- 716 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Onlar; Bizi Doğuranlar, Yetiştirenler..
Huzur evi ziyaretlerimi aksatmaktan hiç haz etmezdim, bundan birkaç sene öncesine kadar.. “Yağmur, çamur” demeden giderdim yanlarına.. Bilirdim, görünce:
- “Geldi, hayırlı kızımız” diye, sevineceklerini.
- “Dün akşam, Hasan Amcan öldü” demişti.. Dalgın, ağlamaktan göz pınarları kızarmış gözlerle, ölümün her an peşinde olduğunu kabullenen yaşlı teyzelerden birisi…
Ne diyeceğimi bilemeden, kalakalmıştım ayakta öylece.. Böyle sözleri dinleyince…
Yaşlı amcalardan biri:
- “Gel kızım, ayakta kalma. Yanaş yanımıza, otur, sohbet edelim. Ne var, ne yok dışarlarda.. Anlat bize. Çocuklarından bahset, yediğin içtiğin senin olsun. Ananlan babanı arıyor musun, de hele. Sen, hayırlı bir kıza benziyorsun”
- “Hepimiz öleceğiz, kurtulacağız bu hayattan” diyen birinin sesine dönüp:
- “Aman, Amca Bey!.. Şikayetiniz mi var? Nedir, söyleyin” demiştimdi..
De:
- “Yusuf benle tavla oynamıyor, küsmüş.. Halil Amcan desen.. Kulağı duymuyor, gözü görmüyor. Attığım zarı kabul etmiyor, kavga ediyor benlen”
Tam “Gel beraber oynayalım, babacığım” diyecekken:
- “Kızım, senin gözün görür. Gençsin, benim odaya gidelim de bana yardım ediver bir zahmet” diyen, bastonlu teyzenin ardından gidivermiştim hemen.
Odası Gül Suyu kokuyordu ve Cennet huzuru vardı sanki. Yatağının yanı başındaki Kuran-ı Kerim’in arasında cetvel gibi olan büyütecini koymuştu. Belli ki; her fırsatta okuyordu, sığınıyordu Yaratana ve Kutsal kitaba..
Küçük küçük kağıtlara sarılı olan (Sanırım gelen hediyelerden yemeyip ayırdığı) tazesi-bayatı bir dolu lokum, şekerlemeler ve sıcaktan eğrilip büğrülmüş, sonrasında donmuş olduğu besbelli yaldızlı çikolataları, ördüğü el bezlerini, liflerini, hırkayı, rengarenk patikleri rengi solmuş, buruşuk-kırışık ve kenarı ha koptu ha kopacak tıklım tıkış kocaman bir poşetten çıkartıp; bana, onları “güzelce katlayıp” her birinin arasına yemeyip, sakladıklarını vererek “yerleştirmemi” isteyip, “gazete kağıdıyla paketlememi” söylemişti.
O kadar çok biriktirmişti ki.. “Bunca zaman verememiş bir türlü” geçmişti aklımdan.. Ya da hiç farkındasızlığımızla birbirimizi beklemişiz sevginin itimadına istinaten…
- “Bu torunun. O’nun gözü yeşildir” diye, ayırdığı da olmuştu.
İçim, yanmıştı ki; hala yangın alevdir o an bağrımda.. Bağıra bağıra ağlamak istemiştimdi. “Ah-hh Zeliha Teyzem, ah-hh anacığım!.. Onlar seni düşünmüyorlar ama hala sen onları düşünüyorsun. Ayaklarını üşütmesinler, sırtlarına bir şey giysinler, temizlensinler” diye, içimden haykırmıştımdı da isyanlarımı…
Daha isyanımı göğsümden dilime yansıtamadan, iç sesimi duymuş gibi:
- “İşleri var a kızım, gelemiyorlar. Anaları babaları çalışıyor, torunlar da okula gidiyorlar”
“Ah-h!.. ’Kan tükürüp, şerbet içtim’ demek, böyle mi oluyor yoksa" geçmişti aklımdan.
“Hayır, hayır.. Binlerce kez hayır! Bunlar bahane değil. Bunlar; yanına gelememelerinin sebebi değil, olmamalı. Kandırma kendini. Daha ne kadar kandıracaksın?”
Fakat; insanı hayata bağlayan umut değil midir ki; kırayım umudunu!?.
Adresi almış, gitmiştim teslimata.. Verilen adresteki kapı numarası tamam, isim farklıydı. Çalıp zili, sormuştum ismi:
- “Falanca feşmekanın evi mi, efendim”
- “Hayır”
- “Yanlış mı geldim acaba”
- “Onlar taşınalı yıllar oluyor. Biz satın aldık, onlardan”
...
- “Bir şey mi vardı”
- “Nerede olduklarını biliyor musunuz peki”
- “Göçtüler burdan temelli.. ‘Kimi İstanbul, kimi İzmir’ diyor, bilmiyorum nerdeler”
Ayrılmıştım, elimdeki bir yığın çantayla, Zeliha Teyzenin verdiği adresten.. Şu an; bile ağlıyorum.
Böyle mi olmalı? Bu mudur? Huzur Evi’nde huzurlu mu sanılıyorlar, Onlar?
Eşantiyon radyomdan yine ses var, peşpeşe:
- “Ne gele-een ne sora-aan var”
- “Hastayım, ya-aaşı-ııyoru-uum”
Ağustos Böceği gibi yaşamayalım. Ömür vefa ederse, bizler de yaşlanacağız. Karınca kararınca, elimizden geleni yapalım. Var mısınız Onlarla el ele olmaya?
Sevgi ve saygılarımızla…
16.10.2008, 19:00
Gülizar Özlem SARAÇOĞLU