- 785 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Umut Prensesi
Çaresizliklerimi defnediyorum; gereksiz hüzün dolu dünler yaşadım, artık kendimi toparlamak İçin adım atacağıma dair kalbime söz veriyorum. Üç aydır evimden dışarı adım atmıyordum; ondan ayrıldığımdan beri market alışverişimi bile ev arkadaşım Yasemin yapıyordu. Bugün üç aydan sonra ilk kez dışarı çıktım; yağmur, saçlarıma gölgesi yalnızlığıma karışan hikayeler ekledi adeta damla damla. Alışverişimi yaptım, bir de kırtasiyeye uğrayıp kendimi ödüllendirerek bir kitap aldım. Yasemin, ailesinin yanına gitti bir haftalığına. Evde yalnızken aklıma o malum kişi gelmesin diye eski dostum olan kitapla Hasbihal etmek istedim. O insan... o yarımlığımın mucidi mucize devrimim; kendime yalan söylemek istemem, onu bazen özlüyorum. Hakan... Neyse, biteni, devrileni deviren kederlerimizi gideren gücümüzü kullanmamız gerek. Kadın olmak bunu gerektirir. En iyisi kitabımı okumak... Kitabın kapağında arkası dönük bir adam var. Bir adam. Adamdan ayrı aklıma zarar yalnızlıklarımın faturasını ödememişken henüz, aldığım kitap çok manidar. Kitabın arka kapağında ise "beni okurken yaşamak mı, yaşarken okumak mı? Sen karar ver" yazıyor.
"Siyah saçlarımın kara battaniyeler örttüğü ruhuma, dinlemez olan kirpik savaşlarının bıçkın delikanlı anılarını revam saydığım ela gözlerimin sana yağmurdan kaçarken dolu yarınlarına erdiğim heyecan dolu anlarla merhaba diyorum prenses. Seni seviyorum"
Kitabın ilk sayfasındaki kafa karıştırıcı cümleleri beni mest etmeye yetti. Bir adam, sanki beni tanır gibi, kalbimin hülyalarına imzalı had yapımı şiirler üfleyip beni benimle barıştırıyormuş gibi.
Yatağımdan kalkıp hole doğru yürüdüm ve aynanın karşısında buldum bir anda kendimi. Kumral, atkuyruğu saçlarım ve gözbebeklerimin müjdeci şenliği bana adeta göz kırpıyordu. 1.65 boyumun, 1.70 olsam refaha kavuşacağım hayali; beni bodur çocukluğumun sırf beş santimden darbe yemişim de arabesk günlerime ondan sonra geçiş yapmışım izlenimini veriyordu. Gülümsedim, saçımı tepeden bir kez daha toplarken. Ön dişime kırmızı rujum bulaşmıştı. Parmağımla silmeye çalıştım, bu kez daha çok yaydım. Hayatım hep böyle geçmişti, bir şeyi toparlamaya çalışırken daha çok batırıyordum. Nişanlım Hakan’ı da bu sebeple kaybetmiştim. Nişanımızın ikinci ayında yüzüğü atmıştı. Bir adam istemiştim, adamlığı kendisine layık olan. Hakan’ı da o sanmıştım; ama gereksiz kaprislerim, mutluluğu bir türlü göremeyişim, sağ bacağımı sol bacağımdan ayırırmış gibi sebeplerimi sonuçlarımdan ayırışım bizi bu noktaya getirmişti. Kalpazan direnişler ödetiyordum aşkıma hep; biri sevilince o birinden başkası hatta kendim dahil hiç kimse çok sevilemez sanıyordum. Aşkı zayıflatıyordum, kendimi mahrum ediyordum.
Derin düşüncelerimle ne ara tekrar odama gelip kitabımı elime aldığımı hatırlamıyorum bile. Kitabın solunda öylece kalmışım bir cümlede; "beni tanıdıkça kendini daha çok seveceksin" Bir adam işte...
Gözlerim kapanıyor, uykunun daha yeni sonuna gelmiş gibiyim; uyurken uyanışa uyanıyor gibi. Kitap elimden düşmek üzereyken bir sarsıntıyla kendime geldim. Ya da kendimden gittim.
"İmdaaaaaat!"
"Dur, dur, dur! Sakin ol"
"Sen de kimsin? İmdaaaattt!"
"Dur, sakin ol. Korkma. Sana zarar vermeyeceğim. Sakinleş"
Elime ilk geçen objeyi karşımda duran adama fırlattım. Eğilip kendisini kurtardı.
"Çık, çabuk çık odamdan!"
"Ama beni sen çağırdın, dur, dur bir dinle..."
"Ne saçmalıyorsun be sen? Çık çabuk yoksa polisi arayacağım. İmdaaaaat!"
Koşup, sol eliyle ağzımı kapattı. Elinden kurtulmak için rujlu dişimle elini ısırdım. Çığlık atarak beni bıraktı.
"Delisin sen! Elimi parçalıyordun"
"Çık çabuk! Defol!"
"Elya, bir dur!"
"Adımı nereden biliyorsun?"
"Dedim ya, beni sen çağırdın. Gözlerinle, ruhunla, pişmanlıklarınla..."
Gözlerimi kırpıştırarak karşımda duran adama şaşkınlıkla bakıyordum.
"Ne diyorsun sen ya?"
"Beni sen çağırdın, çünkü ben sana yardım etmek için geldim."
"..."
Boşlukta sallanıyor gibiydim.
"Seni tanımıyorum bile. Nasıl çağırmış olabilirim?"
"Kitabı alman yetti"
Başımı çevirip yere düşmüş olan kitaba baktım, sonra karşımda duran adama.
"Beni sen çağırdın, evet, aldığın kitaptan geldim sana. Sana ait her şeyi, aşka dair her kırgınlığını ve kendine söyleyemediğin her hatanı bilip de sana yardım etmeyi isteyerek. Kendine bakışını değiştirmek için. Kişisel gelişim prensi efna ben."
"Oldu canım, ben de arabesk prensesi. (!) Ne saçmalıyorsun sen ya?"
"Başa dönmeyelim Elya; durum tam olarak bu. Beni okurken bana kendini anlattın gözlerin ve ruhunla. Hakan’a yaptığın haksızlıklar için pişman olduğunu, onu özleyip acı çektiğini biliyorum. Hatta ve hatta onunla barışmak isteğinin yer çekimi kanunlarının aşk çekimi kanunlarına savaş açtıracak derecede olduğunu..."
Mutfağa koşup balkon kapısına yöneldim. Saat gecenin on ikisi olmuş bile; yardım istemek istedim ama beni yine ağzımı kapatarak kavradı ve balkon kapısını kapattı.
"Tamam, çözüm istemiyor musun? Gidiyorum o zaman ben"
Arkasına bakmadan gitmeye niyetlenince bu kez ben peşinden koşup kolundan kavradım bana döndü ve göz göze geldik. Gözleri, mavisi gökyüzüne özgü özgür kuşları anımsatıyordu, sağ gözünün altında minik bir ben vardı ve gülümsediği anda sol yanağında açan çiçek misali gömülü duygularımı harekete geçiren bir gamzesi... Gamzesine takılan gözümün önünden zamanında yitirdiğim hayallerim geçiyordu sanki. Yavaşça elimi çektim kolundan, başını eğip bir kez daha gözlerimin içine bakmak istedi gülümseyerek. Yanaklarımın kızardığını hissedebiliyordum.
"Nasıl yardım edeceksin bana?"
Gülümsemeye devam ediyordu. Cevap vermedi.
"Sana, bana nasıl yardım edeceksin?" diye sordum. Enya mısın nesin, adın ne ise işte..."
Boğazını temizleyip kendine çekidüzen vermeye çalıştı, toparlandı ama hâlâ içten içe gülümsüyor gibiydi.
"Yardım ettim zannediyorum"
"Ne, ne saçmalıyorsun yine?"
"Kızaran yanakların yardımcı olduğumu söylüyor."
Cümlesinden sonra kalbim göğüs kafesimin dar geldiğini hissedip dışarı hava almaya çıkmaya yeltenircesine nüktedan atışlar sergilemeye başlamıştı. Delirten bir ısmarlanış dolu çağrıyla deli gibi atıyordu. Sol eliyle sakalını kaşıyıp siyah saçını toparladı elleriyle; kahretsin yine gülümsüyordu!
"Tamam... çık git, saçmasapan konuşuyorsun"
Bana yaklaşıyordu, bayağı bana yaklaşıyordu adımlarını yavaşça atarak. Üstelik o bana doğru geldikçe kalbim pusulasını şaşıran ayıplar kilometresiyle benden kaçıyordu adeta.
Geri geri gidip bulaşık makinesine çarptım. Hakan mı, o da kimdi? Ben onda böylesi duyguların ölümlü şerbetini kana kana içmemiştim ki. Ben onu severken kalp teknesine acıları yardıran ve beni lüks hayat mazurluğundan caydırmak isteyen saçma heyecanlar hissetmemiştim ki. Bu başka bir şeydi, bir anda, bir hayat ötelesi ve bir yaşam mabedine kusur inşallahları da saçılsa gökkuşağı varsa içinde kabul edilesi... Hayat ile yaşam arasındaki kelime farkının ötesinde bir şeyler olduğunu hissettiresi...
Ben onun gözlerinde buğulu camlara aşk mukavvalı güzel resimler çizerken kapının kilidinin çevrildiğini duydum. Kapı açıldı ve Yasemin karşımızdaydı.
"Yasemin? Sen?"
Yasemin de gülümsüyordu.
"Neler oluyor, sen görebiliyor musun karşımda duran adamı?"
"Hangi adamı?"
"Şu... şu adam işte!"
Yasemin kahkahalarla gülüp kapıyı kapattı.
"Demek tanıştınız."
"Ne?"
"Tanıştırayım; seni aylardır takip edip her fırsatta tanışmayı bekleyen sana sırılsıklam âşık olan ve aşkıyla beni boğan kuzenim Enya."
"Ne, kuzenin mi? Ama o kitaptan... kitaptan çıktı. Of ne diyorum ben Allah’ım!"
Ben saçmalar dururken ikisi de benimle alay edercesine gülmeye başladı.
"Enya, aylardır seni tanımaya çalışıyor hatta bir keresinde hakanla ilk ayrılma aşamasına geldiğiniz günlerde kafan o kadar bulanık aklın o kadar dağınıktı ki sizi bir araya getirdim ama baksana sen onu fark etmedin bile. Çok mutsuzdun elya, çok acı çekiyordun dışarı dahi çıkmıyordun ne zamandır. Ben de ailemin yanına gitmiş gibi yaptım ve enya ile anlaştık. Seni takip ettik. Kitap okumayı çok sevdiğini bildiğim için kitap alacağını ve kendini yine kitaplara gömeceğini biliyordum; nitekim öyle de oldu. Aldığın kitaba kadar öğrendik, bir kişisel gelişim ruhani ve seni iyileştireceğine inandığın bir kitaptı. Enya da onu fark etmeni istiyordu, başka türlü kendisini fark ettiremezdi. Adamın gözlerine bile bakmamıştın, böyle bir şey yaparak seni uyuduğun uykundan uyandırmak istedi çünkü ruh eşin olduğuna olan inancı sonsuzdu, sana böyle bir oyun hazırladık ama tamamen masum duygularla. Kitaptan adam çıkar mı hiç? Kaderde adam çıkar; ve çıktı da... etkilendin ama kabul et"
Yutkunup, gözlerimi Enya’nın bakışlarına değdirmemeye çalıştım.
Sağ elini uzattı tokalaşmak İçin; "Merhaba"
Yine gülümseyerek bakıyordu. Bakışlarımı geri çekerek sol elimi uzattım. "Merhaba, az önce yaşananlar için özür dilerim."
"Ne için özür diliyorsun? Az önce olanlar özürden öteydi bence"
Yine gülümsüyordu! Mutfaktan çıkıp "Yasemin bu yaptığın hoş değildi" dedim Yasemin’in yanına giderek.
Enya geldi yanımıza; "korkma" dedi, sıcacık elleriyle elimi tutarak. Elimi çekmeye çalıştım ama bırakmıyordu. "Bırakmam, korkma"
"Birbirimizi tanımıyoruz bile."
"Tanımak için fırsat ver o zaman ve bırakmayacağıma inan; bu el, sağ elimin sol elime; sol elimin sağ elime gözüm bilerek bakışı gibi. İnsan kendi elini tutmaktan vazgeçer mi hiç? İnan, çok uzun zamandır kalbimdesin."
Yasemine baktım utana sıkıla; ellerime baktığımda ellerim hâlâ sıcacık ellerindeydi. Bırakmamıştı, bırakmamıştım.
İki yıl sonra
"Sevgilim, annemleri yarın iftara çağıralım mı?"
"Sen nasıl istersen hayatım ama yorma kendini; malum iki canlısın. Kızımız liya’nın doğmasına ne kaldı şunun şurasında?"
"Arabesk prensesi ile kişisel gelişim prensinin kızları umut prensesi Liya..."
Birbirimize sarıldık, kokusunu parfüm utandıran aşk kokusu misali içime çektim. Ben bu adam için doğmuştum...
Dilara AKSOY
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.