ATATÜRK GİBİ DÜŞÜNMEK
ATATÜRK’ün sınırları olmayan bir dünya lideri olduğunu ifade edebilmek için bir Norveç deyimini başlık atarak ondan bahsetmeye başlamayı seçtim. ‘’Atatürk gibi düşünmek’’ deyiminin anlamını hissederek günlük yaşamlarında sık sık kullanan bir ülke olduğunu biliyor muydunuz? Çözümsüz kaldıklarında ‘’ Atatürk gibi düşün. Mutlaka bir yolu vardır’’ diyerek yeniden ayağa kalkmanın çaresini arayan ülkeler var Dünyada.
Onu sevmek ve anlamak öyle muhteşem bir duygu ki onunla gururlanmak öyle tarifsiz bir haz ki ondan bahsetmek içi hangi kelimeleri kullanacağımı bile bilemiyorum. Hangi vasfını unutursam ona haksızlık yaparım telaşı içindeyim.
Bu telaşım beni çocukluk yıllarıma götürdü. Ben daha yedi yaşındaydım. İçinde bulunduğumuz yaz mevsimi bittiğinde okula başlayacaktım. Çok güzel bir Ağustos akşamıydı. Bir kaç gün sonra Zafer Bayramı kutlanacaktı. Biz akşam yemeğini yemiştik ve sivrisinekler rahatsız etmesin diye bahçeyi aydınlatmadan masada oturmuş sohbet ediyorduk. Babam keyifle çayını içiyorken yorgunluk gideriyordu. Annem hep bir nedenle masadan kalkıyor, içeriye gidiyor, yine geri geliyordu. Onun sürekli işi olması benim başımı döndürüyordu.
Bahçeye elinde fenerle bir asker girdi. Bahçe kapısının yanında durup elindeki feneri bize doğru tutmuştu. Babam yerinden doğrularak;
-Buyur evlat, hayırdır?
- Müdür bey; iyi akşamalar. Bayram kutlamaları için trenle gelecek olan askeri malzemelerin vagonu hangi istasyondadır diye komutanımız merak ediyor. Bu sebeple sizi bu saatte rahatsız ettim. Komutanımız kutlamalar konusunda hiçbir aksilik olmasını istemiyor.
- Bizim hareket memuru Veli Bey istasyondadır aslında ama madem buraya kadar geldin gelip bakayım.
Babam yerinden kalkıp bahçe kapısındaki askerin yanına ilerledi ve sonra birlikte bahçeyi terk ettiler. Biz tren garının lojmanında oturduğumuzdan böyle çat kapı işleri çok çıkardı babamın. Bu durumdan en çok annem hoşlanmazdı. Ama yapılacak bir şey yoktu.
Benim aklım Zafer Bayramında takılı kalmıştı. Hala neden böyle bir bayram kutladığımızı pek anlamamıştım. Bu konuda yardım etmesi için anneme sormaya karar verdim.
- Anne biz neden Zafer bayramı kutluyoruz?
- Aslında her şey 19 Mayısta başladı kızım. Eğer 19 Mayıs ta ATATRÜRK Samsun’a ayak basmamış olsa idi bugün 30 Ağustos Zafer bayramı diye bir şey olmazdı. Atatürk ‘’Bandırma Vapuru’’ ile çıktığı özgürlük yolunda bir ulusun kaderini değiştirmiştir.
- Nasıl?
- Bak kızım; o günlerde bizim ülkemiz yabancı devletler tarafından işgal edilmişti.
- İşgal edilince ne olmuştu?
- Şöyle anlatayım; bu bahçeyi bizim ülkemiz gibi düşün. Şuradaki erik ağacını hiç tanımadığımız bir adam gelip sahiplenmiş. ‘’bu ağaç artık benim’’ diye bağırıyor ve elinde de silahı var. Şu köşedeki kiraz ağacına da bir başkası gelip el koymuş ve oda aynı şekilde silahlı ve bizi tehdit ediyor. İşte bu bahçede gördüğün ne varsa tanımadığımız insanlar bir an da gelip ellerindeki silahlarla hepsine sıra ile el koyuyorlar ve biz onlardan güçsüz olduğumuz için geri alamıyoruz. Ayrıca bu bahçenin bir yönetici varmış ve evdeki odasından hiç çıkmıyormuş. Sadece odasına dokunulmasın diye her şeyimizi vermeyi kabul etmiş.
- Ama bu bahçeyi yönetiyorsa odasından çıkıp onlara kızması gerekmez mi?
- Evet, bunu yapması gerekir. Ama yapmıyor ve hepimizi ve bahçede ne kadar sahip olduğumuz eşya varsa hepsini almalarına izin veriyor.
- Kim anne o yönetici?
- Padişah! Bizim son padişahımız ne yazık ki ülkemize düşmanlar geldiklerinde bizi hiç korumadı kızım.
- Niye öyle yapmış ki? Bahçesini neden veriyor? Hiç öyle başkan olur mu? Geçen gün arkadaşım Cemile bisikletimi zorla alıp binmeye kalktı ve ben buna izin vermedim. ‘’İnsan kendisine ait olan bir şeyi korumalıdır’’ demişti babam.
- Evet, kızım insan kendisine ait olan bir şeyi sonuna kadar korumalıdır. Bazen bunu akıl yolu ile bazen de güç kullanarak yaparsın. Bir başkasının sahip olduğu bir şeye de göz dikmezsin. İnsanlarla iyi geçinmenin yolu budur. Aynı zamanda adaletli olmak böyle bir şeydir. Barış içinde yaşamak için herkes kendi sahip olduklarının kıymetini bilmeli ve bir başkasına ait olana göz dikmemeli. İşte Atatürk’ün bize öğrettiği güzel fikirlerden biri de budur. O ‘’yurtta sulh cihanda sulh’’ diyerek Dünya barışının önemini vurgulamıştır.
- O ne demek anne?
- Yani herkes kendi bahçesinde barış ve huzur içinde yaşamalı, bir başkasının bahçesindekilere sahip olmak için kötü şeyler yapmamalı demektir. Atatürk hep savaşmak zorunda kalmış, barış için tüm hayatı boyunca uğraşmış bir liderdir.
- Atatürk çok iyi bir insanmış o zaman anne.
- Çok iyi bir insandı tabi ki. Hem o çocukları çok severdi. Dünya da hiçbir lider çocuklara bayram hediye etmemiştir. O hem çocuklara hem de gençlere çok güveniyordu. Yurdumuzu ve tüm sahip olduğumuz değerli şeyleri sizlere emanet etti. Biraz büyüdüğünde sana gençlere yazdığı bir mektup var ,onu okuyacağım. Adına ‘’Gençliğe Hitabe’’ deniyor. Orada her şeyi anlatmış.
- A! Bize mektup mu bırakmış bir de? Çok merak ediyorum neler yazdığını.
- Benim sana anlattıklarımı anlatmış kızım. Ama büyüdüğünde mutlaka okuman gerek. Şimdi okusan da henüz tam olarak anlaman pek mümkün değil.
- Büyümek ve o mektubu okumak için çok heyecanlıyım.
- Akıllı kızım benim.
- Sonra ne olmuş anne? Bahçeye giren silahlı adamlar nasıl gitmişler?
- Hım! Devam edelim o zaman. Bahçe talan edilirken Atatürk Samsun’dan büyük bir ışık yakmış.
- Nasıl yakmış?
- Kızım, diyelim ki az önce bahçeye giren asker Atatürk’müş. Biz karanlıkta iken elindeki fenerle bir anda nasıl bahçeyi aydınlattı gördün değil mi? Bahçenin giriş kapısını Samsun olarak düşünürsen oradan yaktığı ışığı biz burada İzmir’de gördük değil mi? Bu masanın olduğu yeri İzmir olarak düşün.
- Evet , çok güzel ışık oldu bir anda. Anlıyorum galiba.
- Atatürk Samsun’dan o ışığı yakıp bizlere seslendiğinde işte halk tıpkı baban gibi ayağa kalkıp görevinin başına geçti. Atatürk önderliğinde koca bir millet ayağa kalktı. Hepimiz onun ışığı ile karanlığımızdan çıkıp bahçemizi talan eden yabacılara karşı mücadele etmeye başladık. Sıra ile bahçedeki tüm ağaçları, çiçekleri, eşyaları, neyimiz var neyimiz yoksa ellerinden geri aldık. Bunu yaparken bazı eşyalarımız kırıldı. Bazı ağaçların yaprakları dökülüp dalları kırıldı. Bahçenin bazı yerleri kirlendi. Ama biz pes etmedik. Yeniden yaparız, yeniden eski haline getiririz bizim olanı diyerek asla umutsuzluğa kapılmadık. Çünkü Atatürk bize öyle öğretti.
Bir zaman sonra Atatürk şu bahçenin ortasındaki havuzu yaptırdı. Bu havuz Ankara kızım. Tüm halk bahçenin dört bir yanından oradaki havuza birer avuç su ile gelip onu doldurdular. Millet olmak, hep birlikte bir havuzu doldurabilmektir. Bunu da bize Atatürk öğretti.
Bizim bulunduğumuz masa dan yani İzmir’den neredeyse Ankara’ya kadar bir yangın çıkmıştı. Yunanlı istilacılar bahçemizi yakmışlardı. Halk Atatürk’ün önderliğinde büyük bir savaşa girişti. Atatürk yüksek sesle ‘’Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!’’ dedi ve halkı bir kez daha göreve çağırdı. O havuzda toplanan su ile İzmir’e kadar koşarak geldiler. Tüm yangını söndürdüler. İşte buna zafer diyoruz. Atatürk bu büyük zaferi bayram olarak ilan etti. Adına 30 Ağustos Zafer Bayramı dedik ve her yıl o günleri, tüm bu bahçenin yeniden bizim olmasını bize sağlayan insanları unutmamak için kutlama yaparken onları da anıyoruz. İşte böyle güzel bir şeyi kutluyoruz kızım. Biz Atatürk’ün bize yeniden hediye ettiği topraklarda özgürce yaşamayı kutluyoruz.
Aslında annemin o gün anlattıklarını tam olarak anlamam biraz daha zamanımı almıştı. Ama Atatürk’ün sevgisi ılık ılık yüreğime akmıştı.Aradan geçen zaman da onun ilkelerini ve ideallerini tek tek hayata geçişirişini öğrendikçe Atatürk’e hem saygım hem de sevgim bir çığ gibi büyüdü. Bir gün bir çocuğum olursa ona öğretmeye Atatürk’ten başlamaya karar verdim. Şimdiler de ise oğlum bana anneler günün de Atatürk’ün nutkunu hediye edince bunu başardığımı gördüm.
Dünyayı ve hatta ezeli düşmanlarını bile kendine hayran bırakan bir insandan bahsediyorum. Atatürk’ten bahsediyorum. Sanki bu yazdıklarımı okuyormuş hissine kapılarak elim ayağıma dolaşıyor. Ben onun hakkında asla istediğim gibi güzel bir yazı yazamadım hep bu yüzden. Ona olan duygularımı anlatacak en güzel kelimeleri ararken hep tıkanıyorum.
Düşünsenize Yunan komutanı Trikopis’in her yıl Cumhuriyet bayramında Atina’da bulunan Türk konsolosluğuna kendi isteği ile gidip saygı duruşunda bulunmasını hangi kelimelere sığdırabilirsiniz? Atatürk ile karşılaşıp kısa bir zaman diliminde dahi olsa vakit geçirebilen ve hayran olmayan tek bir kişi olmamıştır. Bu esir aldığımız mağlup bir ordunun komutanı dahi olsa böyle olmuştur.
Şimdi yıllar sonra bugün televiyonda haberleri izlerken benim İzmir’im de,Atatürk’ün belki de en çok anlaşıldığı ve her anlamda Atatürk tarafından kurtarılmış bir şehir de hem de kendi adının verilmiş olduğu Atatürk Lisesi’nden mezun olan öğrenciler Onuncu Yıl Marşını söylerken kendi okul müdürleri tarafından engellenmeye çalışılıyor. Hem de sözleri dünyalara bedel olan bu marş için ‘’ bu okulda böyle sloganlar attırmam’’ diyerek çocukları engellemeye çalışıyor.
Ben bu insanların aklı ne durdurulmuş hiç bilmiyorum. Bir eğitimci ,hem de bir okul müdürü Atatürk’e neden düşman olur hiç anlamıyorum. İşte bu yazıyı bu kadar basit bir dille,çocukluğumda benim anladığım şekilde dile getirdim. Çünkü ülkemizde ne yazık ki Atatürk’ün bize neyi bıraktığı hakkında hala hiçbir fikri olmayan yüzlerce insan var. Çok acıdır ki bunların bazıları da öğretmen.
Hep beraber bu insanlara hangi tehlikelerden geçtiğimizi en basit dille anlatmaya devam edelim. Onlar bizi anlayıncaya kadar devam edelim. Asla pes etmeyelim. Bize bahşedilen mucizeyi görebilmeleri için bıkmadan usanmadan her yolu deneyelim. Bize ATATÜRK’ün bıraktığı mirası güven içinde gelecek nesillere taşımamız için bunu yapmaya mecburuz.
Bugün bu topraklar üzerinde kavgalarımızı dahi özgürce yapabiliyorsak,başımızda dalgalanan bayraktan utanmadan yaşabiliyorsak bunu Atatürk’e ve bu topraklarda ona inanmış,ona güvenmiş,onun ışığından giderek gerekirse canlarını vermiş binlerce şehide borçluyuz. Bize bıraktıkları özgür topraklar da başımız dik yaşayabilmemiz için onların anısına ve mirasına sahip çıkmak zorundayız. Bizim zaten bir Atatürk’ümüz var. Yeni ve uydurma Atatürk’ler yaratmaya çalışmayı bırakıp gerçek olanı anlayıp izinden gitmeye devam etmek dışında akla yatkın tek bir yol bile yoktur. Onun yerine geçmeye kimsenin gücü yetmez. Bunu yapmaya kim çalışırsa ancak tarihe ironik bir not olarak düşer.
Son olarak yazımı bir alıntı ile bitirmek istiyorum:
UNESCO 1981 yılında, 100. Doğum Yıldönümü nedeniyle Atatürk’ü "Ulusal Mücadele ve Çağdaşlaşma Lideri" olarak evrensel niteliklerini ortaya koymuştu. Bu karar doğrultusunda, Atatürk’ün doğumunun 100. yılı bütün dünyada, "1981 Atatürk Yılı" olarak kutlanmıştı. Bu uygulama, dünyada ilk ve tektir. 27 Kasım 1978 Tarihli UNESCO Genel Kurulu kararında aynen şunlar yazıyordu: "UNESCO Genel Konferansı; Uluslararası anlayış işbirliği ve barış yolunda çalışmış üstün kişilerin gelecek kuşaklar için örnek olacakları inancıyla, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün doğumunun 100. Yıldönümü’nde, 1981 yılında anılmasını kararlaştırmıştır.
Olayı kısa anlatam. Alınan kararda “Bu gün UNESCO’nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal’dir.” Denmektedir. Birden İsveç delegesi ayağa kalkar ve şöyle söyler: “Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız?” şeklindeki kinayeli sözlerine, Rus delegesi ayağa fırlar yumruğunu masaya vurur ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle söyler; ”Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterim ki ATATÜRK öyle dünyadaki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayı her ülke her problemimizde çare olarak aramalıyız” der. Sonra ne mi olur? UNESCO tarihinde ilk ve tekdir hiç negatif oy yok, hiç çekimser oy yok 152 ülke şu metne imza atar; hani İsveç delegesi demişti ya “ne yani” diye. O İsveç delegesi bu imzanın atıldığı gün mikrofona gelir ve aynen şunları söyler; ”Ben ATATÜRK’ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor ilk imzayı ben atıyorum” diyecektir.
Alınan Kararda Şunlar Yazmaktadır: “ Atatürk kimdir; Atatürk ululararası anlayış, işbirliği, barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir inkilapçı, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayırımı göstermeyen, eşi olmayan devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu”
UNESCO B.M.E.K.Ö.nün 152 ülkesinin OYBİRLİĞİ ile yapmış ve dünyaya dağıtmış olduğu ATATÜRK tanımlaması
---------------------------------------------------------------------
Metnin İngilizcesi
Atatürk is: An outstanding person who devoted himself for the development of international understanding cooperation and peace a revolutionist who realized extraordinary reforms the first Leader who fought against imperialism and colonialism. A unique Statesman respectful to human rights pioneer of worldwide peace who never discriminated people according to their color religion or race through out his life founder of Turkish Republic.
UNESCO (United Nations Educational Scientific and Culture Organizations)
Sonuç Olarak: UNESCO’nun ilgilendiği tüm alanlarda Atatürk’ün olağanüstü bir reformcu olduğu göz önünde tutularak, özellikle sömürgecilik ve emperyalizme karşı en önce açılan savaşların ilk liderlerinden biri olduğu kabul edilmiştir. Atatürk’ün dünya ulusları arasında karşılıklı anlayışın, sürekli barışın kurulması için çalışmaları olağanüstü bir örnektir. Tüm yaşamı boyunca insanlar arasında hiçbir renk, din ve ırk ayrımını gözetmeden, bir uyum ve işbirliği çağının doğacağına olan inancını anımsatarak, eylemlerini her zaman barış uluslararası anlayış ve insan haklarına saygı yönünden yapmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Atatürk’ün kişiliğini ve eserinin çeşitli yönlerini ortaya çıkarmak üzere, 1980 yılında yapılan sempozyum hazırlıkları için Türk Hükümeti ile UNESCO’nun işbirliği yapmasına karar verilmiştir."
Sevgilerimle…
Deniz...
YORUMLAR
Sevgili Deniz
Öncelikle, seven sevmeyen, herkesin hayatını etkileyen bir devrimciden bahsediyoruz.
Türkiye coğrafyasındaki herkesin yaşam biçimine etki etmiş devrimlerin öncüsüdür ATATÜRK
ve
Küllerimizden yeniden doğmamızı sağlamış bu yüce insana her anlamda minnettarız.
Ben nasıl ki kardeş boğazlayan,taht kavgası için çocuklarını dahi katlettiren Osmanlı hanedanını anlamıyorsam Atatürküde bazı kesimlerin anlamasını beklemiyorum.
Bir daha da böyle bir komutan gelmez bu ülkeye.
Kutluyorum bu değerli yazını canım.
Huzurlu geceler
Den(iz)
Sevgilerimle...