- 656 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Vatansız Doğulu: Sadık Hidayet
“Gökte herkesin bir yıldızı olduğu doğruysa, benimki çok uzakta, karanlık ve pek önemsiz bir şey olmalıdır. Belki de benim hiç yıldızım yok”(*) 20. yy.ın en önemli çöküş yazarı Franz Kafka’nın yapıtlarındaki ikiz dünya arayışı; iktidar, yerleşik hayat algısı, sahiciliğin sonrasızlığı ve amaçsızlığı gibi varoluşsalı da içeren sorunlar karşısında reaksiyonel ve kendiliğinden bir mekanizmayı, egosantrizmi içermeyecek bir biçimsellikle ortaya çıkarıyordu. Kurmacalarındaki çizgisel bütünlüğün; kayma, boşluk çelişik ve çatışkıları içermeyen bir dizgesellikle yansıtılması savımızı doğrulamak adına göz önünde bulundurulabilir. “Kapı ve pencereler bu dünyaya kapatıldı mı yine de yer yer güzelim bir varoluşun görüntüsü hatta başlangıcı sayılabilir” (Elias Canetti, Öbür Dava-Kafka’nın Felıce’ye Mektupları Üzerine, Cem Yayınevi, 1. Baskı, Aralık 1994, Çev. Kamuran Şipal) diyor Kafka ve ekliyor: “Yaşamak için gereken şey kendi kendinden haz duymayı boşlamaktır. Evi hayranlıkla seyretmeyi, süsler ve bezeklerle donatmayı bırakıp içine taşınmaktır” (K,Wagenbach, F. Kafka Özyaşam Öyküsü, Cem Yayınevi, 1. Baskı, Ocak 1997, Çev: Kamuran ŞİPAL) Kafka’nın varlık ve yaşamla ilgili anlamlılık arayışındaki bu sistematik tamlık ve iç tutarlılık; çağdaşı veya değil benzerlik gösterdiği yazarların tümünden hedonist, seküler ve sansasyonel olana kapalılık konusunda da kesin bir çizgiyle ayrılıyordu. Söz gelimi Hidayet’in bütün yazınsal deneyimi içerisinde varmaya çalıştığı ve cennet tabiriyle kutsadığı yokluk durumunu bir başlangıç noktası olarak ele alıp, yine yazın serüveni içerisinde eksiksizce disipline etmeyi başarmış devasa ve ikincil bir dünya ortaya çıkarabilmişti. Tabii ki Hidayet köken ve süreç itibariyle toplumsal ve tarihsel aidiyet konusunda Batılı bir yazar kadar serazat olamayacağı bir kültürün kodlarını taşıyordu. Fars uygarlığının büyük birikimi, İran’ın 20. yy.da karşı karşıya kaldığı toplumsal ve siyasal keşmekeşle birlikte, Uzak Doğu ve Batı Avrupa’yla ilgili izlenimleri de Hidayet’in düşünsel ve yazınsal çabası üzerinde çok değişik izler ve etkiler bırakmıştı. Kimi romanlarındaki doğrudan doğruya siyasal yapıya dönük sistem eleştirisi, içinde doğduğu topluma ait yüzeyi işaret eden yergiler bu kendine kapalılık hissini kendinde bir doygunluğa değil geçici bir boşalmaya bırakıyordu. İşte Behçet Necatigil’in Kör Baykuş isimli çevirisine ek olarak alınmış Bozorg Alevi imzalı biyografide de aynı yazar; Hidayet’in romanında bir kurtuluş olamayacağı olsa olsa bir boşalmadan söz edileceğine değiniyordu. Elbette Hidayet de kötücül yazgı imajının bağlısı bir yazar olarak konu karakterlerini oluşturuyordu. Yapıtlarındaki varoluşçu, Kafkaesk ve tecridi unsurlar, tercih edilenin dışında yaradılışın kişilik ve yaşayış düzeyindeki etkisi, yaşantının istem dışı olay ve durumlarla bağı bir çeşit yok oluş yazgısı gibi sunuluyordu. Yaşamın aldatıcı sürekliliği, ölümün doğallığı ve her ikisi arasındaki mevhum kopuş ya da tutunuş olarak süre giden bir akışın farkındalığı, Hidayet’in bir kader olarak gördüğü bu sahiplenilmiş yazgının tanımı olarak açıklanabilir aslında. Fizik ötesi ve hiçbir boşluğa olanak tanımayacak kadar kuşatıcı bir etkinin örgülediği zorunluluk olarak da adlandırılabilecek bu durum, yine anlatılardaki bir konu tipine atfedilen “Ne yapabilirim yazgım benden daha güçlü.”( Sadık Hidayet, Diri Gömülen, Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, Eylül, 2001 Çev: Mehmet KANAR) sözleriyle daha iyi anlaşılabiliyor. Ölümü neredeyse yeniden
doğuştan sıkılacak denli içselleştirmiş bir ruh durumunun konu karakterlerinin hemen hiçbirinden esirgemediğini gördüğümüz yokluk aşığı bir duyarlığın bağlısı olarak Hidayet’in de eserlerinde kendisiyle çelişecek bir anlatıma yer vermediğini söyleyebiliriz. Bu noktada ölüm kavramı da Hidayet’te genelde zor ve sıkıntılı bir son olarak düşünülse de; eksik, travmatik ve illetli kişilerin, mecburi münzevilerin nefes almayı unutarak sahip olabildiği doğal bir hiçlik durumu olarak da olumlanabiliyor. Ölüm kavramından bağımsız olmamakla birlikte işlenen hayat sorunsalı Poe’nun gizil, dehşetli ve şeytansı güçlerinin hüküm sürdüğü alanlara değip mitsel öğelere sıçrayabiliyor; buradan bilmecemsi ve labirentimsi boşluklarda iz sürebiliyor. Gerçeküstü bir yazar olarak Hidayet’in toplumsal realiteyi boşlamadığını da okurlar olarak biliyoruz. Burada da yazarın yaşamındaki tüm etkileri yazınsal serüvenine taşıdığı gerçeğini gözlemleyebiliyoruz. Yalnızca anakronik değil yaşadığı döneme özgü zamansal kesitlere de eserlerinde yer verebiliyor. Birey sorunsalını karşı karşıya olduğu sosyal açmazlarla temellendirerek realitenin tanıdığı sınırlar çerçevesinde açıklayabiliyor. Hidayet’in kötümserlik edebiyatında; kan tutması, cinayetler, intihar, terk ediliş, eksik din algısı, kötülük toplumu, tekinsiz ve sonrasız bir hayat ve ölüm kurgusu içerisinde samimiyet arayışına yönelik nüveler de yakalanabiliyor. Tabii Hidayet’in düşünsel açıdan savruk kabul edilebilecek etkiler içerisinde olduğu da gözden uzak tutulamayacak bir izlenim. Kimi yerde teknik ilerlemenin yaşama sirayetini ruhtan yoksun bir yaşayış biçimi olarak ele alıp eleştirebildiği gibi kimi yerde materyalist felsefenin çıkış noktalarından bir olan Darvinizm’in etkisinde kaldığı da gözlemlenebiliyor. Bunu kapalı ve katı toplumsal bir bilincin içinde yer alıp mekanik ve seküler batı toplumunu da tanıma imkânı bulmuş bir yazarın gel-gitleri olarak da anlayabiliriz belki de. Tahayyül ettiği ahret inancında da belli belirsiz bir Araf ya da kör noktaya sıkça dokunduğu gözlemlenebiliyor yazarın. Yaşadığı toplumla paralel olarak Zerdüştlük ve İslam’la birlikte Budizm’in etkilerini de öykülerinde hissedebiliyoruz. Hidayet metinlerinde gizemli çağrışımlar taşıyan kimi ayrıntıların anlatımla bağdaşık durmayan bir düzenek kapsamında somutlanmadığı, hesap edilip düşünülmüş bir yapıya sahip olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Olay öykülerindeki yerli yerinde diyalogları, yoğun ve aydınlatıcı betimlemeleri, yerel hayatın içindeki feodal, politik etkilerden, insanlar arasındaki çıkar ilişkilerindeki realizme; karanlık sembollerden, boşluk ve ölüm duygusuna uzanan bir gerçeküstücülüğe kadar; Modern İran edebiyatının bu en önemli ustalarından biri olarak gösterilen yazarın yaşamı boyunca sorduğu sorulara bulduğu ve bulamadığı yanıtlar olarak okuyoruz. Folklora duyduğu ilgiyle halk arasındaki diyalogları zenginleştirerek ironiyle bütünleştirip aktarabilen bir üslubun yanı sıra şaşılacak kadar büyük acıları hiçliğe gömebilecek bir çöküşün yazarı olarak da anılıyor Sadık Hidayet. Yazarın yurtsuzluk kavramıyla ilintisi, yapıtlarındaki gerçeküstü öğeler açısından ele alınması felsefe ve edebiyat bilimlerinin konusu olarak değerlendirilecek hususlar. Bizim buradaki Hidayet okumamız, hakkındaki genel kanılarla birlikte öznel ve icmalen değinilmiş konuları içeriyor tabii ki. Hidayet metinlerindeki kaygan ve absürt zeminin Mehmet Kanar’ın çabalarıyla Türkçeleştirilen yapıtlarından varlığın ve hiçliğin, yaşamın ve ölümün belli belirsiz katlarına dair sunduğu çağrışımlardan edindiğimiz izlenimleri… Burada ara söz olarak Hidayet’in bir aydın olarak toplumsal anlamda feodalite ve monarşiyle ilgili problemleriyle birlikte; eski Fars kültürünün üstünlüğünü savunarak idealize etmeye çalıştığı düşüncenin İran’ın sosyal altüst oluşu içerisinde temeli sağlam bir yapıya sahip olamadığına da vurguda bulunmak gerekir. Zamanın İran toplumunun dinle ilgili problemlerinin yozlaşmış çıkar ve iktidar ilişkilerine alet edilmesinden kaynaklandığını bilmekle beraber; hâkim dinin salt mevcudiyetinin bu ilişkiler ve baskı ağı içerisinde konumlandığını düşünmek yanılgısını taşıdığını da okuyucuya hissettirir. Açmazları, acıları, arayışları ve sorularıyla 20. yy. Modern İran edebiyatının en önemli isimlerinden biri olarak anılmayı başarabilmiş bir yazar olarak Hidayet, Türkçeye çevrilmiş eserleriyle artık Türk okurlarının da yakından tanıdığı-tanıyacağı bir biçimde gözler önünde durmaktadır. Serdar Akdağ (*) Hidayet, S., Kör Baykuş, Çev: Behçet Necatigil, YKY, İstanbul, 2002
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.