor?
Biliyor musunuz yazdıklarımı kendim okuyunca dedim ki inançsız olmak daha iyi galiba. En azından zarar görmeyiz. Ben bugüne kadar insnçlı oldukları için çalışmayı seçtiğim tüm gruplarla çalışmayı en ağır darbeleri İnsanlara gözünü kırpmadan atan iinsanlar olduklarını anladığım zaman uzaklaştım.beş vakit namaz kılıp çalışanının hakkını aylarca süründüren, haksız yere işten çıkaran veya vaadlerde bulunup her şeyi çıkarı bitince çöp gibi fırlatıp atan heo onlardı nedense belki de onlarda sınıyorlardı sadakat lerini çalışanların. :))) ama nedense Allah inançlar numara olduğundan heralde kötülükle beslenen Şeytan la ortaklıkları sonucu zarar görmüyorlardı. Genelleme işte sizin kemalist lerle ilgili yaptığınız yorum gibi benimki de :)))
Seçtiğimiz seçme ihtimalimiz olan bir yol ayrımında hiç bir zaman olmadık, olmayacağız. Tek bir yol var seçilmiş, yürüyoruz işte. Siz orda ben burda mesela...uzaktan konuşmak kolay, en büyük inançsızlık en çok inanıldığı an vurur... Dikkatli olmak lazım
Saygılarımla