- 1387 Okunma
- 7 Yorum
- 7 Beğeni
Kenar Mahalle/de(1) (2)
Kar
-Esin’e-
Akşam çok uzun süreden sonra gelmişti. Aynı akşamın gecesi çok derin, karanlık, olağanüstü karanlık oldu. Bir ara ağaçlar altında yürüdüğümüzü hatırlıyorum. Sonra suya atladılar yanımdakiler. Belki ben bunun için döndüm eve. Bilmiyorum. hatırlamıyorum. Evde her gün üzerinde oturduğum bir koltuk var. Camdan düzensiz bir duvar, bir ayva ağacı, toprak birikintileri ve kurumuş otlara bakıyorum. Gece bile olsa görür gibiyim onları. Çünkü bu evi ve bahçesini çok iyi tanıyorum.
İçeri girdiğimde kapkaranlık her yan. Gözlerim alışsın diye sokak kapısına dayanıp bekliyorum. Alışmıyor gözlerim. Hiç bir şeyi seçmek imkansız. Her şey imkansız. Ellerimle eşyaları bulmaya çalışıyorum.
Yok hiç bir şey.
Birden salonda bir mum parlıyor. Ve hiç bir aydınlık vermiyor bu mum. Salona doğru bir adım atıyorum. Ve kafamı çevirdiğim her yanda ışık vermeyen, parlak mumların ufak alevlerini görüyorum. Yer birden sallanmaya başlıyor. Mumlar, ev, ben sallanarak dönüyoruz. Bu sallantı arasında birden bir fare beliriyor. Ben çok korkarım farelerden. Çocukluğumdan beri. (Birden bu geliyor aklıma.) Fare kafasını kaldırmış hareketsiz sıçramakta.
Kafasının iki yanında siyah gözleri var. (Birden bunun eskiden, çocukluğumda görmüş olduğum farelerden çok başka olduğu geçiyor aklımdan.) Bu grilikte, kafasından büyük gözlü fare görmemiştim hiç. Ve ben bunu düşünürken gözümü oynattığım her yer farelerle doluyor. Sayısız yanan mumlar ve her yanda sayısız siyah gözlü gri fareler. Ve ben bunların arasında sallanarak dönmekteyim. Çok korkuyorum. Arkamda bir kapı olduğunu hatırlıyorum. Hemen geri dönüyorum. Açıp kapıyı sokağa çıkacağım. Tam o anda kapının ortasında durmakta olan, görülmemiş irilikte, benim başım kadar büyüklükte kara gözlü bir fare, göğsüme sıçramaz mı? Üstelik pençelerini geçiriyor göğsüme ve ben onu çözmeye çalıştıkça, o daha derin gömülüyor içime.
Bağırıyordum. İki elim de göğsümdeydi. Sanki bir şeyi söküp atmak istiyordum göğsümden. Gün yeni yeni doğmaktaydı. Yeniden uyumaktan korktum.
Taşradaki evimiz bir yokuşun üzerindeydi. Alabildiğine büyük bir holün her dört köşesinde gene çok büyük odalar vardı. Biz kış aylarında bu odalardan birine çekilirdik. Ancak orası ısınırdı. Ama uykum gelince, annem beni, kışın içinde yaşadığımız bu odanın tam karşısındaki odaya gönderirdi. Sıcak ve havasız odadan çıkınca, soğuk, korkutucu, karanlık bir büyüklükte gelirdi hol bana.
Karşı odaya girer girmez, yatağın altına bakar, sonra içine girer, yorganı başıma çekip gömülürdüm. İşte o zaman korkmaya, terlemeye başlardım.
Düşündüğümü hatırlamıyorum. Oysa o büyük evin içinde her birimizin uykularının ne büyük bir yalnızlıkta geçtiğini biliyorum. Ninem ölüm döşeğinde uzun süre yattı. Yatağı benimkinin tam karşısındaydı. Ben büyüyordum. O ölüyordu. O zamanlar, yatınca, onun ne zaman öleceğini düşünürdüm. Doğrusu istiyordum ölmesini. Ölmesi gerekiyordu. Eriyordu çünkü bedeni. Ufalmıştı. Derileri kemiklerinden sarkıyordu. Sabahları uyanır uyanmaz onun koynuna girerdim. Sanırım bu, onun ölüm hastalığından daha evveldi. Çoktan uyanmış ve yuvarlak gözlüklerini takmış bulurdum onu. Gözlüklerinin altından iki yanağa yaşlar sızardı.
Ağlıyor musun? derdim.
Hayır, gözlerim sulanıyor, derdi.
Ama onlar gözyaşlarına çok alışmış da, ondan, derdim. Bu büyük evde, sabah insanın ağlatabileceğini düşünmüştüm. Ve gece yatmadan önceki korku. Bir gün holün karanlık bir girintisinde olan mutfağa girdiğimde, (daha kapıdayken) ninemi karnını açmış, karnına bir bıçak dayamış, -beklerken- gördüm. Ben de kapı eşiğinde bekledim bir süre. O ise hareketsiz durmaktaydı. Eli bile titremiyordu. Hiç bir şey yapmıyordu. Ben de bir şey yapmıyordum. Beni görmüyordu. Ben onu görüyordum.
Mutfağa ben niçin gelmiştim? Unuttum. Sonra yanına gittim.
Napıyorsun? dedim.
Kendimi öldürüyorum, dedi.
Hiç bir şey anlamadım. Bıçağı elinden alıp, almadığımı hatırlamıyorum.
Ama o öldürmedi kendini. Bunu biliyorum. Bir gün gene evden kaçmıştı. Bu daha önce oturduğumuz kentten yazları çıktığımız yayladaydı. Orada bir göl ve evimizin önünde bir elma bahçesi vardı. Bütün gün ağaçlara çıkar, elma yerdik. Akşamları da annem önüne bir sepet alır, elmaları teker teker yedirirdi. Hepimiz elmadan usanmıştık. Orada ninem evden kaçtı. Onu aramaya çıktık. Ben yalnız çıktım. Ve onu uzakta, büyük at kestanesi ağacının yakınında bir çukurda buldum. Başına eşarbını bağlamıştı. Yuvarlak gözlükleri gözündeydi. Bana bakıyor, beni görmüyor. Benimle konuşmuyordu. İncecik yüzü sararmıştı. Korkarak yanına sokuldum. Hayır korkmadım. Onu bulduğuma sevindim. Gerçekten bulamayacağım yerlere gitti sanmıştım. Çukurda böyle duruşu şaşırttı beni.
Niçin çukura girdin? dedim.
Kendimi kaybedeceğim, taa şu dağların ardına gideceğim, derken, bana gerideki Bozdağları gösterdi. Kendini dağlarda dolaşarak kaybetmenin ne olduğunu hiç anlamadım. Eve birlikte dönüp dönmediğimizi hatırlamıyorum. Ama onun ölümünü çok iyi biliyorum. Yatırdığımız hastanede onu ameliyat etmek istediler. Buna karşı diretti. (Kimden duydum bunu? O zamanlar çok küçük olduğum için, almazlardı beni hastaneye.)
O öldü. Hiç bir şey anlamadım onun ölümünden. Korkmadım da. Yalnız bir evin yüksek katından caddeye bakarken, aşağıda giden cenaze arabasında onun götürüldüğünü biliyordum. Bir kadın beni oyuncaklarla oynamaya zorluyordu. Sanki şimdi bir başkasının ölümünden bir şey anlıyor muyum?
Kendi ölümümden?
Bir yıl annemle yalnız kaldık taşrada. O zaman birlikte yatıyorduk. Uzun süre karlarla kaplı kalıyordu kent. Ve biz o koca evde, birlikte uyuduğumuz uykuda ne değin yalnızdık. Ölümümü anlamadan büyüdüm. Bir gün yüksek bir evin balkonunda tek kolumla asılı kaldım. Vücudum caddeye sarkıyordu. Kalabalık ve bomboştu cadde. Aşağıda ninemin cenaze arabası gidiyordu. Gözlerimi aşağıya yöneltmekten korkuyordum. Tek elimle balkonun içine geçmek için gösterdiğim her çaba, caddenin derinliğine düşmem için bir tehlike oluyor. Ne içeri girebiliyorum ne de caddeye düşüyorum. Bu bir düş mü? Boşluğa sallanırken bunun bir düş olduğunu düşünüyor muyum? Bunun bir düş olup olmadığını düşündüğümü hatırlıyorum. Oysa bu düşten uyanıp uyanmadığımı hatırlamıyorum. Bilmiyorum. Annemle birlikte yatıyoruz. Sabaha karşı kapıyı çalarak uyandırıyorlar bizi. Okulun hademesi gelmiş. Ağlayarak kendisi ile gelmemizi istiyor bizden.
Henüz yüksek karlar arasından geçmemiş kimse.
Onlar önden gidiyorlar.
Ben arkadan.
Kar onların dizlerine geliyor.
Benim omzuma.
O kadın nereye götürüyor bizi?
Eve döndüğümüzde annem gene üzgün. Ve ben gene bir şey anlamıyorum. Annem benim camdan düştüğümü bağırıyor ve ben onun sesini duyarak düşünüyorum.
Uyandığımda kendimi annemin koynunda mı bulacağım?
Yoksa bambaşka bir boşlukta mı?
Tezer Özlü, 1966
YORUMLAR
Ne güzelmiş o kenar mahalleler. Yazıda o yıllara ait tüm samimiyet vardı. Yazını okumak güzel bir nostalji turu gibiydi.Sıcacık oldu içim. Ben çocukluğuma dair pek bir şey hatırlamıyorum ne yazık ki, ama mahallemizdeki çeşmede oynarken her gün üstümü defalarca ıslattığımı ve eve sırılsıklam gittiğimi annem bazen anlatır gülerek. Bir de eli maşalı olduğumu:) Mahallede ablamı biri dövse küçücük halimle elime terliği alıp fırlarmışım. Fenaymışım yani:))
Bunları hatırlamama vesile oldu güzel yazın, ne iyi ettin de yazdın bu yazıyı. Teşekkür ederim Baharcığım bu nostalji turu için.
Çok güzeldi ve çok beğendim yazını.
Sevgilerimle
Çitlembikten kurşun,kargıdan tuf tuf yapardık biz... Bir de kedilerin kuyruğuna konserve kutusu bağlamıştım. Bunu hatırladıkça içim eziliyor... Çocukken pek uslu değildim ben ya... :Sapanla kuş vuruyordum mesela... Ne çok utanılacak şey yapmışım. Bebeklerimi karşıya dizip babama ağaç dallarından yaptırdığım ok ve yayı kullanıp onları vuruyordum.. Neyse daha fazla dökülmesem iyi olacak :)))
Sevgilerimle...
Bahar Batıl
hep mutlu ve güzelliklerle kalasın..sevgimle..
Tanıdık, sevdik ve unutmadık; ne güzel anılar yaşattınız dostlar, sizleri bu naif ve anlamlı üslupda andım. Bunu yaşatan usta kaleme teşekkürlerimle...
Bahar Batıl
çok teşekkür ediyorum..
saygı ve selamımla
Sevgili Bahar ,
Yazın çok güzeldi. Benim merak ettiğim , yaşın çok genç olmasına rağmen muhtemelen 90'lı yılların başında yaşanmış bir kenar mahalle resmi çizdin gözlerimizin önüne , bu eser kurgumu yoksa siyah beyaz türk filmi tadında nasıl yazabiliyorsun :) ?
Şiir'inin tadını biliyordum da yazı konusunda da oldukça başarılısın , tebrik ederim.
Lütfen bu yeteneği hiç etme , bir dergi basım evi , yazarlar odası bir gazete... bir yerle iletişime geç olur mu ?
Bahar Batıl
çok teşekkür ediyorum beğeni ve yorumunuza..
saygı ve selamla..
kendimce plan ve düşüncelerim var elbette..bakalım hayırlısı..
tamamen kurgudur..şiirlerimin olduğu gibi..o kılığa bürünüyorum diyeyim..
syfttn
Hani ustalığını kıskanmadım desem yalan olur :)) bende iyi yazdığımı sanıyordum seni ve birkaç değerli dostu okumadan önce ,
Ayaklarımızı yere bastırdığın için ayrıca teşekkür ederim.
Güzel insan hayat sana kalbinin attığını getirsin , umarım bir gün seçkin eserlerini kitapçılardan almak nasip olur.
Bahar Batıl
güzelliklerle kalınız..selam ve saygılar..
Ne varsa eski zamanlarda varmış.
Her şey doğal, insanlar yapmacık değil..
O kadar olmasa da sanırım ben de o güzel zamanlara kalabilmişim..
Çocukluğumu doya doya yaşayabilmişim.
O günlere beni gönderdiğin için teşekkür ederim baharım...
Kenar mahallede soluklanmak iyi geldi..Yüreğine sağlık..sevgilerimle...
Bahar Batıl
teşekkür ederim güzel yorumun için
sevgimle
Kıyısız/ım
kendi çocukluğumdan izler buldum güzel paylaşımın da,bahçeli bir evde geçti benim çocukluğum da,çeşit çeşit meyve ağacımız vardı,dalından koparıp yerdim her tür meyvesi şimdi o tadı bulamıyorum,arkadaşlarımızla bütün gün oyun oynardık mahalle arasında,şimdi ki çocuklara acıyorum,komşuluk ilişkileri çok farklıydı,herkes birbirini tanır,herkes birbirine selam verir,hal hatır sorardı,şimdi öylemi insanlar birbirlerinden korkar oldu,kimse kimseye güvenmiyor,inanmıyor,haksızmıyız dersek vallahi haklıyız,çünkü her şey değişti,zaman değişti,olumsuz yönde,en kötüsü de bundan en çok etkilenenler insanlar oldu,yani bizler...
yüreğine sağlık baharcığım,çok yeteneklisin bu bariz bir şekilde ortada,tebrik ederim...
Bahar Batıl
ama ne mutlu ki, güzel bir çocukluk geçirmişsiniz..biz daha çok apartman çocuğu statüsünde büyüdük..maalesef..
her yaşın eskiye özlemi oluyor işte..
çok teşekkür ediyorum..sevgimle
Ben de yazarım iyi, kötü...
En çok da okurum ama...
Hele "beni yazan" böyle yazılara rastladığımda...
Tanıdık bir tema...
Şimdinin değil ama.. Bir yirmi, otuz yıl öncenin..
Hemen hemen günlük yaşamdan bir kesit... O kadar...
Fakat "okutuyor" kendini, ilgi çekiyor, gülümsetiyor, bazen de derinden bir "ah!" çektiriyor...
İşte bunu becerebilendir, "yazar..."
Tebrikler Bahar Hanım..
Bahar Batıl
sonuçta böyle şeylerle dolu yüreğim..
çok teşekkür ediyorum değerli yorumunuza..
saygı ve sevgimle..