- 714 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Tesbih çekmekle insan iyileşir mi?
Pacific Rim/Pasifik Savaşı filmini izleyenler bilirler. Orada hem Kaijuların hem de onlarla savaşan Jeagerların ’iki beyni’ vardı. Çünkü tek bir beyin o büyüklükte bir vücudun idaresi için yeterli olmuyordu. Kaldıramıyordu. Aslında bu fantastik hikayenin dayandığı bir gerçeklik var. Hakikaten insanın vücudunda birden fazla beyin vardır. Pardon. Bir saniye. Yanlış ifade ettim. "İnsan vücudunda birden fazla karar verme merkezi vardır!" demeliydim. Zaten ’refleks’ dediğimiz davranışların varlığını da onlarla açıklarız.
Misal: Elinizi yakıcı birşeye değdirdiğinizde ’hemen çekme’ kararını veren yeriniz, beyniniz değil, omuriliğinizdir. (İşler hızlansın diye sormadan yapar.) Ve yine, solunumunuzu/dolaşımınızı idare eden beyniniz değil, omurilik soğanınızdır. (Dikkatiniz yorulmasın diye otomatiğe bağlanmıştır.) Elbette beynin bu hiyerarşide bir ’patron’ durumu vardır. Fakat patronun işlerin tamamına bakması gerekmez. Aklın yükü böylece azalır. Hatta, daha küçük organların, mesela kalbin dahi böyle küçük bir merkezi vardır. Ona imkan sağladığınız sürece, vücuttan sinirsel bağlarını koparsanız bile, atmaya devam edebilir.
İşte, ben, maddi tarafımızda böyle beynin yükünü azaltan ’beynimsiler’ olduğu gibi, manevi tarafımızda da aklın yükünü azaltan ’aklımsılar’ olduğunu düşünüyorum. Ve İslam ulemasının kuvve-i akliye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i şeheviye dedikleri ’üç kuvve’nin böylesi bir görev paylaşımının sonuçları olduğunu düşünüyorum.
Ne demek bu? Belki biraz şu demek: Hayy ism-i şerifi ile hayattar ve Kayyum ism-i şerifi ile devamlı kılınan varlığımızın, sahip olduğu cüzî irade sebebiyle, ’varlığını varoluşta tutmak’la ilgili sorumlulukları var. Vücudunun devamı için yapması gereken ödevler var. İşte bu ödevlerin üç renkte paylaşımını bu kuvveler temsil ediyor: Zararlardan korunma kısmını kuvve-i gadabiye, menfaatleri elde etme tarafını kuvve-i şeheviye, önüne gelen seçimlerde kârlı-zararlı ayrımı yapma işini de kuvve-i akliye yükleniyor. Yani bizim varlığımız da üç farklı akıl tarafından yönetiliyor.
Üçüne de ’akıl’ demem garibinize gidebilir. Fakat hakikaten üçünde de bir parça akıl var. En azından ’aklımsılık’ diyelim. Nasıl ’omurilik’ veya ’omurilik soğanı’ bir tür ’beyinsilik’ takınıyor, yeri geldiğinde beynin fonksiyonlarından bazılarını omuzlarına alıyorlar; öyle de, kuvve-i gadabiye ve şeheviye de aklın yükünün önemli bir kısmını kendi omuzlarıyla paylaşıyorlar. Ateşe dokunduğumuzda nasıl omurilik beyne sormadan "Çek elini!" emrini veriyor, aynen öyle de, ’kuvve-i gadabiye’ de varlığı tehlikeye düşüreceğini düşündüğü şeylerde bazı ’savunma refleksleri’ öğütlüyor.
İşte, istikamet, öncelikle bu iki kuvvenin ’aklımsılığını’ kontrol altına alıp, bu kontrol sayesinde ’güzel ahlaka kavuşmuş bir aklın’ yönetimine iradeyi devretmekte yatıyor. Çünkü hakikaten bu iki kuvvenin serbestçe at koşturduğu bir manevi dünyada akıl kendi sesini duyurmakta zorlanıyor. Kur’an’da "Zinaya yapmayın!" değil de "Zinaya yaklaşmayın!" buyrulmasını da biz böyle okuyoruz. Evet. Yaklaşmayın. Çünkü yaklaşırsanız kuvve-i şeheviyenin ’aklımsılığı’ verdiği emirlerle ’aklı’ bastırmaya başlar. Aklın kâr-zarar algısını kendi temayüllerine doğru eğer. Zaten takva dediğimiz şeyin altında yatan manalardan birisi de budur. Günahlardan uzak durmaya çalışırız ki aklımız onların manyetik etkisinden uzakta sağlıkla çalışabilsin. Malumunuzdur: Manyetizma pusulayı bozar.
Buradan şuraya geçmek istiyorum: Geçenlerde tesbih çekerken yaşadığım bir halet-i ruhiyedir mehazım. Subhanallah, Elhamdülillah, Allahu Ekber üçlüsünde de kuvvelerle ilgili bir sır var. Nasıl? Kanaatimce: ’Subhanallah’ın arkasında yatan anlam dünyası kuvve-i gadabiyenin ateşini söndürüyor. ’Elhamdülillah’ın altında yatan mana derinliği kuvve-i şeheviyenin sırtını sıvazlıyor. Allahu Ekber’in içerdiği umut da aklı istikametli faaliyet dairesinde koşturuyor. Evet. Bunları yapıyorlar. Peki nasıl yapıyorlar?
Sormaya başlayalım: ’Subhanallah’ ne demek? Subhanallah, tüm altbaşlıklarıyla birlikte, "Allah her türlü kusurdan münezzehtir!" hakikatini ifade etmek aslında. Altbaşlıkları nelerdir peki? Hepsini saymak zor. Ama bir tanesi, tevhide iman ile birlikte düşününce, herşeyi yaratan Allah’ın ’yarattığı herşeyde elbette bir hikmet olduğunu’ hatırlatıyor bizlere. Yani kendisinde kusur olmadığı gibi yaratışında da kusur olamaz. Bu ikisi birbirinden ayrılamaz.
Yaratışında bir kusur olmadığına göre ve benim başıma gelenler de bu yaratışın parçası olduğuna göre, o halde, "Hayır Allah’ın seçtiğindedir!" sırrınca kuvve-i gadabiyemin kafayı yemesine gerek yok. Hiçbirşey sandığı kadar/gibi onun varlığına zarar vermeye çalışmıyor. Sebepler kendileri bunu kastetseler bile onların sahibi olan Rabb-i Rahim bunu murad etmiyor. O halde çok da korkmama gerek yok. Çok da öfkelenmeme gerek yok. Çok da çıldırmama gerek yok. Evet, ben, ’Subhanallah’la böyle gazabımın ateşi düşüyor hissediyorum. Sonra?
Sonrası ’Elhamdülillah.’ Elhamdülillah ne demek? "Ezelden ebede her türlü hamd Allah’a mahsustur!" demek. Bunun da ifade ettiği birçok altmana var. Bir tanesi, yine tevhide imanla beraber düşünülünce, şu: Herşeyde Allah’ı övmeyi gerektiren hayırlar var. Herşeyde şükredilecek taraflar var. Herşeyde, eğer görmeyi başarırsak, bir Zülcelal-i ve’l-İkram tecellisi saklanıyor. Celal içinde ikram gözkırpıyor. Bu hakikat de kuvve-i şeheviyemizin sırtını sıvazlayarak diyor ki: Hadi, üzülme, hırçınlaşma. Büsbütün kayıpta değilsin. Kendince menfaatlerden mahrum kaldığını düşünsen de aslında mahrum bırakılmalarının içinde çok menfaatler var. Öyle bir Allah’ın kulusun ki mahrum bırakışı bile bir rahmettir. Bunu bugün göremiyor olabilirsin. Fakat zamanın müfessirliği sana gösterecek. Mahrumiyetlerinin içinde "İyi ki yapmamışım!" cennetleri yeşerecek. Kur’an da öyle buyuruyor: "Akıbet takva sahiplerinindir!"
Sonrası? Sonrası ’Allahu Ekber.’ Allahu Ekber ne demek? En özet ifadesi şu: "Allah en yücedir!" Peki nelerden yücedir? Seni karamsarlığa düşüren şeylerden yücedir. Çıkılmaz sanılan çukurlardan yücedir. Çözülmez sanılan problemlerden yücedir. Aşılmaz sanılan engellerden yücedir. İyileşmez sanılan yaralardan yücedir. Allah’ın bu yüceliği de kuvve-i akliyemizin üzerindeki yeis yılgınlığını alır. Ve der: Koş bakalım. Koş ve ara. Elbette çıkışı yakalayacaksın. Çünkü arkanda ’tüm sorunlarını çözmeye yeter’ bir Allah bulacaksın.
İşte, arkadaşım, ben de bu üç kelimat-ı mübarekten kendimce böyle anlamlar çıkardım. Kuvveleri de bencileyin biraz böyle anladım. Elbette en doğrusunu Allah bilir. Bize de bildirmesi için dua edelim. Âmin.
YORUMLAR
Mükemmel bir yazı idi. Bir zamandan beri kendi bunalım ve boşluk hissimden dolayı psikiyatri ve psikolojiye merak sardım. Kişisel gelişim üzerine yazılmış eserleri inceledim. Ve gördüm ki bilimin son birkaç yüzyıldır keşfedebildiği şeyler bütünü ile İslamda ve onun mana ikliminde yol aldırıcı vasıtası tasavvufta zaten mevcut. Aradığım meğer yanıbaşımda, bizzat şeklen de olsa tabi olduğum İslamda imiş. Hamdolsun, inandım rahatladım. İnsanın en nihayetinde inanmaktan başka bir alternatifi olmadığını, aklın ve bilimin inanmak yolunda ancak bir vesile olabileceğini anladım.
Yazılarınızı takip edeceğim. Saygılarımla.