Parazit
Çaresizliğin tüketip yerle bir ettiği nefesleri, sadece tek bir şey yeniden ayağa kaldırabilirdi. Solukların yavaş, biliyorum; en az sabahı bekleyen kuşların algısı kadar sakin akıyor gece. Ve zaman, biliyorum; zaman kalbini kırıyor. Yıllarca içinde öldüremediğin her şey, annesini zehirleyen bir bebekten farksız. Bu bir parazit, bir hastalık, bir günah, bir lanet, belki de; belki de başka bir sen için bir lütuf. Damarlarında dolaşan zehir; nefretten, öfkeden ve intikam alamamanın hediyesi olan haksızlığa uğramışlık hissinden, ve korkudan… Geleceğin için korkun, geçmişin için korkun ve o aldığın her nefeste akciğerlerine buram buram dolan o rengarenk yaşamak coşkusu.. Boğazına dolanan iplerin; sadece hayallerindeki kırıklıklardan oluşmasını düşlerdim; fakat maalesef onları oraya sen doladın. Dokunabilirsin evet, kendini bıraka da bilirsin. Biliyorum, merak etme; yeryüzündeki hiçbir tavan acılarını taşıyacak kadar güçlü olamaz. Geçirdiğin tüm o yıllar, gençliğinden çok daha fazlasıydı. Yaşanan yıllardan, hayattan, bir parça sevinç, bir avunç üzüntüden ve tüm o diğer hisler çorbasından çok çok daha fazlasıydı. Toprak kabul etmez seni tüm o acıların, deliliğin, nefretin ve korkularınla. Seni bu yerle bir halinle, inan bana toprak bile kabul etmez.
Göz yaşlarını silecek hiç kimse olmaması, biliyorum, kalbini kırıyor. Kırılacak takati kalmamış o küçük, zarif yüreğin, biliyorum artık kelebekler gibi narin değil. Sırtlan kadar vahşi, kedi kadar çekingen. Martılar kadar özgür fakat, bir ev kuşu kadar mahkum. Neredeyse elmas kadar sert, neredeyse porselen kadar kırılgan. Çöllerde yaşadın, biliyorum sevgi yağmurlarının olmadığı. Buzlar arasında hayatta kaldın şefkat güneşinin asla ama asla doğmadığı. Ağaçlara sarıldın, tutunacak bir dal arama uğruna fakat sonuç hep nafile.
Ellerindeki hapları sadece rüyalarında içmeni düşlerdim. Lakin biliyorum, şu aptal yer yüzünde acılarını dindirecek tek bir ilaç bile yok. Acıların, sadece ellerinde, dizlerinde ya da düşüncelerinde değil ki sevgilim, bütün hasarı ruhun göğüsledi kahraman bir asker gibi. Aptal bir komutan gibi, pes etmemek için feda eden bütün taburunu… Fakat, nasıl taşıyacaklar senin evren kadar ağır tabutunu? Ölümle tanışmayı istememeni dilerdim. Hiç büyümemeni, ya da bir yetişkin olarak doğmanı... Acı çekmeyi öğrenmemeni dilerdim.
En güzel parfümler bile nefesinden kopup gelen nefreti yatıştıramaz, biliyorsun. İsterdim ki, çıplak ayaklarının altındaki çimler böyle ıslak olmasın hüzün dolu yağmurlarla; ve sen hiç karşı karşıya gelme metreler altındaki serin suyun çarptığı koca kayalıklarla. Üslubunu düzelt lütfen Tanrı hakkında konuşurken, dakikalar sonra kendisinin ellerindeki kağıtlarda senin adın yazan karşılama konvoyuyla karışılacaksın. Karar verecek, bundan sonra nereye gideceğinden.
Hazır lafı açılmışken, çok güzel gözüküyordu saçların uçurumdan düşerken.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.