- 1336 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GÖL HİKÂYELERİ
GÖL HİKÂYELERİ (GAHBE GENÇLİK)
HALİL ERDEM KİTABI ÜSTÜNE
Mustafa CEYLAN
Halil Erdem 1961 yılında Burdur-Dirmil Çörten Köyünde dünyaya gelmiş, bugüne kadar şiir, roman, çocuk romanı, araştırma-inceleme dallarında olmak üzere toplam 12 kitabı yayınlanmış öğretmen kökenli bir şair ve ressam.
(Göl Hikayeleri-Gahbe Gençlik) isimli eseri 15 hikayeden, 192 sayfadan oluşmakta, "Ardamla yayınları" arasında Nisan 2015 de yayınlanmış.
Burdur yakın çevresinin doğa ile iç içe yaşantısının destanı olan hikayeleri tahlil objektifimize tuttuğumuzda;
DİLve KONU ÜSTÜNE BEN VE HALİL ÖĞRETMEN
Samimi, yöresel ve ışıltılı. Göl suyunca bereketli ve candan bir dil ve anlatım... En çok ahşabın ayaklarda çıkardığı sesi, (takur tukur)sesini duydum içimin dehlizlerinde. Kitabı okuduktan sonra, geceler boyunca göl kenarında, sazlıklar içinde dolaştım. Suyun doğurgan, anaç, hayat veren sesini dinledim. Belediye Başkanı Hasan Salman oldum, ağalara karşı bayrak açan, çocukluğumun geçtiği topraklardaki gibi, kaymakamlık binasına yer buldum, Gölhisar adının Kuruhisar olduğu zaman diliminde oturup çocuklar gibi ağladım. Mühendislik diplomamı bir kenara atıp, bir ormancı olabilmek için az daha okumaya gittim...
Amerika’ dan gelen peynirlerin, süt tozlarının dilime damağıma nasıl yapışıp da çıkmadığını hissettim, bütün gücümü toplayıp, haksızlıklar ve tek kutuplu dünya üstüne tükürdüm. Dünyanın her yerinde sermaye ve emek kavgasının nasıl yaşandığını aklıma getirdim. Su kanalı oldum taşla doldurulan,
su değirmeni üstünde yedim kurşunu, ölmedim, sardım yaralarımı göl kenarında, hayır hayır, muskacılara koştum; ben Ramazan Hoca’ya koşarken doktorun "bizlik değil" dediği, ayaklarının altı bıçakla dilindiği halde haberi olmayan yeni gelinler gördüm, sonra da ölmeden evvel komşuyu öldürüp suyunu ısıtanlarla, salasını verenlerle buluştum sabah namazından sonra köy camii önünde...
Almanya’ya giderken bir tanıdığa para vermek için motorunu satan, kız çocuklarının kulağını delen, kasabanın traşını yapan, tüpünü değiştiren Berber Emin Usta’ nın yanına çırak yazıldım, orada derledim topladım, göl adamlarının yaşama kavgası ile toprak ağalarının servet kavgalarını.
Sonra, bi de baktım ki; Halil Erdem isimli bir öğretmen dikkatimi çekti. Bizim dükkâna sık sık gidip geliyor, arada bir konuşulanlardan not aldığını görünce, şöyle göz ucuyla yazdıklarına bakınca gördüm. Malum pek okuma yazmam yok bilirsiniz. İdare edin işte canım... Halil öğretmen demiş ki:
"Elmalı’da halk ayaklanmış, bizim gibi onlar da Avdan Gölünü kurutmuşlardı biliyorsunuz. Sağ olsun vekilimiz bir dediğimizi iki etmemişti de bizim gölü de kurutuvermişti. Kuruyasıca gölü"
"Teke yöresinde Şahkulu İsyânı’ndan beri halkın yaptığı en büyük isyanmış.
İstanbul’dan, Ankara’dan öğrenciler gelip halka destek verip yol gösteriyorlarmış. Gazeteciler, siyasetçiler herkes oradaymış."
"Bunlar kurutulan göl topraklarını topraksızlara pay edivereceğiz diyorlarmış, aynı bizim Başkan gibi, bunlar hepsi aynı bokun soyu."
--"Abuuu!Ola arkadaş bu ne böyle, bu fikirler nasıl meydana gelip duru?"
-"Bunları Rusya’dan öğreniyorlar, nerden öğrenecekler, Amerika’dan değil herhal!"
-"Tabi canım, Amerika bizim dostumuz, öyle düşmanlık tohumları ekmez bizim topraklarımıza.
Konuk Ağa’ nın adamı:
-"Nerden öğreniyorlarmış ağam bi daha deyiver hele deyince..."
Evet ve sonra... Elbette, egemen güçle, Horzumlularla köylü karşı karşıya gelir. Arada asker-emniyet gücü. Arada hukukçu ve savcı. Halkın önünde kendi seçtiği yerel Belediye Başkanı. Sonra gelecek denilen gençler.
Alın size kırsalın önemli bir olayı…
Bu olaylarda;
Belki bazı kahramanlar cephe değiştirmiş olabilir ama, sonunda "zilyetlik ve hukuk meselesi" devreye girer.
Güneyin, Teke yöresinin en önemli sancısıdır “zilyetlik ve hukuk”.
Halkın avukatı olmanın ve savcı olarak egemenlerin emrine girmek yerine halkın ve kamunun vicdanı olmanın güçlüğünün destanı bu göl hikayeleri.
Sonra,
Evet sonra;
Kurutulan göl...
Ölen - öldürülen su dünyası. Verimli toprak bölüşüm veya ürün paylaşım kavgaları.
Emek sermaye kavgasının aynısı.
Hâtta, yanyana iki mahallede olan köylü ve egemenlerin kavagası sürerken
ve
Ağanın karşı propagandası ile, (Toprak dediğin ağalarda olur, haddimize mi, bizim toprak sahibi olmak) deyip, ağaları destekleyen halkın içinden uyur gezenler, korkaklar varken; bir gece ansızın kurutulan göl topraklarını sürüp geçen eli bıçaklı, acımasız insanlar. Zalime karşı, Başkana rağmen, hatta ağalara rağmen, karşı duramayan halka karşı, bir gece apansız göl topraklarını işgal edip, kimsenin adım atamadığı yer haline getiren karanlık güçler, mafia, zorbalar...
Böyledir işte.
Hani bir siyasi liderimiz demişti ya "Toprak işleyenin, su kullananın " demişti ya, o geldi aklıma...
Neyse;
Gölün intikamını yaşamış çevre ve insanlar. O intikamın en acıklı türküsü göl hikâyeleri anlayacağınız.
Şimdi,
Dil ve konu üstüne dedik bu bölümde, elbette 15 hikâyenin 15 i de bu mücadelenin içinden manzaralar sunmuyor.
Çavuş mu Efendi mi’ de;
Hani Pensilvanya’da duran "Efendimi"z(!) var ya(LÂNET ADAM VAR YA HANİ, BİLİYORSUNUZ CANIM), onu anımsadım birden bire de Çavuş olayazdım valla. Çavuşluğum kalsın dedim, Hamit Çavuş gibi oğlumu öğretmen okuluna okumaya gönderdim. Efendilik sizin olsun be adam, verin dilime Hamit Çavuş’un kırkından sonra ad değiştirmem sözünü... Verin kolluğunu koluma.
Sazlardan hasır dokuyorken, divan yastıkları yapıyorken ve bunları yakın pazarlarda satıyorken;
Güldalı’ nın aşkına tutulan Mehmet Emin oluverdim. Güldalı bir kahraman ki, yazarın dilinde;
"Kumral teni, ince uzun dal gibi boyu, yeni kıvrılmış dudakları ve çekici güzelliği..."
Ve solmuş vişne çürüğü renkli, puantiyeli fistanı ki ilk kez şeker bayramında giymiş, bir daha çıkaramamış, soluk. Ve bir yeni Nazilli dokuması alıp gelmeliyim Güldalı’ya... Fakat, kaçırdılar sevdiğimi, kaçırırlar. Sonrasını anlatamam ki, yüreğime oturur.
Ve Burdur ceza evi, seferberlik ve savaşa... Afyon Sandıklıya....
Tam 20 yıl sonra dönüş baba ocağına. Güldalı evlenmiş, torun torba sahibi olmuş.
Alırım sazımı elime ve (Gahbe de gençlik geldi de geçti yel gibi) diye bir türküye durur yüreğim, sazım...
İşin özü şu sözlerde saklı:
"Dönemin iktidarı, toprak ağalarının doymak bilmeyen toprak hırsı yüzünden Gölhisar Gölü’ nü ve sonra da Söğüt Gölü, Elmalının Avlan Gölü’ nü kurutmuşlardı."
Kuruyan göller, değişen iklim. Suyu çekilen toprak, güneşin altında kanı çekilmiş ölü misali uzanıvermiş...
İşte manzara, işte olay...
Bu olayın etrafında yazarımız;
1-Gölün insanlarla sınavında, gölün içinde yaşayan canlıların yaşamına son verilince insanlardan aldığı öç ve bedel... Gara Ali’ nin kurban gitmesi.Gara Ali ki, ne toprak almış kurutulan gölden, ne de ektiği buğdayın hasadını vermişler.
2-Gara Ali’nin dul kalan eşi Gülden ve Topal Abdi. Sonra Topal Abdi’nin eşi. Köy yerinde güzel olmak, dul kalmak zordur be dostum. 1950-1960 yıllarında kırsalda meydana gelen kadın-erkek, dul-evli, kuma hadiselerini muhteşem bir şekilde işlemiş yazarımız.
Sonuç mu? Dul kalan Gülden ve oğlu Mehmet, Almanya yolcusu tabii ki... Köyde geçim, aile ilişkileri ve de elbette komşuluk... Kadın kadına dayanışma. Kuma meselesi ve göç olgusu...
3-Sonra, kanlı sanılan boyalı çizmeler. Kahkahadan kırılırsınız valla. Çizmeye işemek zorundaysanıaz dikkatli olun derim. Kahveci Topal İsmail gibi, hışımla yerinizden kalkıp elinizdeki bardağı duvara fırlatmadan evvel çizme içinde sakladığınız çaya renk veren boyaları unutup kalmayınız derim. Yani, esnafın halkı kandırması olayına dikkatinizi çekerim.
4-Ve sonra, (Şimdiki garılar kocaya varmıyor oğul. Fakir fukara fonundan her ay yağ, tuz, hatta sebze parasını veriyor devlet. Kömür de dağıtıyor, niye evlenip koca kahrı, kuma kahrı çeksinler ki) öyle değil mi? Değişen zaman ve şartlarda değişen ekonomi. Kamunun bu değişiklik karşısında siyasi ve ekonomik çözümlerinin birey yaşantısına yansımaları... Ayakta işeyen gelinler öylesine çoğaldı ki,
Çatak Köyünde Yavan Abdurahman Dayılarla dolu yanımız-yöremiz, neylersiniz?
Ve evet,
Şimdi Abdurahman Dayılar, koca koca TV larda, "evlen benimle" programlarında. Çatak Köyünün uyanık gençleri yerine, toplumu hergün ninnilerle uyutan çöpçatan programları... Oh ne alâ memleket, öyle değil mi?
5-Sonra Hasibe Teyzeler... Kurt boğan, keçi kurtaran Hasibe teyzeler, o kadar çoksunuz ki, ben size ne diyeyim. En azından Hasibe teyzenin bir hoş yanı var, kurduğu "uğrasayı" bozmakta aceleci davranışı.
Ve Nesibe Nene...Ormancı kocası ölünce, çocukları istedi diye evini satınca sırayla çocuklarında kalır.
Ankara’da gelin eline gönderilişi ve "çöp gibi kalan kolu bacağıyla ancak tuvaletine kalkabilen el yordamıyla gittiği tuvaletin yolunu artık bulamaz olmuş da somyasından tuvalete giden bir ip bağlamışlardı) ve Damadının "ne zaman ölecek bu kadın" sözlerini duyması ve son uykuya dalması, eserin son öyküsü.
Burada iki yaşlı insan motifi çizilir. Hasibe ve Nesibe...
Yaşlılık konusu işlenir. Nesiller arası uçurum, yaşlandıkça eziyete dönen yaşamın acıklı senfonisi yansıtılır.
6-Göl hikayelerinde çevre ve doğa meseleleri, SSK çift maaş vurgunu dahil bir çok toplumsal problem kahramanların diliyle gündeme getirilir.
7-Göl ve hayvancılık... Balık artıklarıyla kedilerin, köpeklerin beslenmesi, pazar sonrası bırakılan meyve ve sebzelerin toplanıp yoksul ve yaşlılara, derme çatma evlerde, mahalle dışında oturanlara yardım edilmesi, yaylaya çıkmakta geciken sürüler sebebiyle yılanların köyü basması da öykü çerçevesinde kelimelerden resim yapılarak sunulur.
Su gibi akan, arı, duru bir Türkçe ile, arada bir de olsa yerel deyimler, sözler ve atasözleriyle, mahalli şiveyle donatılmış öyküler...
Ve
Ressamlığın getirdiği kurgulama, renk seçimi, renk ve gönül, moral ve toplumsal kaygı... Bütün bunlar yazarın ressamlığının kalemine yansımasıdır diyebilirim.
Harman kalkımından sonra düğünleri beklemeden, bir öykü kitabı daha bekliyoruz Halil öğretmenimizden. Tebrikler, teşekkürler....
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.