- 440 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Hayalkırıklığının olmadığı bir yer var mı?
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Yazmasam ölecekmişim gibi geliyor bazen. Yok, ölmek doğru tabir olmadı, içime çökecekmişim gibi geliyor. Sanki ayağımın altında toprak değil de okyanus var. Ve tutunacak hiçbir yer yok. Yazdıkça bir nefesçik daha yukarı çıkıyorum. Birkaç günlüğüne uyuşuyor yaralarım. Sonra? Sonra herşey yeniden başlıyor. Bir ’işe yaramamışlık hissi’ ile tarif edebilirim içimde olanları. Yahut da şöyle söylemeli: Dünyanın ’İşe yarıyorsun!’ dediği hiçbirşeyi yeterince ’işe yarar’ bulmuyorum. Çalışmak. Para kazanmak. Eve ekmek götürmek. Bunlar az şey değil elbette. Fakat ben yalnızca bu kadar mıyım? Bu kadar mı kalacağım? Yazık değil mi bana? Ne kadar beceriksiz olursam olayım. Daha fazlasını istiyorum.
Herşeye kanaat edebiliyor insan. Açlığa, soğuğa, fakirliğe, türlü sıkıntıya dayanabiliyor. Fakat hepsi aslında şu dediğim şeye inancı varsa mümkün olabiliyor: Âdemoğlu ancak ’gerçekten işe yaradığını’ düşündüğü zamanlarda mutmaindir. Ve bu tatmin hissi üzerine gelen türlü belayı sinek vızıltısına çevirir.
Bir annenin bebeğiyle yaşadığı macerayı ele alalım. Bir bebek kolayca katlanılacak birşey midir? Bana öyle geliyor ki: Eğer Allah annenin kalbinde ’annelik şiddetinde bir şefkat/sevgi’ yaratmasa hiçbir anne çocuğuna katlanamaz. Kendi canı-kanı olduğunu bilse bile katlanamaz. Yardıma çok muhtaç olduğunu bilse bile katlanamaz. Öleceğini bilse bile katlanamaz.
Yeni bir hayatın yükünü taşımak kolay değildir çünkü. Hayy’ın yükünü ancak Kayyum kaldırır. Diğerleri? Diğerleri ancak emanetçilerdir. Bu emanetçiliğin yükü ise fedakârlıktır. Şu ’benlik’ asrında başka bir hayat için hayatını detaylaştırmaksa hiç kolay değildir. Şefkat ve sevgi öyle şeylerdir ki, aklın/iradenin dizginlerini nefsin/hevanın ellerinden alır, kalbimize/vicdanımıza verirler. O noktadan sonra siz başka bir insan olursunuz. Vazgeçmenin elde etmekten, bırakmanın tutmaktan, ’dair’ olmanın ’asıl’ olmaktan daha güzel geldiği yeni bir gerçeklik zemini bulursunuz.
Buradan şuraya geleceğim: ’Neremizi tatmin etmek için yaşadığımız’ ile ’nasıl yaşadığımız’ arasında büyük bir ilgi var. Şefkatini tatmin için yaşayanların kendi adlarına beklentilerini azalttıklarını görebiliyoruz. Fakat nefsini tatmin için yaşayanlar bunu yapamıyorlar. Belki de ahirzamanda tesirini daha şiddetli hissettiren şu ’işe yaramamışlık’ hissinin kaynağı da bu zemindir. Yani: Nefsi için yaşayanların onun ’anlık doyumları’ nedeniyle tokluklarını hissedemeyişleridir.
Mürşidim bir yerde diyor ki: "Nasıl bir hat, sür’at-i hareketle bir satıh gibi geniş görünürken, hakikat-i vücudu ince bir hat olduğu gibi, senin de dünyan hakikatçe dar, fakat senin gaflet ve vehim ve hayalinle duvarları çok genişlemiş. O dar dünyada, bir musibetin tahrikiyle kımıldansan, başını, çok uzak zannettiğin duvara çarparsın. Başındaki hayali uçurur, uykunu kaçırır. O vakit görürsün ki, o geniş dünyan kabirden daha dar, köprüden daha müsaadesiz. Senin zamanın ve ömrün, berkten daha çabuk geçer; hayatın, çaydan daha sür’atli akar. Madem dünya hayatı ve cismânî yaşayış ve hayvânî hayat böyledir. Hayvâniyetten çık, cismâniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir. Tevehhüm ettiğin geniş dünyadan daha geniş bir daire-i hayat, bir âlem-i nur bulursun. İşte o âlemin anahtarı, marifetullah ve vahdâniyet sırlarını ifade eden ’La ilahe illallah!’ kelime-i kudsiyesiyle kalbi söylettirmek, ruhu işlettirmektir."
’Kalp ve ruhun derece-i hayatı’nı anlamak/anlatmak için hep verdiğim bir örnek var. Fırsat oldu. Yine vermek istiyorum. Çünkü meseleyi bir miktar açıklığa kavuşturuyor. O da şöyle birşey: Cebimizde bir miktar para olduğunu düşünelim. Ne kadar olsun? Aşırıya da gitmeyelim. Ancak bir kilo baklava alacak kadar. İşte bu varlıksallıkla birlikte önümüze iki yol açılıyor. Birincisi: Bu parayla tam da o miktarda bir yardıma pek muhtaç birisinin ihtiyacını giderebiliriz. İkincisi: O parayla canımızın çok çektiği meşhur ’bilmem ne oğlu’ baklavasını yiyebiliriz.
Evet. İkisi de bir tür doyum sağlar. Fakat hangisininki daha kalıcıdır? Zor durumda kalmış bir insana yardımda bulunduğunuzda, gerçi paranın cismanî/hayvanî hiçbir faydası size ulaşmaz, fakat ruhunuz ve kalbiniz ondan gıdalanır. Hatta öyle bir gıdalanır ki ondan aldığı lezzet hiç geçmez. Nasıl? Ne zaman bu yaptığı doğru iş hatırına gelse, insan, kendisiyle bir tür iftihar eder. "Allah’a şükürler olsun. Zor zamanında bir insana faydalı olabildim. Onu darlıktan kurtardım. İyi birşey yaptım!" Bunun insana hissettirdiği ’hayvandan aşkın birşey olduğu kanaati’ lezzet açısından hem geçmez hem pahabiçilmezdir.
Ee, bir de bunu Allah rızası için yapmışsa, o zaten sonsuzluğa kavuşur. Çünkü sonsuz için yapılan sonsuzlaşır. Balık da ölse, nesilleri de tükense, okyanuslar da kurusa, dünyadan yaşam denilen şeyin izi de silinse, Halık olan Allah ’yapılıp denize atılmış iyiliğin’ varlığını unutmaz. Onun ilminde varolan sonsuza kadar varolur. Onun razı olduğu sonsuza kadar marziyattandır. Onun güzel bulduğu sonsuza kadar güzeldir. Faniliğin haddi değildir ki o bekaya ilişebilsin. İnsan ihlas ile eylediği herşeyi böyle bir sonsuzluğa adar.
Böylesi amellerimizin bir tür sonsuzluğa kavuştuğunu biz de hissederiz. İşte bu hissi veren eyleyişler ’kalp ve ruhun derece-i hayatına çıkmış’ eyleyişlerdir. Yok, bir kilo baklava alıp, onun da ancak birkaç dilimini midesine indirenler, pek çabuk son bulacak bir lezzete talip olurlar. Hatta lezzet bittiği anda "Ya o kadar parayı niye buna verdim?" türünden bir pişmanlıkla ve hatta bazı sindirim güçlükleriyle cezalanırlar. Sanki vücutları da onlara "Yalnız nefsin için yaşama!" diye seslenmektedir. "Dostum. Biz yalnız onun için yaratılmadık. Onun arzularına körkütük tâbi olman bizi de öldürür."
Çok uzattım. Hemen toparlayayım: Bence bizdeki bu ’işe yaramamışlık’ hissinin iki kaynağı var. Birincisi: Çok fazla nefsimiz için yaşıyoruz. Ve nefsimiz ona yedirdiğimizi çok kolay inkâr ediyor. Pek çabuk unutuyor. Pek çabuk "Daha yok mu?" diye soruyor. Bu nedenle üzerimizdeki ’işe yaramamışlık’ hissi geçmek bilmiyor. İkinci kaynağı ise şu: ’İnsan’ ismine layık olan varlığımız sızlıyor. Nefsimizi tatmin için eylediğimiz işlerin faniliği onu incitiyor. "Ben bu kadarcık şey için mi yaratıldım a şaşkın!" deyip bize içerliyor. Onun mutsuzluğunu da biz aynı hissin içinde yudumluyoruz. İkisi de var bizim ahirzaman çilemizde.
Anı yaşamanın hazzı, Bediüzzaman’ın metninde söylediği gibi, sür’at-i hareketten hattın satıh gibi görünmesine benziyor. Hızlı yaşamanın övgüsü de bu boş teselliden geliyor. Peki durduğumuzda ne olacak? Foyamız meydana çıkacak. Yani demem o ki arkadaşım: Nihayetinde amelimizi/zamanımızı sonsuzluğun kumbarasına attıkça huzur duyacağız. Biz dursak da durmayacak yer orası zira. Her halukârda kazandıran orası. Aç kalsak, sıkıntı çeksek, hatta hayallerimizin altında bile ezilsek, eğer emeklerimizi bir sonsuzluğa adayabilirsek, onlar bize ’boşluk’ olarak geri dönmeyecekler. Çünkü asla hayalkırıklığına uğramayacaklar.
YORUMLAR
Şakık-ı Belhi İbrahim Bin Edhem'e sorar:
Ey İbrahim nasıl yaşıyorsunuz?
Bulunca şükreder, bulamayınca sabrederiz der beriki
Devrinin mutasavvıf iki insanından Şakık; Belh'in köpekleri de öyle yaşar deyince
Allah için dostluğun ruhi yapısı içerisinde Bin Edhem gocunmaksızın peki siz nasıl yaşıyorsunuz ey Şakık diye sorunca
Diğeri, bulursak şükredip infâk(ikram) eder, bulamadığımızda yine şükredip sabrederiz diyecektir
Dünya hayatı bir göz açıp kapamak süresi kuşkusuz, ne kadar farkındayız o ayrı
Bazen sorarım kendime, şu an ölsen olumsuzluk mudur? Ölümsüzlük bu dünyaya ait olmadığına göre şu an ölmekle elli, yüz yıl sonra ölmek arasında zaman bazında ne fark var ki? Yüz yaşıma kadar sağlıklı, zengin, yiyen içen, dünyayı gezen bir hayat yaşasam o an geldiğinde bu bir hiç mertebesinde değil mi? Sıfıra sıfır elde var sıfır
Beni duyanda tatbikat harikası sanır, oysa zaman zaman düşünürüm yalnızca
Allah ıslah etsin, ne diyeyim?
Ramazan ayınız mübarek olsun
Güne gelen yüreği, emeği, kalemi, kelamı kutlarım
Saygı ve selamlarımla hocam...
belkibirharfimben
Ne kadar güzel bir yazı. Allah razı olsun.
İnsan nefsi gerçekten yazıda anlattığınız gibi, doymak bilmiyor hep daha fazlasını istiyor.
Biz insanların en zor imtihanları nefsimiz ile.
Sağ olun yine son derece faydalı olan bu yazıyı bizlerle paylaştığınız için.
Saygılarımla